Massachusetts Amherst Üniversitesi’nde (University of Massachusetts Amherst) iktisat doktorası yapan Esra Nur Uğurlu’yla olan söyleşimiz devam ediyor.
Dün AKP’nin iktidarı sonrası neoliberal politikaları ve hükümetin ‘rekabetçi kur’ söylemini konuştuğumuz Uğurlu’yla bugünün konusu dünya piyasaları, dünya piyasalarında yaşananların Türkiye ekonomisine etkisi ve ekonomik büyümenin haklın refahına katkı sunup sunmadığı.
TIKLAYIN - Türkiye'de ekonomik çöküş nasıl başladı?
Enflasyon geçici mi, kalıcı mı?
ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği ülkelerinde enflasyon oranlarının yükselişte olduğunu görüyoruz. Enflasyonist sürecin geçici mi yoksa kalıcı mı ve arz mı yoksa talep mi kaynaklı olduğuna dair tartışmalar yapılıyor. Bu tartışmalardan Türkiye ekonomisine dair ne gibi çıkarımlarda bulunabiliriz? Bu ülkelerde yaşanan gelişmelerin Türkiye’yi önümüzdeki süreçte nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
ABD’de enflasyonun son 30 yılın en yüksek seviyesine (yüzde 6) ulaşmasıyla birlikte enflasyon üzerine hararetli tartışmalar yaşanıyor. Bu tartışmalarda iki kampın oluştuğunu görüyoruz. Bir tarafta eski ABD hazine bakanı Larry Summers’ın “team transitory (geçici takımı)” olarak adlandırdığı grup diğer tarafta ise enflasyonun daha kalıcı olduğunu öne süren “team permanent (kalıcı takımı)” var.
Enflasyonun geçici olduğunu düşünen grup enflasyondaki artışın talepten ziyade arz kaynaklı olduğunu, pandemi koşullarının düzelmesi ve tedarik zincirlerindeki aksaklıkların giderilmesiyle birlikte enflasyondaki artışın duracağını öne sürüyor.
İçerisinde Larry Summers’ın da bulunduğu enflasyonun kalıcı olabileceğini iddia eden grup ise Biden hükümetinin iç talebi fazla canlandırmış olmasına ve emek piyasasının darlığına bağlı olarak gelişebilecek olası bir fiyat-ücret sarmalı nedeniyle ABD’nin enflasyonist bir sürece girdiğini belirtiyor.
Türkiye’de Para Politikası Kurulu (PPK) karar metinleri ABD’de yaşanan bu tartışmaların Merkez Bankası tarafından takip edildiğini gösteriyor. PPK açıklamalarında Dünya genelinde gözlemlenen enflasyon artışının tedarik süreçlerindeki sorunlardan kaynaklandığı ve bu hızlanmanın geçici olduğu ileri sürülüyor. Ayrıca FED’in bir süre daha varlık alım programına devam edeceğine ve faiz artırımına gidilmeyeceğine dair biz kanı olduğunu görüyoruz.
“Geçici diyenlerin iyimserliğini paylaşmıyorum”
ABD’den gelen veriler emek piyasasında gerçekten de bir darlık olduğunu, daha basit bir deyişle işverenlerin çalışan bulmakta zorlandığını, gösteriyor. Emek piyasasındaki bu dengesizliğin çalışma koşullarının yeterince iyi olmaması, ücretlerin düşük olması, kadınların işgücüne katılımını zorlaştıran okulöncesi eğitim altyapısındaki eksiklikler gibi çeşitli sebepleri olabilir.
Ürün piyasasına baktığımızda ise Biden yönetimin ABD gayrisafi milli hasılasının yaklaşık yüzde 15’ine tekabül eden mali genişleme paketini uygulamaya soktuğunu görüyoruz. Uluslararası tedarik zincirlerinde sorunların yaşandığı, enerji fiyatlarının dünya çapında yükseldiği, emek piyasasının dar olduğu ve mali harcamaların talebi canlı tuttuğu bir ekonomide enflasyonun geçici olmasını beklemek bana pek gerçekçi gelmiyor. Bu nedenle ben Merkez Bankası’nın ve ABD’de enflasyonun geçici olacağını öne süren iktisatçıların iyimserliğini paylaşmıyorum.
“Ekonomik darboğazın daha da derinleşmesi...”
Bu gelişmelerin Türkiye’yi nasıl etkileyeceği sorusuna gelelim. Çarkların küresek konjonktüre bağlı döndüğü veya dönmediği bir ekonomimiz olduğunu hatırlarsak ABD’de deki makroiktisadi gelişmelerin ve önümüzdeki yılın ikinci çeyreğinde gerçekleşmesi beklenen Fed faiz artışının Türkiye ekonomisi üzerinde kuşkusuz büyük etkileri olacaktır.
Bunu görebilmek için çok uzağa değil 2008-09 krizi sonrasına bakmamız yeterli. Bir önceki soruda da belirttiğim gibi ABD 2008 krizi sonrasında geniş çaplı bir varlık alımı programı başlatmıştı. Bu programın Türkiye gibi ülkelere yansıması yoğun sermaye girişleri şeklinde olmuştu. ABD’nin varlık alım programını durdurması neticesinde uluslararası piyasalardan likiditenin çekilmesinin Türkiye’de politika alanını daralttığından bahsetmiştik.
2008 krizi sonrası koşullarıyla şu an içinde bulunduğumuz koşulları kıyaslayacak olursak 2008 krizini takip eden yıllarda gelişmekte olan ülkelerin bugüne kıyasla daha şanslı bir konumda olduğunu söyleyebiliriz.
Her ne kadar 2008 krizi Türkiye’yi teğet geçmemiş olsa da (Türkiye ekonomisi 2009’da yaklaşık yüzde 4,2 oranında daralmıştı), en azından 2008 sonrasında ABD’de enflasyon oranının düşük seviyelerde dalgalanması sayesinde ABD genişlemeci para politikasına beş yıl gibi bir süre devam edebilmişti. Önümüzdeki yıl gelişmekte olan ülkeler aşı erişimindeki eşitsizlikler nedeniyle pandemi ve ekonomik sorunlarla boğuşurken ABD’de faizler arttırılmış ve sermaye güvenli liman olarak gördüğü ABD’ye dönmüş olabilir.
Bu nedenle Fed’in faiz arttırmasıyla birlikte Türkiye’de yaşanmakta olan ekonomik darboğazın daha da derinleşmesi muhtemel gözüküyor. Türkiye’deki bazı iktisatçılar arasında Fed’in faiz artırmasıyla birlikte Merkez Bankasının U-dönüşü yapabileceği görüşü mevcut. Ben de bu görüşe katılıyorum. Önümüzdeki yıllarda faizlerin yüksek ve TL’nin değersiz olduğu bir tabloyla karşı karşıya olmamız muhtemel gözüküyor.
“Türkiye, gelişmekte olan ülkelerden ayrışıyor”
Peki gelişmekte olan diğer ülkelerdeki durum Türkiye’dekinden farklı mı?
Para politikası bağlamında Türkiye’nin son zamanlarda birçok gelişmekte olan ülkeden ayrıştığını söylemek yerinde olacaktır. Türkiye’de pandemi sonrasında mali genişleme çok sınırlı kaldı. Birçok ülke pandeminin halk üzerindeki olumsuz etkilerini mali harcamalarda dindirmeye çalışırken, Türkiye bunu yerine parasal genişleme ile yani piyasaya kredi pompalayarak ekonomiyi canlı tutmaya çalıştı.
Bu nedenle son aylarda birçok gelişmekte olan ülkede politika faizleri artarken Türkiye’nin faiz indirimlerine giderek bu ülkelerden ayrıştığını görüyoruz. TL’nin diğer gelişmekte olan ülke para birimlerine göre değer kaybetmesinin altında da bu yatıyor.
“Bu tabloya bakıp kriz görmemek maalesef çok zor”
Bir yandan TL değer kaybedip, enflasyon artarken ve yüksek bir işsizlik oranı devam ediyorken diğer bir yandan resmi rakamlara göre Türkiye ekonomisinin bu yılın ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 21,7 oranında büyüdüğü görülüyor. Bu tabloya bakarak bir iktisadi krizden bahsetmek mümkün mü?
Teknik olarak ekonomik kriz iki çeyrek üst üste reel büyüme oranının negatif olması olarak tanımlanıyor. Sadece bu tanıma bakacak olursa Türkiye’nin krizde olduğunu söyleyemeyiz (tabi ki 21,7 gibi yüksek bir rakamın açıklanmasında baz etkisinin büyük bir etkisinin olduğunu hatırlatmakta fayda var).
Fakat sadece bu tanıma bakmanın son derece kısıtlayıcı olacağını düşünüyorum. Büyüme rakamları kadar bu büyümenin sınıfsal dağılımı, işsizlik üzerindeki etkisi, sektörel kompozisyonu ve alım gücünün nasıl etkilendiği gibi birçok faktöre daha bakmak gerekiyor.
Son yıllarda ücretlilerin milli gelirden aldığı payda bir düşüş mevcut. Enflasyon oranı resmi rakamlara göre geçtiğimiz ay yüzde 20 olarak açıklandı. Üretici fiyatlarındaki enflasyon ise yüzde 45’e ulaşmış durumda. Önümüzdeki aylarda üretici fiyatlarındaki bu artışın tüketici enflasyonunu daha da arttırması muhtemel. İşsizlik oranı yüzde 12 civarında. Yoksulluk seviyelerinde bir artış görüyoruz. Bu tabloya bakıp kriz görmemek maalesef çok zor.
Büyüme oranlarının tek başına yeterli bir gösterge olmadığını anlamak için Türkiye’nin liberal iktisatçılar tarafından her fırsatta övülen “başarı” dönemine de bakmakta fayda var. Türkiye ekonomisi 2002-07 yılları arasında yaklaşık yüzde 7,2 oranında büyüdü.
Fakat sermaye girişlerine bağlı gerçekleşen bu büyüme sürecinde yatırım oranlarında kayda değer bir artış yaşanmadı, cari açık derinleşti ve üretim sektörel kompozisyonu düşük verimliliği olan sektörlere doğru kaydı. Bu dönemde uygulanan iktisadi politikalar Türkiye’nin 2013’ten bu yana cebelleşmekte olduğu sorunlara bir nevi zemin hazırladı. Bu da bize ekonominin performansını değerlendirmek için büyüme rakamlarının her ne kadar önemli olsa da yeterli olmadığını gösteriyor.
Röportajın üçüncü ve son kısmı yarın...
Esra Nur Uğurlu hakkında2014'te Orta Doğu Teknik Üniversite’si İktisat Bölümü'nde lisans eğitimini tamamladı. 2016-18 arasında Berlin School of Economics and Law’da ve Université Paris 13’te Uluslararası İktisat alanında master yaptı. Eğitimine 2018'ten beri University of Massachusetts Amherst İktisat Bölümü'nde doktora yaparak devam ediyor. University of Massachusetts Amherst, Boğaziçi Üniversitesi ve University of the Witwatersrand'da lisans ve yüksek lisans düzeylerinde dersler verdi. Şu anda Politik Ekonomi Araştırma Enstitüsü’nde (PERI) araştırma asistanı olarak çalışıyor. Doktora tezinde gelişmekte olan ülkelerde tüketici kredisi genişlemelerinin yapısal dönüşüm üzerindeki etkileri ve reel döviz kuru sapmalarının ekonomik ve politik sebepleri üzerine çalışıyor. |
(HA)