*Fotoğraf: AA (Arşiv).
20 Haziran 2020 Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) verilerine göre dünyada 79,5 milyon yerinden edilen insan var. Bu belirtilen 79,5 milyon zorla yerinden edilen kişinin, 26 milyonunu mülteciler oluşturuyor.
Oysa çok uzun bir zaman önce değil, tam olarak on yıl önce yine BMMYK verilerine göre dünyada zorla yerinden edilen insan sayısı 43.7 milyondu ve bunun 15,4 milyonu mültecilerden oluşuyordu.
Kısacası bir başka ifadeyle sadece on yıl içerisinde zorla yerinden edilenlerin toplam sayısı yüzde 81,9, mültecilerin sayısı ise yüzde 91.5 artış gösterdi.
Hayat için ölenler
İlgili literatürde yapılan araştırmalarla birlikte, 2011'de ortaya çıkan Suriye krizinin bu artışlarda ciddi bir etkisi olduğu biliniyor.
Ancak şüphesiz bu artışın sadece Suriye krizinden dolayı gerçekleştiğini söylemek yanıltıcı olur.
Özellikle son yıllarda dünyanın muhtelif yerlerinde artan sosyo-ekonomik ve doğa felaketleri, zorla yerinden edilen insanların sayısında artışta önemli bir etkiye sahip.
Her geçen yıl daha insancıl bir dünya oluşturmak yerine, adeta bir gemi gibi her geçen gün daha fazla dibe batıyoruz.
Örneğin, BMMYK verilerine göre sadece 2018 yılında yerinden edilen 2,275 insanın Akdeniz sularında boğularak hayatını kaybetti.
Şimdi asıl soru mülteci krizini çözebilmek için kaç canı daha bu şekilde kaybetmemiz gerekiyor veya kaç kişinin daha zorla yerinden edilmesi gerekiyor ki zorla yerinden edilenler için bir adım atalım? Sadece insanca yaşamak için bu kadar ölüm yetmez mi?
Yeryüzünün posası
Hannah Arendt, "Totalitarizmin Kaynakları" adlı eserinde mülteciler için, "Anayurtlarından ayrıldıklarında artık yurtsuzlardı, devletlerini bıraktıklarında artık devletsizlerdi, insan haklarından yoksun bırakıldıklarında artık haksızlardı, yeryüzünün posasıydılar" der.
Arendt bu kitabını modern anlamda bugün mültecilerin temel insani haklarının çerçevesini çizen 1951 Cenevre Sözleşmesi'nin imzalandığı yılda yayımlamıştı.
Yıl 2020 ve biz hâlâ bir arpa boyu yol al(a)mamışız resmen. Dünyadaki mültecilerin büyük bir kısmı hâlâ Arendt'in altını çizerek ifade ettiği pozisyonda hayata tutunma mücadelesi veriyor.
Peki ne yapabiliriz veya insani olmayan bu yaşam koşullarını nasıl minimum bir seviyeye indirebiliriz? Bunlar her birimizin kendimize sorması gereken temel insani sorulardan bazıları.
Pozitif ayrımcılık değil...
En başta, insanların sadece duygularına seslenip mültecileri insanların acıma ve merhamet duygularına teslim etmek yerine hep birlikte mantık çerçevesinde mevcut durumu nasıl herkes için daha yaşanılabilir bir dünyaya çevirebiliriz onun üzerine odaklanmamız gerekir.
Mülteciler homojen bir grup değil, İçlerinde farklı etnik, dini gruptan ve yine farklı eğitim seviyelerinden gelen birçok insan var.
Bu bağlamda özellikle mülteciler içerisinde yüksek derecede kalifiye insanları (doktor, öğretmen, mühendis, eczacı, akademisyen vb.) daha alt sektörde çalıştırmaya zorlamak yerine, onların kendi yeteneklerine uygun işlerde istihdam edilebilmeleri için gerekli yasal düzenlemelerin yapılabilmesi için her birlikte mücadele edip ilgili kişilere sesimizi duyurmalıyız.
Bu son yazdığım cümlede sadece mülteciler için pozitif bir ayrımcılık yapılıp onlara bu alanların tahsis edilmesinden değil etnik, dini ve cinsiyetçi kodlardan arındırılmış sadece liyakat sistemine dayalı bir sistemin herkes için inşasından bahsediyorum.
Her birimiz derimizin renginden, dilimizden, dinimizden, kültürümüzden, cinsel yönelimlerimizden bağımsız sırf insan olduğumuz için eşitiz, toplumda bazılarımız muhtelif nedenlerle daha eşit olmamalı. Günün sonunda mülteciler, mülteci olmayanların acıma duygusuna değil evrensel insan haklarıyla düzenlenmiş ve herkese eşit bir şekilde uygulanan yasalara ihtiyaç duyar.
Onlar turist değil
Tüm bunlara ek olarak, gerçekleri çarpıtıp nasıl haberleştirebilirim diye uğraşan bazı kitlesel medya ve her şeyden kendine bir rant çıkarmaya çalışan insani bir duruştan bihaber olup sadece fayda eksenli çalışan bazı politikacıların etkisinden dolayı mültecilere turist gözüyle bakan insanlardan basit bir ricam, konuyla ilgili daha fazla ve farklı kaynakları okumaları ve araştırmaları.
Ayrıca sadece sonuca odaklanmak yerine konunun temeline inip nedenlerini de düşünmek lazım. Evet, tüm toplumsal krizlerin sadece sonucuna bakarak bir değerlendirme yapmak konunun bütününü anlamadan erkenden yanlış kararlar vermeye neden olabilir.
Bu noktada René Descartes'in "Düşünüyorum, o halde varım" ilkesini esas almak gerekir. Çünkü şüphe duymak ve düşünmek insan olabilmenin veya insan kalabilmenin temel taşlarından bazılarıdır.
Buna ek olarak, ülkedeki mevcut mülteci konusuna her itiraz edeni ırkçı ya da faşist olarak tanımlayıp mahkûm etmenin de doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum.
Çünkü kitlesel anlamda etkisi büyük toplumsal bir sorun ancak toplumdaki hemen hemen her bireyin sürece dahil edilmesi ve onların da sesinin duyulmasıyla çözülebilir.
Mülteci komşunuzla bir çay için
O yüzden şiddeti ve nefret söylemini bir araç olarak kullanmayan her ses dinlenmeli ve bu bağlamda çoğu kaynakta Voltaire atıfta bulunarak söylenen ancak aslında 1868 ile 1956 arasında yaşamış olan Evelyn Beatrice Hall adında İngiliz bir kadın yazara ait olan "Fikirlerinize katılmıyorum ama o fikirleri serbestçe ifade edebilmeniz için canımı veririm" sözünü her daim hatırlayıp hayatımıza uygulamak insanlık adına daha anlamlıdır diye düşünüyorum.
Şunu unutmamak lazım ne olursa olsun hakikat ancak araştırıp tartışarak ortaya çıkar.
Bunlardan hiçbirisini yapamıyorum, şüphe edemiyorum veya düşünemiyorum, o kadar çok bilgi kirliliği var ki neyin doğru neyin yanlış olduğunu bil(e)miyorum diyenlere sadece şunu öneririm:
Şayet etrafınızda bir mülteci komşunuz varsa bir gün bir çay-kahve içmeye davet edin veya siz çayınızı- kahvenizi alıp bir ziyaret edin. Ve onlara samimi bir şekilde sadece "Bugün nasılsın?" deyin.
Bu hayatta her şeyin başı samimi olmak ve samimi kalabilmektir zaten. Her birimizin özgürce, insanca ve insani bir dayanışma ağı ile birbirimize bağlı olduğu bir dünyada yaşamak dileğiyle, 20 Haziran Dünya Mülteciler Gününü kutlarım.
Not: Çay-kahve ziyaretlerinizde korona günlerindeki önlemleri ve fiziksel mesafe kurallarını gözetmeniz herkes için daha faydalı olacaktır.
(CA/PT)