Haberin İngilizcesi için tıklayın
“Boşuna bana zamları sorup, derdimi depreştirme’ diyor Eminönü'nde alışveriş yapan bir kadın” diye bir girişle başlamıştı Ayşegül Özbek bugün bianet’te yayınlanan haberine.
Kurtuluş, Eminönü gibi piyasanın hareketli aktığı yerlerde esnaf artık müşteriye fiyat söylemekten utanır hale gelirken, halk ise çoktandır çaresiz.
Enflasyonu sorduğumuz İktisatçı Prof. Mustafa Durmuş da tam da haberdeki gibi piyasayı işaret ediyor.
Öyle ya Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) daha iki gün önce yayımladığı verilerde yıllık enflasyonun yüzde 61’e ulaştığını, Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise TÜİK’in verilerini yalanlarcasına enflasyonun 142’yi aştığını duyurmuştu.
Durmuş’a göre TÜİK büyük ölçüde güvenilirliğini yitirmiş durumda. Bunu da kendi deneyimiyle açıklıyor. “Piyasayı bilen, bu ülkede yaşayan, sokağa çıkan, alışveriş yapan, insanları, esnafı dinleyen, bilen bir insan olarak söylüyorum” diyor.
Gerçekte hissedilen enflasyonun yüzde 60’ların çok üzerine olduğunu söylüyor. Zaten fiyatların sadece geçen yıla göre değil geçen haftaya hatta düne göre bile katlanması artık herkesin tek gündemi.
Türkiye dünya 7'incisi
“Her halükarda, yıllık enflasyon yüzde 61 dahi olsa çok yüksek bir oranla karşı karşıyayız” diyen Durmuş son üç aylık enflasyonun da 23 olduğunu hatırlatıyor ve “Düşünebiliyor musunuz?” diye tepki gösteriyor.
Sonrasında “Bu durum özellikle sabit gelirlileri, emeklileri, emekçileri, işçi sınıfını hatta esnafı, orta sınıfa mensup diye tabir edilen bir zamanlar yoksul kesime göre daha rahat konumda olduğu düşünülen insanları giderek yoksullaştırıyor” eklemesini yapıyor:
“Ayrıca Türkiye'nin enflasyonuyla diğer ülkelerin enflasyonu kıyaslandığında bariz bir biçimde Türkiye'nin enflasyonun şampiyonu olduğu görülüyor.
- NOT: Türkiye, Venezuela (yüzde 340), Sudan (yüzde 259), Lübnan (yüzde 214), Suriye (yüzde 139) Zimbabve (yüzde 72) ve Surinam’ın (yüzde 61,50) ardıdan dünyada enflasyonu en yüksek 7. ülke.
“ABD'de yüzde 7 civarında bir enflasyondan bahsediyorsunuz. Avrupa'da yüzde 5’lerde. Zaten çoğu ülkede yüzde 10’un altında. Eğer Türkiye'de resmi olarak yüzde 61 olarak açıklanıyorsa bunun küresel nedeninden çok daha fazla içeride nedenlerinin olması gerekmiyor mu?
Tamam, yanı başımızda bir savaş var ama enflasonun nedeni bu değil. COVID-19’la birlikte dünyanın her yerinde genişletici bir takım mali ve para politikaları uygulandı. Özellikle para basılarak destek verilmeye çalışıldı ekonomilere. Dünyanın her tarafında milli gelirlerin yüzde 10’una yaklaştı bu da. Dolayısıyla bu tür genişleme politikaları ABD'de ve Avrupa'da enflasyonun temel nedeni.
“Fakat Türkiye'ye bakıyorsunuz Türkiye'de verilen zaten destek o kadar sınırlı ki. Milli hasılanın yüzde 2’sinin altında. Bunun gerçekte enflasyon kaynağı olabilmesi mümkün değil.”
“Enflasyon maliyet yönlü”
Durmuş bu durumda Türkiye'deki enflasyonun ‘maliyet’ kaynaklı olduğunu söylüyor. Bunun da döviz kuruyla ilişkili olduğunu söyleyen Durmuş, dolardaki yükselişe dikkat çekiyor ve son bir yılda doların 7.5 TL’lerden 14 TL’lere çıktığını hatırlatıyor:
“Burada kuru ne artırdı sorusu önemli. Büyük faktör hükümetin izlemiş olduğu faiz politikası. Israrlı ve takıntılı bir biçimde ‘Faiz sebep, enflasyon sonuçtur’ söylemiyle politika faizini düşürdüler. Politika faizi düşmeye başlayınca TL değer kaybetmeye başladı. Dolarizasyon çok ciddi bir şekilde arttı.
“Yani insanlar TL'den kaçıp dolara yüklenmeye başladı. Doların fiyatı arttı. Durum böyle olunca da maliyetler katlandı. Dolayısıyla ben Türkiye'deki enflasyonu maliyet yönlü olarak değerlendiriyorum.”
“Artmaya devam edecek”
Durmuş ÜFE'yle TÜFE arasındaki farka da dikkat çekerek “Şu an neredeyse 55 puana çıkmış durumda. Yani üretici artan maliyetini hala tam anlamıyla fiyatlara yansıtmış değil. Üretici ilerleyen süreçte fiyatlara mecburen zam yapacak. Yapmazsa kendisi zora gelecek, iflas edecek” diyor.
Ekonomik kriz ve enflasyonun asıl sorumlusu olarak ‘siyasal iktidarı ve iktidar blokudur' ifadesinikullanan Durmuş şöyle devam ediyor:
“Hükümetin ekonomi politikası, faiz politikası, kur politikası, emek gelirlerinin eriyip gitmesi karşısındaki sessizliği, buna karşılık garantili mevduatlarla zenginlerin paralarının erimesini önlemesi…
“Yapılan aslında fakirden zengine doğru bir sermaye transferi. Hükümet dolarizasyonu engellemek, TL'yi cazip hale getirmek istedi. TL'yi cazip hale getirmenin yollarından biri de ‘kur garantili mevduat hesaplarını’ bunu buldu. Yani fakirden zengine servet aktardı.
“Enflasyon her ne kadar bütün kesimleri vuruyormuş gibi gözükse, işin faturası çalışan sınıfa, emekçi kesimin üzerine kaldı. Sürekli fiyat artışları karşısında sabit gelirli yaşam standardını düşürdü. Hayat esas onlar için pahalı hale geldi.
Nereye kadar bu şekilde?
“Dahası dünya bir yandan da savaş sürecine girdiği için özellikle gıda ve enerji tedariki üzerinden ciddi bir başka dinamik daha gelmeye başladı.
“ Yani enflasyon geçici olmayacak, kalıcı olacak. Yüksek enflasyon bizi bekliyor. Hükümetin paradigmasında bir değişiklik olmazsa, ekonomi politikalarında bir değişiklik olmazsa bir hiperenflasyona doğru gider. Ben de işte bundan korkarım.”
“Hükümetin açıklamaları artık gerçek dışı”
Hükümetin yıl sonuna doğru enflasyonun düşeceği yönündeki açıklamaları da değerlendiren Durmuş “Bu açıklamaların hiçbiri geçmişte tutmadığı için bu beklentinin bir anlamı yok. Çok net bir şekilde tercihini aynı faiz politikasında olduğu gibi, diğer ekonomi politikalarında olduğu gibi sermayeden yana, zenginden yana kullanan bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız” dedi.
İktidarın enflasyon gibi bir derdinin olmadığını belirten Durmuş gösteriyor. “Yani halkın nasıl yaşadığının farkında değiller. Halkın dilinden de anlamıyorlar. Herkes mutsuz” diye konuştu.
Büyüme bir illüzyon
Durmuş, 28 Şubat’ta yüzde 11 olarak açıklanan 2021’in büyüme oranı için “Büyüme gerçekten bir illüzyon ya da Türkçe karşılığıyla tam bir yanılsama. Çünkü yüzde 11 ekonomiyi büyütüyorsunuz. Fakat aynı süreçte emeğin milli gelirden aldığı pay 3 puan düşüyor. Bu açıklanabilir bir şey değil. Çünkü sonuç itibariyle değeri yaratan emekçi. Fakat onların aldığı pay düşüyor. Alım gücü düşüyor, yoksulluk daha da artıyor. İşin daha da kötüsü insanların borçluluğu katlanıyor. Oysa büyüme nedir? Halkın refahınadır.” diyerek sözlerini noktalıyor.
(HA)