Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Herkes ekonomide henüz dozunu bilemediğimiz yeni uygulamaların başlatılmasını bekliyor. Finans dünyasında genel kabul gören ve bu nedenle ortodoks olarak tanımlanan politikalar gündeme gelecek.
Aslında ortodoks politikaları uygulamak bir zorunluluk değil. Heterodoks politika tanımı da belirgin bir yaklaşımı değil, ortodoks olmayan geniş bir yelpazeyi kapsar. Fakat bugüne kadar heterodoks adı altında o kadar abuk sabuk bir politika izlendi ki, içine düşülen bataktan kurtulmak için ortodoks politikaları uygulamaktan başka bir çare yokmuş gibi görülüyor.
Söz konusu politikaları uygulamak üzere Mehmet Şimşek ve muhtemelen ekibi denebilecek kişiler görevlendirildi, görevlendiriliyor.
Eğer Mehmet Şimşek öngörüldüğü gibi ortodoks politikaları uygulamayı başarırsa, önümüzdeki dönemde yaşanacakları aşağı yukarı tahmin edebiliriz.
Beklenen uygulamalar
İlk aşamada faiz oranları yükseltilerek talebin sınırlanmasına, tasarrufların artırılmasına çalışılacak. Döviz kuru artacak, böylece ithal ürünlerin pahalı, ihraç mallarının ucuz kalması sağlanacak. Ülke ekonomisi daha düşük bir gelir düzeyinde istikrar kazanacak. Firmalar önünü görecek, dış yatırımcılar ilgilenmeye başlayacak.
Tabii bu durum, aşina olduğumuz gibi, kemerlerin sıkılması adı altında gelir dağılımının daha da bozulması, orta sınıfların çöküşü, yoksullaşmanın hızlanması gibi etkilere yol açacak.
Döviz kurunun yükselmesi, üretimi büyük ölçüde ithal hammadde ve ara mallarına bağlı olan sanayinin maliyetlerini yukarı çekecek. Bunu dengelemek için emek maliyetinin düşürülmesi bir zorunluluk olarak sunulacak. Bilimsel araştırma, teknolojik gelişme gibi kavramları aklının ucundan geçirmeyen hükümetin ve iş çevrelerinin başka bir çözüm düşünmesi söz konusu olmayacak.
Zaten ihracatın artması için de ücretlerin düşük tutulması zorunluluğundan söz edilecek. Bangladeş, Malezya, Srilanka, Peru gibi ülkelerle bu ücret seviyesinde rekabet edilemeyeceğinden dem vurulacak.
Sadece ücretler değil, emeğe ilişkin tüm harcamaların kısılması gerekli bulunacağı için, kayıt dışı istihdamın, iş kazalarının, meslek hastalıklarının da arttığı görülecek. Bundan en çok etkilenecekler de asgari ücretin altında, boğaz tokluğuna çalıştırılan yabancı işçiler olacak.
Bu politikaların en önemli ayaklarından biri de bütçe denkliğine titizlikle uyulması olacak. Mali kural uygulanacak. Bütçe harcamaları düşük gelir gruplarına yönelik kalemlerden başlamak üzere kısıtlanacak. Temel kamu hizmetlerinin niteliği düşecek. Kamu yatırımları büyük ölçüde duracak.
Bunların karşılığında, ülke ekonomisine dış kaynak girişi yoluyla tasarruf oranlarının yükseltilmesi, yatırımlara başlanması, döviz kurunun dengeye gelmesi, daha makul faiz oranlarıyla kredi bulunması gibi koşulların sağlanması beklenecek.
Tabii ki bu koşullar hemen değil ancak kestirilmesi zor olan bir süre sonra sağlanabilecek. Bu kadar keyfiliğin telafisi kolay olsaydı, dünyanın her yerinde iktidarlar böyle hesapsız davranmaktan çekinmezdi.
Beklenen sapmalar
Bir de ortodoks politikaların tam anlamıyla uygulanamama olasılığı var. Seçim öncesi bu uygulamalara sessizce izin verilecek mi? Yoksa, defterdara hükmünü geçiremeyen padişah mı olurmuş, diye devreye girerek sağdan soldan müdahaleler başlayacak mı?
Bu türden bir devreye giriş birkaç yoldan olabilir. En yüksek olasılık, seçime doğru yoksullara yönelik yardımların artırılması, tarımsal ürün alımlarının genişletilmesi, artık tüketilemeyecek kadar pahalılaşan mallarda KDV indirimi gibi yollardır. Bunların hepsi bütçe açığına neden olup enflasyonu hızlandırıcı etkiler yapar.
Veya bir yandan istihdam yaratırken öte yandan destekçilerini güçlendirmek için, bildikleri tek yol olan inşaat sektörünü devlet kaynaklarını kullanarak büyütmeyi seçebilirler. Bu da aynı şekilde –kentlere ve çevreye vereceği zararın yanısıra- enflasyonist etki yapar.
Bu tür politikalar Türkiye'ye zaten kuşkuyla bakan dış sermaye çevrelerinin ülkeye girişini durdurur. Programın uzun dönemde uygulanmasına dair en ufak bir şüphe yaratılması sadece dış değil, yurt içi sermayenin de kaçışına yol açabilir.
Mehmet Şimşek'in istediği gibi çalışmasına Tayyip Erdoğan'ın izin verip vermeyeceğini bilemeyiz. Fakat her iki halde de geniş kitlelerin durumunun iyiye gitmeyeceği görülüyor. En azından kısa dönemde gelir dağılımının daha da bozulması, orta sınıfların çöküşü, yoksullaşmanın hızlanması söz konusu.
Haksızlık etmemek için Türkiye'nin bu durumdaki tek örnek olmadığını söylemek gerekir. Kalkınma kavramını unutup, kafayı büyümeye takan yoksul ülkelerin hepsinin karşılaştığı durumdur bu.
Beklenmeyen sonuçlar
Her iki seçenekte de, ekonomik koşulların siyasete etkisi olumsuz olacaktır. Yoksulluğun artması devletin toplumsal hareketliliğe ilişkin paranoyasını besler, siyasal özgürlüklerin kısıtlanması eğilimi güçlenir. Devletin baskıcı yüzü öne çıkar.
Üstelik Türkiye'de 21 yıldır hoşnutsuzlukların her yükselişinde yeni bir düşman bularak tepkileri savuşturmayı adet edinmiş bir yönetim var. Dış güçler, solcular, komünistler, laikler, darbeciler, fetöcüler, eşcinseller sırasını savdığına göre, inandırıcı olmak için yeni bir düşmana ihtiyaç duyulacaktır.
İktidarın ihtiyaç duyduğunda süratle tavır değiştirdiğini yaşayarak gördük. Yabancı olan her şeye kuşku ile bakılan ülkede, düşman olmaya en yakın aday sayıları gittikçe artan mülteciler ya da resmi adıyla sığınmacılar olabilir. Onları işsizliğin, yoksulluğun, düşük ücretlerin, yüksek kiraların, uzun kuyrukların sorumlusu olarak gösteren çok kişi var.
Muhalefet, seçim döneminde o kadar yabancı düşmanlığı yaptı ki, buna karşı çıkmakta zorlanacaktır. Büyük ihtimalle Ümit Özdağ'ın başlatacağı saldırgan dile ya sessiz kalacak ya da seçmen kaptırmamak için katılacaklardır. Bütün partilerde ve toplumda yabancı düşmanlığına yatkın olanlar zaten vardır.
Son sıralar "gençler bilmez, bir zamanlar..." diye başlayan cümleler çok arttı. Gerçekten bilmiyorlarsa çok ayıp. 60'lı-70'li yıllarda Avrupa'daki faşistler yabancı işçilere düşük ücretle çalıştıkları, işsizliğe yol açtıkları gerekçesiyle saldırırlardı. Sonra da kültür farkı, uyum sağlayamama gibi bahaneler sıralanırdı.
Türkiye'de de benzer gerekçelerle yabancı düşmanlığı yapıldığı görülüyor. Ekonomik krizin şiddetlenmesi düşmanlığın da yaygınlaşmasına yol açabilecektir. Hükümetin kendini ne kadar zor durumda hissedeceğine bağlı olarak, bu düşmanlık şiddete dönüşebilir.
Tarihteki örnekler, devletin göz yumacağını hissedince şiddet kullanmaya yatkın kalabalıklar olduğunu gösteriyor. Yıllarca inatla sürdürülen yanlış dış politikanın sonucu olarak ülkemize sığınan çaresiz insanlar, bu sefer de ekonomik başarısızlığın kurbanı olmamalı.