*Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) askeri güçlerini Afganistan'dan çekmeye devam etmesi, ülkedeki çatışmaların şiddetlenmesi ve Taliban örgütünün günbegün güçlenmesinin ardından Türkiye'ye yeni bir göç dalgası başladı.
Hemen ardından Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "İktidar olduğumuzda Suriyeli kardeşlerimizi kendi ülkelerine göndereceğiz" demesi, CHP Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan'ın "yabancı uyruklu kişilerin" su faturalarına ve katı atık vergilerine 10 kat zam yapılacağını açıklaması, Van Valisi Mehmet Emin Bilmez'in 295 kilometrelik sınır Türkiye-İran sınırın tamamına duvar örüleceğini söylemesi günlerce tartışıldı.
Son olarak Tanju Özcan'ın "zam teklifi" önceki gün Bolu Belediye Meclisi'nde oy çokluğuyla Plan ve Bütçe Komisyonu'na sevk edildi. Ancak komisyondan nasıl bir sonuç çıkacağı henüz belirsiz.
Peki tüm bu açıklamalar ve gelişmeler Türkiye'de yaşayan ya da sınırları geçmek üzere olan mültecileri nasıl etkiliyor? İktidar ve muhalefet ne yapmalı? Mültecilerin güvenliğinin sağlanmasında, medyanın ve siyasilerin söylemi ne kadar etkili?
Yaklaşık 27 yıldır sivil toplum örgütlerinde çalışan hak savunucusu Hakan Ataman, bianet'in bu konudaki sorularını yanıtladı.
Hükümetin, muhalefet partilerinin ve medyanın mülteciler konusundaki söylemini nasıl buluyorsunuz?
Son derece olumsuz, yapıcı olmayan, yoğun göç sonucunda ortaya çıkabilecek sorunlara çözüm üretmektense görmezden gelmeye dayalı bir dil.
Ortaya çıkan mülteci akını basında "mülteci krizi", "göçmen krizi" diye veriliyor. "Göçmen krizi" diye bir şey olmaz. Mülteci olmak bir krizin sonucudur, nedeni değildir.
Savaştan kaçan, yoksulluktan kaçan bir grup insanla karşı karşıyayız. Bu sorunun kökenini görmeyip "Vay efendim, bunlar burada işsizliğe neden olacak, bizim kültürümüzü ve demografimizi bozacak" demek ayrımcı bir tutum.
Bunu iddia edenler, bu konuya duyarlı olması gereken sol kesimler bile, bunu görmezden gelip olayı yüzeysel bir şekilde açıklıyorlar.
Uluslararası boyut
Hak savunucuları olarak bu konuyu eleştirdiğimizde de aramızda gerilim çıkıyor. Sadece bu konuya duyarlı olması gereken kesimle bir gerilim yaşamıyoruz, hükümetle ayrı bir gerilim yaşıyoruz.
Bunun artık bir Türkiye meselesi olmadığını, uluslararası bir boyutu olduğunu ve sorumluluğunu bütün ülkelerin paylaşması gerektiğini insanların fark etmesi lazım.
Hükümet bu konuda Suriye'de başlayan krizden bu yana detaylı, yapılandırılmış, uluslararası standartlara uygun bir politika ya da eylem stratejisi üretmedi, üretemedi. Sorunları geçiştirdi.
Göç İdaresi'nin sitesine baktığınızda orada bir takım eylem planları ya da bütçeler görüyorsunuz, ama bunların hiçbiri pratikte uygulanabilecek düzeyde değil.
Bunun yapıcı bir şeye dönüşmesi için muhalefet de yardımcı olmuyor. Başta CHP olmak üzere muhalefetin dili ne yazık ki hükümeti bu konuda olumlu adımlar atmaya itecek, yönlendirecek biçimde değil.
Önyargılar
| |
Bu kalıplardan mülteciler nasıl etkileniyor?
Mültecilere yapılan insani yardım çalışmaları çok büyük bir sekteye uğradı zaten salgın nedeniyle. 3,5 milyon civarı Suriyeli mülteciye yönelmiş insani yardım çalışmaları aksadı, onlar kendi başlarına kaldılar.
Türkiye'de uluslararası koruma altında bulunan ağırlığı Afganistanlılar olmak üzere 500 bin mülteci daha var. Bunlara da "geçici mülteci" statüsü veriliyordu, üçüncü ülke başvuruları bekletiliyordu. Burada zaten fecaat bir durum var hep. Sadece randevu almak için altı hatta 10 yıl bekleyen mülteciler var.
Bu kayıtları ve üçüncü ülkeye gönderme işlemlerini, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) yapıyordu. Birleşmiş Milletler (BM) bu yükümlülüğünü şimdi Göç İdaresi'ne devretti. Göç İdaresi çok yeni ve bu alanda tecrübesiz bir kuruluş. 2015 itibariyle tam anlamıyla faaliyete geçmiş bir kurumdan söz ediyoruz sonuçta.
Geri itmeler, denizde boğulmalar, ölümler...
Avrupa ve Kuzey Amerika'daki göçmen karşıtlığı nedeniyle üçüncü ülkeye gönderme de durmuş vaziyette. Sıradışı durumlar dışında bir yerleştirme yapılamıyor, çünkü ülkeler kota açmıyor.
Ne BM'nin ne de Göç İdaresi'nin yapabileceği hiçbir şey yok, yani boşluğa düşmüş vaziyette buradaki 500 bin mülteci. Bunun haricinde kayıt dışı rakamlarla aslında 5 milyon insandan bahsediyoruz. Yani küçük bir Avrupa ülkesi kadar mülteci barındırıyoruz ya da buradan geçişler oluyor.
Sonuç bu insanların kaçakçıların eline düşmesi, dolandırılması, jandarma tarafından yakalanması, sınır dışı etme olayları veya giderken Yunanistan'da geri itmeler, zorla müdahaleler, denizde boğulmalar, ölümler... Diğer boyutu da Türkiye'de yaşadığımız linç girişimleri ve ayrımcılığa varan yaklaşımlar.
Çok taraflı acil durum planıÖnümüzdeki günlerde ne olabilir? Taliban'ın ülkeyi tamamen ele geçirmesiyle bu sayı artarsa Afganistanlı mültecilerin geçici korumaya alınması ve Avrupa Birliği (AB) ile bunun üzerinden bir pazarlık yürütülmesi bile Türkiye'nin önündeki seçeneklerden biri. Böyle bir şey şaşırtıcı olmaz. Bu konuda yapılacak en acil şey ne sizce? Derhal bir acil durum planı yapılması lazım. Kapsayıcı, ayrımcı olmayan, bu konuda hükümetle de muhalefetle de ters düşen, sadece insani yardıma odaklanmayan, politika üretmeyi, bu politikaları hayata geçirmeyi hedefleyen, özel sektörü ve basını da dahil eden, çok taraflı bir çalışmanın hemen bugün başlaması gerekiyor. Bunun çözümü duvar örmek değildir. Bunu Donald Trump Meksika sınırında denedi, durum ortada. Konuya güvenlikçi bir perspektifle yaklaştığınızda insanlar bu duvarı aşmanın bir yolunu bulacaktır. İnsan kaçakçısı daha fazla para isteyecek, insanlar daha fazla sömürülecek ve daha tehlikeli yollardan göçü denemeye çalışacak; bu da daha fazla can ve mal kaybına yol açacak. | |
(DŞ)