Haberin İngilizcesi için tıklayın.
1 Kasım’dı. Elif’in maaşı hesabına yattı. Anlaşması brüt üzerindendi. Ara zam almasına karşın yatan tutar Ekim’de aldığı maaşı kadardı. Hatta beklentisinden yüzde 30 daha aşağıdaydı.
Bir yanlışlık olduğunu düşünerek muhasebe servisinin yolunu tuttu. Aldığı cevap yüzünü düşürdü. Maaşı gelir vergisi nedeniyle erimişti. Elden bir şey gelmez diyerek masasına döndü ve araştırmaya başladı.
Ayda 20 bin lira brüt maaş alan bir ücretlinin eline Ocak’ta 14 bin 975 lira geçtiğini bunun yıl içinde 13 bin lira seviyesinin bile altına düştüğünü gördü. 1900 lirayla başlayan gelir vergisi yolculuğunun 4 bin liralara kadar çıktığını öğrendi.
Yılda 38 bin 475 bin lira gelir vergisi ödediğinin farkına vardı. Damga vergisiyle birlikte bir yılda maaşından toplamda 40 bin liranın uçtuğunu gördü. Bu konudaki yorumu ise “Bir yılda iki ay devlete çalışıyormuşuz” oldu.
Elif bu durumdaki tek insan değil. Tüm ücretlilerin yaşadığı bir problem. Türkiye’de gelir vergisi beş farklı kademede uygulanıyor.
2022 için gelir vergisi dilimleri ve oranları şöyle
|
Yıl içinde maaş aldıkça matrah, dolayısıyla devlete ödenen vergi artıyor. Ücret daha cebe girmeden devletin kasasına gidiyor.
Enflasyon arttı, zam yapıldı ama matrah aynı kaldı
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayınladığı verilere göre Türkiye’nin istihdamı 31 milyon 14 bin kişi. Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) geçtiğimiz aylarda yayımladığı istatistiklere göre de Türkiye’de ortalama aylık brüt ücret 8 bin 263 lira.
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ise asgari ücretin ortalama ücrete dönüştüğü eleştirisi yöneltiyor. Türkiye’de istihdam edilen 10 milyon kişinin asgari ücret ve yakınında maaş aldığını söylüyor. Yani kabaca Türkiye’de istihdam edilenlerin üçte biri asgari ücret ya da yakınında bir maaş alıyor.
Temmuz’da asgari ücrete yapılan 1250 liralık (4 bin 250 liradan 5 bin 500 liraya) artışla birlikte yapılan düzenlemede ücretlilerin asgari ücrete kadar kazancı gelir vergisinden ve damga vergisinden istisna tutulmaya başladı.
Ancak yüksek enflasyona, yapılan ara zamlara rağmen vergi matrahları değişmediği için düşük kaldı ve ücretli çalışanlar yüksek vergilerle karşı karşıya oldu. DİSK ve Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) gibi işçi konfederasyonları durumu sıklıkla gündeme getiriyor.
Kurumlar yılbaşını beklemeden matrahın arttırılması gerektiğini söylüyor. Hatta bu konuda TÜRK-İŞ, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’yla (TİSK) birlikte Cumhurbaşkanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bir mektup dahi yazdı. Ancak aradan geçen bir ayda taleplerine karşılık bulabilmiş değiller.
Atalay: Sistem adil değil
TÜRK-İŞ Genel başkanı Ergün Atalay’a göre vergi dilimleri arasındaki aralığın dar olması işçinin eline geçen net rakamı ve satın alma gücünü düşürüyor. Bu da işçinin refahının düşmesine neden oluyor.
"Bu sistem adil değil" diyen Atalay tarih boyunca asgari ücretteki artış ile gelir vergisi tarifesinin ilk basamak tutarındaki artışın paralel seyretmediğini söylüyor:
"Bu nedenle asgari ücretliler ya da yakın maaş alanlar her yıl daha yüksek oranla gelir vergisi ödemek durumunda kaldı.”
*Bazı yıllarda asgari ücret iki kere belirlendi. Ocak dönemindeki ilk zam dikkate alındı
"Bu sorununun giderilmesi gerekiyor. Gelir vergisi tarifesinin ilk basamağının geçmiş yıllarda olduğu gibi yıllık asgari ücret brüt tutarının (fazla mesai, yol, yemek, yakacak yardımları gibi ek menfaatlerde dikkate alınarak) belirli bir miktar üzerinde tespit edilmesi, diğer vergi tarifesi oranlarının da ilk dilim baz alınarak çalışan lehine güncellenmesi gerekiyor."
Atalay ayrıca kamu çalışanları için sağlanan aile ve çocuk yardımlarında vergi istisnalarının tüm özel sektör çalışanlarına yaygınlaştırılması gerektiğini düşünüyor.
Elektrik, doğal gaz ve yakacak yardımlarının yanı sıra sağlanan tüm diğer sosyal yardım kalemlerinin SGK prim matrahına dahil edilmemesi gerektiğini de ekliyor.
"Bu durum tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de artan yaşam maliyetlerine karşı çalışanları koruyacaktır" diyor.
Ataman: Bilinçli bir politika
Gelir adaleti ve ücret zammı modelleri üzerine çalışmalar sürdüren Lastik-İş Sendikası Toplu Sözleşme ve Eğitim Dairesi Müdürü Üzeyir Ataman ise gelir vergisi politikasının bilinçli bir tercih olduğunu söylüyor ve bunun 40 yılı aşkın bir süredir devam ettiğini anlatıyor.
"Bu konunun bir yanında devlet bir yanında da işverenler var" diyen Ataman’a göre Türkiye’de ücretliler bu iki kıskaç altında yaşamını sürdürüyor.
Ataman "Türkiye son 40 yıldır çalışanlardan kesinti yapılarak kamuya ve işverenlere kaynak aktarılıyor. İşin özü bu" diyor ve ekliyor:
"Ücretleri düşük tutma ve ucuz işçilik bilinçli bir tercih. Ekonomi iyiyken bunda bir problem yoktu. İnsanlar ekonomik koşullar dayanılabilir olduğu için çok tepki koymadan yıllarca böyle yaşadılar. Ama ne zaman ekonomik koşullar dayanılır olmaktan çıktı, özellikle 2018’den sonra yaşam koşulları giderek arttı ve iyice katlanmaz hale geldi, işte o zaman toplumdan yüksek sesler çıkmaya başladı. Bu konuda haklılar çünkü ne asgari ücret ne vergi dilimler, ne satın alma gücü olması gereken yerde.
"Eğer 1978’i sıfır olarak alırsak ki bu tarih 24 Ocak 1980 kararının önceki demek, bugün asgari ücretin brüt 23 bin lira olması gerekiyordu. Ancak şu an 6 bin 471 lira. Aradaki yaklaşık 16-17 bin liralık fark var. Bu fark; ücretlilere yansıtılması gerekirken ekonomik ve sosyal tercihlerle yansıtılmayıp kaynak yaratma adına, ekonomik gelişmeyi finanse etme adına işverenlere bırakılan miktarı ifade ediyor.
"Aynı şey gelir vergisinin dilimlerine ilişkin olarak da söylenebilir. Gelir vergisi enflasyon ve bir ulusal gelirin artış oranının toplamı kadar arttırılmış olsaydı 32 bin liralık ilk dilimin bugün 200 bin lira olması gerekiyordu. Ancak şu anki vergi dilimleri ücretlilerin vergi yükünü olağanüstü arttıran bir konumda. Aynı gelire sahip insanlar giderek daha çok vergi ödüyor ve bu modeli Türkiye uzun yıllardır uyguluyor.
"Devlet kendi eliyle gelir dağılımını bozuyor"
"Ücretlilerden kesilen paralar kamunun finansmanında, özel sektörün yatırım kaynaklarının finansmanında, kamunun krediler eliyle özel sektöre para aktarmasında, kamu aracılığıyla özel sektörün finansmanında kullanılıyor.
"Yani ücretlilerin parası, ücretlere satın alma gücü olarak yansıması gereken fonlar belirlenen başka türlü iktisat politikası gereği olarak özel sektöre ve devlete kaynak oluyor. Yani Türkiye'nin vergi yükünü ücretliler çekiyor. Verginin mantığı çok kazanandan çok az kazanandan az alacaksın şeklinde olmalı.
"Halbuki Türkiye’de nasıl? Sosyal devletin bir gereği olarak sosyal fonksiyonlarını kamu vergilerle finanse etmiyor, vergileri düşük ücretlilerden topluyor. Vergiler ücretlilerden üzerine yükleniyor. Vergi politikasının kendisi gelir dağılımını düzeltmesi gerekirken bozan bir alete dönüşüyor.
"Vergiyi niye alınır? İnsanların yaşam standartlarını iyileştirsin, doğrudan temel hizmetleri ucuz yaparsın, eğitimi, sağlığı, ulaşımı, sosyal güvenliği ücretliler için parasız hale getirirsin değil mi? Biz bu fonksiyonları geliştirmek yerine bu hizmetleri parayla alıyoruz. Devlet kendi eliyle gelir dağılımını bozuyor, dengesizleştiriyor.
"Bunların tamamı Türkiye'de son 40 yıldır uygulanan ve özel sermaye birikimini ücretlilerden aktarılan gelirlerle sağlamayı amaçlayan politikanın uzantıları. Bu politikalar sürdürüldüğü sürece ki; 40 sürdürülüyor ve hangi iktidar gelirse gelsin bunu yaptı. Son 20 yıldır da fazlasıyla tüy dikildi ve devam ediyor. Bu politika sürdürüldüğü sürece, bu politikadan vazgeçilmediği sürece çıktılar değişmez olacaktır. Ama birkaç yılın gösterdiği artık bu politikanın gidecek yolu kalmadığı.
"Artık Türkiye'de ucuz işçilik üzerine dayalı serbest rekabetçi model sosyal devleti yok etti. Sistemin herhangi bir şekilde insanların satın alma gücü sorunlarına çözüm bulamadığı açık.
"Sorunların çözümü için yeni bir iktisat politikası, sosyal devlet üzerine kurulu bir yeni toplumsal düzen oluşturulmalı, planlama yapılmalı." (HA)