*Fotoğraf: Boğaziçi akademisyenleri
Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Değerli okurlar,
Bildiğiniz gibi, Türkiye’nin en güzide üniversitelerinden Boğaziçi Üniversitesi’nde 2 Ocak 2021 tarihinden beri Rektörlük kaynaklı birçok istenmeyen sorun yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor. Ülkemizin, aile yapıları, dünyaya bakışları, siyasi görüşleri birbirinden çok farklı olan en başarılı ve çalışkan gençlerinin okumak için ilk tercih ettikleri bu kuruma bir yıldır verilen hasarın bir kısmını basından veya sosyal medyadan takip etmişsinizdir. Yine de ben burada sizlere tüm olanları kronolojik sırayla tekrar özetlemek istiyorum.
Niçin direniyoruz?
50 yıllık bir kamu üniversitesi olan Boğaziçi Üniversitesi’nde olanlar, Türkiye yükseköğretim sisteminin nasıl çökertildiğinin en son ve canlı örneği olarak karşınızda duruyor. Yazım biraz uzun. Ancak okuyunca, biz akademisyenler başta olmak üzere mezunlar, öğrenciler ve tüm bileşenlerin neye, neden karşı çıktığı daha da iyi anlaşılacaktır diye düşünüyorum. Hedefimiz, sadece Boğaziçi Üniversitesi’ni savunmak değil, ülkenin iyi işleyen kamu kurumlarının yıkım projesine kamuoyu desteği ile dur demektir.
Neden Melih Bulu?
Olaylar tam bir yıl önce, 2 Ocak 2021 tarihinde bir cumhurbaşkanı kararıyla üniversite dışından bir isim olan Melih Bulu’nun rektör atanmasıyla başladı. Büyük bir şaşkınlık yaşandı çünkü üniversitede hemen herkes rektörlüğe tekrar aday olan önceki Rektör Mehmed Özkan’ın yeniden atanmasını bekliyordu. Neden Melih Bulu gibi deneyimsiz ve nitelikleri sorgulanan bir isim seçildi? Tam detaylara girmeyeceğim ancak şunu söyleyebilirim ki, 2016-2020 arasındaki görev süresi boyunca tüm eleştirilere, zorluklara ve baskılara rağmen üniversitemizi korumaya ve kurum için başarılı çalışmaları sürdürebilmemize fırsat yaratmaya çalışan önceki Rektör Mehmed Özkan neden atanmadı ise Melih Bulu da tam bu nedenlerle atandı. Bulu, Ankara’dan eline tutuşturulmuş bir “yapılacaklar listesi” ile üniversiteye gönderildi. Bu listedekiler, kuruma o kadar radikal ve hukuksuz müdahaleler içeriyordu ki ancak böyle bir isim ile uygulamaya konulabileceği düşünüldü, muhtemelen.
Gelir gelmez yaptıkları...
Melih Bulu’nun rektör atamasından yaklaşık bir ay sonra üniversitenin yetkili üst kurullarının onayı, hatta haberi bile olmadan iki yeni fakülte (Hukuk ve İletişim) açıldı. Bu fakültelerin açılmasına dair üniversitenin eski yönetimlerinin bir talebi olmuş muydu? Hayır. Üniversitenin 5 yıllık Stratejik Planında böyle bir proje var mıydı? Hayır. İki yeni fakülteye ülkenin veya Boğaziçi’nin ihtiyaç var mıydı? Hayır. Bir rektör, fakülte kurulması için tek başına karar alıp YÖK’e iletebilir mi? Tabii ki, hayır. Ama bildiğimiz, Ankara’da bazı üst makamlardaki isimlerin uzun yıllardır Boğaziçi Üniversitesi’nde bir hukuk fakültesi kurulmasına ilişkin düşünce ve telkinlerinin olduğu.
Hemen sonra Hukuk Fakültesine, yine üniversitenin ilgili kurulları devre dışı bırakılarak dışarıdan bir dekan atandı ve Senatodaki koltuğuna yerleştirildi. O da yetmedi, olmayan fakülteye bir de, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesinden bir Dr. Öğretim Üyesi gizlice görevlendirildi ve senatör yapıldı. O da Senatoda bir koltuk kapmış oldu. Bu kişiler toplantılarda oy vermeye başladı. Biliyor musunuz en çok neye üzülüyor insan; hukuk bilgisi, adalet duygusunu beraberinde getirmiyormuş meğer! Bir Hukuk Fakültesi hukuksuzca açılıyor, hukukçular, bilgi ve deneyimlerini, hukuksuzluğu en çabuk ve en marifetli şekilde nasıl icra ederiz diye planlar yapmak üzere kullanıyor. Bunlar affedilir gibi değil.
Bu arada, Senato ve Üniversite Yönetim Kurulundaki (ÜYK) mükerrer oy fırtınasına değinmem lazım. Önce şunu not edeyim, tam bilmeyenler için; Senato bir üniversitedeki en üst akademik organdır. Üniversitenin işleyişine dair en temel kararlar burada alınır. Öğretim üyelerinin hangi ölçütlere göre atanacağı veya yükseltileceği de buna dahildir. Aynı şekilde, ÜYK da üniversitenin üst düzey kararlarının alındığı bir yürütme organıdır.
Üniversitenin bütçesinden, yurt ücretlerine, öğrenci işlerinden, bir öğretim üyesinin doçent veya profesör kadrosuna atanma kararlarına, kısa ve uzun süreli görevlendirmelere kadar birçok önemli konu burada karara bağlanır. Melih Bulu zamanında bir gecede ortaya çıkan Hukuk Fakültesi adına iki isim Senatoda yer alırken, yine olmayan İletişim Fakültesinin dekanlığı, Sosyal Bilimler ve Fen Bilimleri Enstitülerinin müdürlükleri, Mühendislik Fakültesi dekanlığı, Rektör Yardımcıları olarak Bulu yönetimde yer alan, Naci İnci, Fazıl Önder Sönmez ve Gürkan Kumbaroğlu arasında velaketen paylaştırıldı ki, Senatoda ve ÜYK’da istedikleri gibi oy kullanabilsinler, istedikleri kararları geçirebilsinler.
Eş zamanlı olarak, idari kadrolar alt üst edilmeye başlandı. Genel Sekreterlik ve Personel Daire Başkanlığına sanki üniversite içinde kimse yokmuş gibi dışarıdan isimler getirilmesi, en deneyimli şube müdürlerinin kasıtlı olarak ikinci, üçüncü derece mevkilere atanması bunların en açık göstergesi oldu.
Kampüsü cehenneme çevirdiler
Ocak-Temmuz arası, Melih Bulu, yardımcıları ve Ankara’dan en üst makamlardan torpilli Genel Sekreter kampüsü cehenneme çevirdiler; kampüsün her yerine taktırılan güvenlik kameraları, sayıca artmış özel güvenlik görevlileri, sivil polisler, resmi polisler, pusuda bekleyen bir dizi polis aracı, tomalar, ürkütücü siyahlıkta makam araçları ile rektörlüğe girip çıkan gizemli şahıslar, “kampüsün sahibi artık biziz” havasında dolaşan Rektör Danışmanları ve en dehşet vericisi de öğrencilere uygulanan şiddet buna dair en üzücü örnekler oldu.
Büyük zorluklarla bu üniversiteyi kazanmış, evleri olarak gördükleri kampüsü, üniversiteyi ve ilkelerini koruma refleksi ile barışcıl protesto haklarını kullanan gencecik öğrencilerin özel güvenlik ve polis şiddetine maruz kalması, kampüste yerlerde sürüklenmesi ve göz altına alınması, tutuklanması, yönetimdekilerin öğrenciye yaklaşımını ve vahim amaçları için herşeyi göze aldıklarını da belgeledi. Bu bağlamda, özellikle üniversitenin kapısına güvenlik görevlilerince kelepçe takıldığı 4 Ocak 2021 tarihi ve sonrasında öğrencilerimizin şiddete maruz kaldığı ve göz altına alındığı 1 Şubat ve 3 Temmuz 2021 olayları, üniversitemizin ve aslında tüm ülkenin tarihine kara leke olarak geçti.
Ve Melih Bulu görevden alındı
Sonra ne mi oldu? Melih Bulu görevinden alındı. Tarih: 15 Temmuz 2021. Tahminim o ki Melih Bulu, kuruma zarar verme konusunda istenildiği kadar gizlice ve hızlı haraket edemedi ki, Ankara’da bazı kişiler, oyuncu değişikliğine gitmeye karar verdi. Kendisi bile ne olduğunu anlayamadı. Bulu, geldiği gibi gitti ve Boğaziçi Üniversitesi’nin en karanlık dönemini başlatan kişi olarak tarihe geçti. Bu arada sadece rektörlüğü mü bitmiş oldu? Hayır, bence tüm kariyeri ve geleceği de şahsi ihtirasları yüzünden yok oldu.
Bulu gitti, İnci geldi
Bulu’nun ardından Naci İnci, 15 Temmuz 2021 tarihinde vekâleten rektörlüğe getirildi. Vekil iken ilk icraatı neydi biliyor musunuz? Türkiye’nin belgesel sinemacılık alanındaki en yetkin isimlerinden olan ve Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümünün Film Çalışmaları Sertifika Programında 2007 yılından beri ders veren Can Candan’ın işine son vermek! Durum o kadar hukuksuzluk dolu ki, Can Candan’ın Temmuz ortası görevine son verilmesine dayanak olarak gösterilen rektörlük soruşturması bile yoktu ortada. Böyle bir gereklilik, ancak 29 Aralık 2021 tarihinde mahkeme soruşturma belgelerini isteyince akıllarına geldi, rektörlüktekilerin!
İnci'nin icraatları
Böylece aynı programda yıllardır yarı zamanlı ders veren Feyzi Erçin’e bir önceki ay yapıldığı gibi, Can Candan’ın da, bölüm/fakülte kararları ve öğrenci talepleri dikkate alınmadan, haksız, hukuksuz şekilde ders vermesi engellenmiş oldu. Naci İnci, izleyen aylarda, bu kez asaleten atanmış rektör olarak, aynı programda film kurgusu dersi veren Özcan Vardar ile caz dersleri veren Seda Binbaşgil’in derslerini kapattı. Bununla da yetinmedi, bu hocaların kampüse girişlerine yasak getirdi. Bu inanılmaz kararın, İnci’nin sözlü talimatı ötesine geçmediği halde güvenlik görevlilerince uygulandığı anlaşıldı.
Naci İnci’nin bu öğretim elemanlarıyla şahsi sorunu olduğunu düşünenler olabilir ancak asıl durum şu ki, kendisine bir şekilde muhalafet etmiş ve etmekte olan tüm öğretim elemanları aslında listede. Sadece kadro konumları daha kırılgan olan ve iş güvencesi daha az olan isimlerle bu kıyıma başlandı. Nitekim, başka bir kırılgan grupta yer alan yabancı uyruklu bir öğretim üyesinin görevine dönem ortasında aniden son verildi. Nedeni ise belirtilmedi. Matematik Bölümünden ve diğer bölümlerden bu hocamızın dersini alan öğrencilerin mağduriyetine sebebiyet veriyor olmak kimsenin umrunda olmadı, ne yönetimin ne de YÖK’ün! Kamu idarelerinde hesap verilebilirliğin ortadan kalktığı durumlarda neler olabileceğine dair çok çarpıcı örnekler bunlar.
Yüzde 95 oranında ret oyu aldı
Naci İnci’nin 20 Ağustos 2021 tarihinde rektörlüğe asaleten atanması öncesine tekrar dönecek olursak, not edilmesi gereken bir konu da, Temmuz sonunda öğretim elemanları arasında yapılan bir güvenoyu yoklaması. Buna göre, rektörlüğe adaylığını koyan 19 öğretim üyesi içinde Naci İnci ve Gürkan Kumbaroğlu’na olan güvensizlik sayılarla da tescillenmiş oldu; 746 seçmenin yüzde 82’sinin oylamaya katıldığı süreçte İnci ve Kumbaroğlu’na yüzde 95 oranında ret oyu çıktı. Ankara’da ilgili çevrelerce, rektörlük süreçlerine ilgi göstermemekle her zaman suçlanan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri arasından çıkan ve akademisyenlerden tam destek alan 17 rektör adayından hiçbiri nasıl olduysa Ankara’daki ilgili üst merciler tarafından tercih edilmedi. Oysa ki içlerinde hemen hepsi akademik başarı ve idari deneyim açısından Naci İnci’den çok daha yetkin konumdaydılar. YÖK’ün rektörlük süreçlerini nasıl yürüttüğü hiçbir şekilde açıklanmadı. Hȃlȃ kimse bilmiyor. Ancak neden bu 17 adayın değil de, Naci İnci’nin tercih edildiği, İnci’nin rektör olarak atandıktan sonra yaptığı bir dizi haksız ve hukuksuz icraata bakılınca anlaşılıyor, kanımca.
Dehşet verici kararlara imza attı
20 Ağustos 2021 tarihinde asaleten rektör olarak atanınca, Naci İnci en başından beri çok istediği rektörlük makamına kavuşmuş oldu. Neden “en başından beri” diyorum çünkü Kasım 2020 rektörlük başvurularında aday olan ve adaylığını Boğaziçi kamuoyundan gizleyen İnci, kendisi yerine Melih Bulu’nun atanmasına zaten inanamamıştı.
Altı ay boyunca fırsat buldukça rektör yardımcısı değil rektör gibi davranmıştı, “asıl rektör benim” tavırları gösteriyordu. Naci İnci rektörlük makamına resmi olarak geçince, diğer iki Rektör yardımcısı da yine aynı pozisyonlarında Naci İnci ile birlikte Üniversite tarihinin belki de en dehşet verici kararlarına imza atmak için 2021 yılının ikinci yarısında tekrar sahaya çıkmış oldu.
Doğrusunu söylemek gerekirse ben, biraz da naif bir görüşle, Ağustos’ta rektörlüğe atananların, Melih Bulu vakasından ders alarak ve normalde rektörlük süresinin 4 yıl olduğunu düşünerek, normalleşmeyi sağlamaya yönelik bazı adımlar atacağını ve öğretim üyelerini kazanmaya çalışacaklarını düşünmüştüm. Ne de olsa bu üç öğretim üyesi Boğaziçi Üniversitesi’nde yıllardır çalışan ve kariyerlerinde bir noktaya bu kurum sayesinde gelmiş kişilerdi. Özellikle bu kuruma bir kez değil iki kez kabul edilen Naci İnci’den bunu bekledim (hatırlanacağı gibi, Naci İnci, 1994’te Boğaziçi’ne kabul edilmiş, 1996 yılında bu kurumdan doçentliğini almış ancak 1999 yılında burayı bırakıp bir vakıf üniversitesine geçmiş ve oradan memnun kalmayıp 2005 yılında tekrar Boğaziçi’ne başvurmuş ve kabul edilmiş biridir).
Bu arada bir parantez açmak isterim: Mütedeyyin kişilerin bu üniversiteye öğretim üyesi olarak alınmadığına dair retorik sürekli karşımıza çıkıyor. Bu yalanları ortaya atanlar, Naci İnci’nin bir değil iki kez aynı bölüme kabul edildiğini belki bir kenara not etmek isterler. Bu noktada söylenecek çok şey var ancak şu kadarını söylemek isterim ki, bu tür söylemler, bu üniversitenin seküler duruşu, belli bir ideolojiyi yüceltmeyip tüm görüş ve inançlara aynı mesafede konumlanmasından rahatsız olan bazı çevrelerce kasıtlı olarak üretiliyor.
Buradaki öğretim üyelerinin tümünü aynı inanç ve ideolojik kalıplar içinde göstermeye çalışmak bir akıl tutulmasıdır ve gerçeği kesinlikle yansıtmayan, bizleri de rencide eden ucuz bir taktiktir. Bu kurumda çok farklı görüş ve inançlar temsil edilir. Burada ortak olan belki de tek inanç, akademik liyakate, özgürlükçü, özerk üniversiteye, demokratik süreçlere ve hukukun üstünlüğüne olan inançtır. İşte bu inanç ve kapsayıcılıkla hareket ettiğimiz ve her koşulda bunu savunduğumuz için yetiştirdiğimiz her kesimden mezunumuz, kalıplarını aşmış sadece Türkiye için değil, tüm dünya için fark yaratan bireyler olmuştur.
İnci şikayetiyle öğrenciler hapse atıldı
Bu parantezden sonra tekrar Ağustos sonrası yönetime dönecek olursak, Naci İnci ve ekibi maalesef akıllara durgunluk verecek vahim hatalar, usulsüzlükler ve haksızlıklar yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar. Öğrenci, öğretim elemanları ve bir kısım idari personele karşı hasmane tutumlarını daha da arttırdılar. İlginçtir Ankara tarafından değişik biçimlerde verilen üst düzey desteğe rağmen, yönetimdekilerde korku ve güvensizlik iyice su yüzüne çıktı; polis varlığı ve polis şiddeti ilk 6 ayda olanları bile geçti, gencecik öğrenciler hapse atıldı (iki öğrencimiz bizzat Naci İnci’nin şikayeti üzerine Ekim ayından beri tutuklu), öğrencilere fiziksel olarak uzaklaştırma kararı çıkarttıldı, tüm fakültelerden yüzlerce evet yanlış okumadınız yüzlerce öğrenciye disiplin soruşturmaları açıldı ve açılmakta.
Öğretim üyeleri de hedefinde
Öğrencilere açılması istenilen disiplin soruşturmaları, nihayetinde biz akademisyenleri ve dekanları da soruşturmak için baskı unsuru olarak kullanılıyor. Kısacası, öğrencilerin yanı sıra öğretim üyeleri de hedefte. 16 öğretim üyesi için açılmış savcılık soruşturması bunun ilk göstergesi. 50 yıllık bir kamu kurumunu yüz akıyla bugünlere getirmiş, hayatlarını bu kuruma adamış biz öğretim üyeleri ile Türkiye’nin en başarılı öğrencileri birden kötü bireyler olduk, hatta teröristlikle ilişkilendirildik. Gerçekten esef duyulacak yaklaşımlar bunlar.
Öğrenci ayağında verilen hasarlar, adli soruşturmalar, disiplin cezaları ile kısıtlı değil. Öğrencilerin sanal ortamda bile faaliyetleri sansürleniyor. Kampüsten koparılan öğretim elemanlarıyla sanal ortamda bile söyleşi gerçekleştirmeleri yasak. Özgürlükçü ortamıyla nice başarılı gençler yetiştirmiş Boğaziçi’nde artık gerçekten birçok şey yasak. Öğrencilerin kampüsteki yaşamlarını kolaylaştırmaya ve zenginleştirmeye çalışan kurulların çoğu işlevsiz kılınmış durumda. Örneğin, Boğaziçi’nde artık işleyen bir Öğrenci Dekanlığı yok. Sadece öğrenci işlerinden sorumlu bir Rektör Yardımcısı var. O ne isterse, o oluyor. Yönetim, öğrencilerle karşılaşmaktan o kadar ürküyor ki, birçok üniversitenin yüz yüze mezuniyet töreni yapabildiği Eylül 2021 başında bile Boğaziçi Üniversitesi’nin genel töreni sanal ortamda ve tabii yorumlara kapalı şekilde gerçekleştirildi. Öğrencilerini savcılığa bizzat şikayet edebilen Rektörlüğün genel mezuniyet törenini yüz yüze yapmaktan kaçınması şaşırtıcı değil, tabii.
Ancak insan kısyaslamadan edemiyor; seçilen değil atanan rektör olarak göreve geldiği için 2016-2020 arası 4 yıl boyunca her mezuniyet töreninde öğrencilerin sırtlarını dönerek protesto ettiği Mehmed Özkan’ın pandemiye rağmen 2020 yılı son mezuniyet törenini yüz yüze yapabilmek için ne kadar uğraştığına ben bizzat şahit oldum. Öğrenciler yeter ki mezuniyetlerini kampüste yaşayabilsin diye, aşının bile henüz ortada olmadığı bir dönemde sağlık koşullarını layıkıyla temin ederek hepsini kampüse davet etmişti. Onların yine de kendisini protesto edeceklerini biliyordu, öyle de oldu. Ama mezuniyette öğrencilerle karşı karşıya gelmekten çekinmedi, onları kampüste bir törenle ağırlamaktan kaçınmadı.
Verdiği hasarlar bitmiyor
Okumaktan yoruldunuz belki ama Naci İnci ve ekibinin verdiği hasar listesi henüz bitmedi. “Araştırma üniversitesiyiz”, “dünya ligindeyiz” diye yeri gelince övünen yönetim, Boğaziçi’ni Boğaziçi yapan en önemli değerlerden olan Sosyal ve Beşeri Bilimlerde üst düzey lisansüstü çalışmaların koordinasyon merkezi olan enstitünün başına YÖK’ün de hazin girişimi ile dışarıdan birini (eski Gediz yeni adıyla Bakırçay Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden bir doçenti) 40b ile görevlendirip müdür olarak atadı.
Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde (SBE) müdür olacak birinin enstitüye bağlı birimlerden ve oralarda yürütülen lisansüstü çalışmalardan habersiz biri olması büyük bir sorundur. Üniversite için büyük bir eksikliktir.Biliyoruz ki enstitü müdürünün, Senatoda oy hakkı olması nedeniyle, ne Melih Bulu ne Naci İnci, oraya üniversitemiz içinden seçilen müdürü atamak istemedi. Yeni bir eğilim belirleme yapılmasına da izin vermedi. Son bir yıldır, SBE’de işlerin yürüyor olabilmesi ise sadece ve sadece atanmayan SBE eski müdürünün orada yıllar içinde kurduğu sistem sayesinde olmuştur. Tüm akademik birimleri ve öğretim üyelerini yok sayarak dışarıdan görevlendirilen yeni müdürün, Senatoda Rektörlüğün tarafında oy vermekten başka bir işlevi olmayacaktır.
Açıkçası, İnci yönetimindeki Rektörlüğün Senatoda kendi lehine oy verecek sayıyı elde etmeye çalışmasının da artık anlamı kalmadı çünkü zaten şu ana kadar Senato işlevsiz kılındı. Bir örnek mi? Tepeden inen Hukuk Fakültesine öğretim elemanı almak için Temmuz ve Aralık aylarında verilen iki ayrı kadro ilanına bakınız.[1],[2]
Hukuksuz şekilde kadro ilanları
Düşünün, bir gecede bir Hukuk Fakültesi açılıyor, Senatoda, bu fakülte içinde yer alacak bölümler, ana bilim dalları karara bağlanmadan, atama kriterleri belirlenmeden, eğitim dili sorunu tartışılıp netleştirilmeden, ÜYK’da da kadro kullanımına dair karar alınmadan hukuksuz şekilde kadro ilanları veriliyor ve üstüne üstlük kadro şartları, belli kişileri tarif eder nitelikte hazırlanıp ilan ediliyor. Daha önce kişiye özel kadro ilanları konusunda hassasiyetini açıklayan YÖK buna seyirci kalıyor. Rektörlük, Temmuz ilanları sonrası kadrolara kimlerin nasıl bir süreç ile alındığını kesinlikle açıklamıyor. Kamu Hukuku ve Özel Hukuk Bölümleri altında toplam 8 ayrı anabilim dalı açılmış olduğunu, Senato ve ÜYK dahil, tüm üniversite kamuoyu ilanlarından öğreniyor. Ankara’nın Boğaziçi Üniversitesi’ne reva gördüğü yönetim ve uygulamaları işte bu.
Yönetimin ve onların bu göreve gelmesinde rol oynamış olan kişi ve kurumların en büyük korkusu, üniversitedeki liyakat sahibi ancak kendi iklimlerinden olmayan, onlara demokratik süreçleri ve üniversitenin ilkelerini hatırlatan akademisyenlerdir. Üniversitemizdeki dengelerin sadece sadakat üzerine kurulu olmasını isteyen, liyakat ve özerklik sözcüklerinden ürken Rektörlük ekibi ve Ankara’daki destekçileri, bunun için tüm adımları atmış durumda.
Planın arkasında kimler var
Yeni açılan fakültelere atanan dekanlar, senatörler, dekan vekillikleriyle mükerrer oy kullanan rektör yardımcıları, seçilmiş ama atanmayan enstitü müdürleri, aylardır YÖK tarafından atanmayan Mühendislik Fakültesi dekanı, görevden yıldırmak için baskı uygulanan diğer 3 fakültenin dekanı ve tabii son hamle, bölümlerin olumsuz görüş bildirmesine rağmen kurulan yepyeni bir enstitü! Duymuşsunuzdur; 30 Aralık 2021 tarihi itibarıyla “Veri Bilimi ve Yapay Zeka Enstitüsü” adında bir enstitü kuruldu.
Böyle bir enstitüye gerek var mıydı? Kesinlikle yoktu. Boğaziçi’nde veri bilimi ve yapay zeka alanlarında çalışan birimler yok mu? Var, hem de kaç tane. Şimdi yakında bu enstitüye de bir müdür atanacak ve o da Senatodaki koltuğuna yerleşecek. Enstitü kendi kadrolarını oluşturduğu zaman istihdam edilecek isimlere bir bakın ki bu planın arkasında kimler var anlayın.
Durum şu ki, asıl planlanan Boğaziçi Üniversitesi’nde bir vasıfsızlar ittifakı ile kadrolaşmanın önünü açmak. Bu konuda diğer bir araç ise, 1416 yurt dışı bursu. MEB ve YÖK el ele kimseye danışmadan çok sayıda bursiyeri 1416 sayılı yasa çerçevesinde Boğaziçi Üniversitesi adına yurt dışına yollayıp dönüşte liyakata bakmadan öğretim elemanı olarak üniversiteye yerleştirmek istiyor. Normal süreçlerde yani nitelik ve liyakata dayalı şeffaf akademik süreçler çerçevesinde atanamayacak olan kişileri, Senato tarafından kabul edilen Öğretim Üyeleri Atama ve Yükseltme Esaslarından muaf tutarak tek rektör imzası ile işe başlatma hamlesinin ilkini Naci İnci Kasım başında yaptı. Devamını getirmek için de çabalıyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nde 1416 burslusu öğretim üyesi yok mu? Var tabii. Ancak hepsi Senatonun kriterlerini sağlayan ve birimlerce sıkı bir değerlendirme süreci ile seçilmiş akademisyenler. Bir üniversitenin kendi öğretim elemanlarını seçme şansını elinden alırsanız orada artık herhangi bir kalite standartı beklentiniz olamaz. Olayın diğer bir yönü de yurt dışı burslularının, neden ciddi anlamda öğretim elemanı ihtiyacı olan kamu üniversitelerine değil de, bu konuda bir talebi olmamış Boğaziçi Üniversitesi’ne yerleştirilmeye çalışıldığı? Sorumsuzca, plansız, programsız açılan yüzlerce üniversitenin akademik kadrolarına öğretim elemanı bulma sorunu ortada iken, neden ihtiyacı olan kurumlar değil de Boğaziçi Üniversitesi? Yanıtı tahmin ediyorsunuz.
Personel kıyımına devam ediyor
Hasar listesi bitti sanıyorsunuz, değil mi? Bitmedi. Önemli birkaç konu daha var. Tüm resmi görmek ve direnişin nedenlerini anlamak için lütfen devam edin, okuyun. Ciddi sorunlardan biri, Ankara tarafından bir üniversitenin en önemli konumlarından birine, yani genel sekreterliğe getirilen kişinin öğrenci olaylarında şiddeti tırmandırma başarısının yanı sıra hem yüksek lisans hem de doktora tezlerinde intihal soruşturmasına da dahil olmuş olma becerisi.
Ancak Türkçe yazılmış bu iki tezde intihal var mı yok mu konusunda haber yapmak bile yasaklandı. Bu kişiyi ÜAK-YÖK birkaç ay önce doçent ünvanıyla taçlandırdı. İnsan bazen düşünüyor; söylediği ile yaptığı birbirini tutmayan YÖK’ün varlık nedeni kaldı mı artık? YÖK üyeleri arasında değerli birkaç isim vardı. Hepsi mi bu olanlara seyirci kalacak?
Bu arada, Melih Bulu zamanında başlayan idari personel kıyımına devam ediyor. Naci İnci ve ekibi, kendilerine ideolojik olarak yakın gördüğü isimleri, deneyimsiz de olsalar, üst makamlara atamayı sürdürüyorlar. Ek olarak, Genel Sekreterin dışarıdan olması yetmezmiş gibi yardımcıları da dışarıdan transfer edildi. Bir duyuma göre, genel sekreter yardımcısı, “Biz bu üniversiteyi temizlemeye geldik” diyormuş. Düzeysizliği bir tarafa, hakkında suç duyurusu yapılacak kadar ciddi olan bu ifade doğru mu, araştırılmalı. Burada nasıl bir temizlik söz konusu tüm kamuoyuna açıklanmalı ki üniversiteyi nasıl bir tehlike bekliyor herkes öğrensin. Dışarıdan gelen Genel Sekreterlik ekibi o kadar güç sarhoşu olmuş ki, keyfi nedenlerle istedikleri bir idari personelin hemen yerlerini değiştiriveriyor. Bazen rektör kim, o da karışıyor gibi.
Kendi dediği olsun istiyor
Belki biliyorsunuzdur, Üniversitenin birçok kurul ve komisyonu var. Daha bir yıl öncesine kadar Senato veya ÜYK tarafından oluşturulan kurul ve komisyonlara, üyeleri artık tek kişi yani Rektör atıyor. En son örneği Akademik Dış İlişkiler Komisyonu. Neden mi? Çünkü herhangi bir komisyonda kendilerinden farklı görüş ifade eden bir üye olması bu yönetimin kaldırabileceği bir durum değil.
Bir de şu var ki söz konusu komisyonun görevi üniversitenin uluslararası değişim süreçlerine yön vermek. Rektörlük burada da kendi dediği olsun istiyor. Nitekim istedikleri gibi oldu; son yapılan yurt dışı anlaşma protokollerine baktığınızda, yurt dışı değişim programları için artık sadece vasatlar ligindeki üniversitelere yönelmiş durumda olduğumuzu göreceksiniz.
Naci İnci ve ekibinin güç gösterisi tabii ki eğitim-öğretim faaliyetlerine de direkt olarak sirayet etti. Artık bölümler kendi ders programlarını yapamıyor. “Pandemi koşullarında karma eğitime geçin” diyen YÖK’ten “aferin” alabilmek için bölümlerin aylar önce hazırladığı ders programları, bir Rektör Yardımcı tarafından Güz dönemi derslerinin başlamasına 3 gün kala tamamen değiştirildi. Kimi dersler yüz yüze, kimi dersler çevrimiçi, kimisi de hem çevrimiçi hem yüz yüze yani karma oldu. Senato yine atlandı. Rektör Yardımcısı karar verdi, oldu. Gerekli altyapı ise hazırlanmadı. Tabii bu arada yurtlar tam kapasite (yani küçücük metrekarelere 6-8 kişi sığacak şekilde) açıldı. Rektör Yardımcısı, 158 yıllık eğitim kurumunda öğretim üyeleri, yıllardır verdiği dersleri en iyi şekilde nasıl vereceklerini bilmiyorlarmış gibi onları denetlemeye kalktı. Tam bir utanç tablosu idi bu.
Öğrenci artı öğretim üyesi olarak toplam 33 yıldır bulunduğum bu kurumda öğretim elemanını, yüz yüze ders vermek için görev mahallinde mi diye denetlemeye kalkan bir anlayıştan ben Rektörlük adına utandım, gerçekten utandım. Sonra ne oldu? Vaka artışını tetikleyecek her türlü şartın fazlasıyla mevcut olduğu kampüslerimizde, öğrenciler hastalandı ve yüz yüze derslere çevrimiçi katılmak istedi. Bölüm görüşlerine rağmen dayatılan karma yöntem tam bir fiyasko ile sonuçlandı.
Tutanaklara artık erişilemiyor
Yukarıdaki gibi birçok önemli kararı, artık Rektör, Rektör Yardımcıları veya Genel Sekreter tek başına alıyor. En vahim sorunlardan biri de Senato ve ÜYK’nın artık düzenli toplanmıyor olması. Eskiden Senato aylar öncesinden belirlenen takvime göre, her ay; ÜYK da her iki haftada bir toplanırdı. Naci İnci yönetiminde artık bu yok. O ne zaman isterse o zaman toplanılıyor. İstediği konular gündeme alınıyor, istemedikleri alınmıyor. Bu organların toplandığı nadir oturumlarda Boğaziçi Senatosu ve ÜYK’sının düşürüldüğü durum, toplantılarda üyelere gösterilen tahammülsüzlük ve sürdürülen yakışıksız ve saygısız tutum karşısında insanın gerçekten yüreği burkuluyor. Tutanakların artık erişilir olmaması ise ayrıca dehşet verici bir usulsüzlük örneği.
Son olarak, belirtmeden geçmek istemem; yönetimin akreditasyon/dış değerlendirme toplantıları için Yükseköğretim Kalite Kurulu (YÖKAK) planlamalarına dahil olmaya çalıştığını öğrendik. Gerçekten inanılmaz: hukuksuz atamaları, işlevsiz hale getirilen ÜYK/Senatosu, kendi alacağı öğretim üyesine karar veremeyen ve hatta vereceği dersi bile planlayamayan bölümleri, hapisteki öğrencileri, disiplin cezaları ile eğitim hakkı elinden alınan öğrencileri, haksız yere disiplin cezası vermeleri için baskı gören dekanları, kampüse sokulmayan öğretim üyeleri, dışarıdan atanan 40b yöneticileri ile tanınmaz hale gelen üniversitemizin akreditasyon için YÖKAK ile mesaide olmasını, bu konularla 2019-2021 yılları arasında ilgilenmiş biri olarak çok hazin buldum.
Öğretim üyelerinin, öğrencilerin susturulduğu, özerlik olmayan bir yükseköğretim kurumunda kalite aranabilir mi? Üniversiteyi hiç hesap vermeden yönetebileceklerini sananların yönetimde olduğu bir kurumda, yöneticilerin, ezmeye, bastırmaya çalıştığı öğretim üyeleri ve öğrencilerin başarılarından nemalanarak akredite olmayı hedeflemesi en basit tabiriyle gülünçtür. YÖKAK’ın özerk olmayan üniversitelerin temel faaliyet alanlarında kalite süreçlerini işletebileceğini düşünmesi de aynı derecede hazindir.
Yukarıda özetlediğim gibi, Türkiye’de birçok genç için maddi açıdan erişilebilir olup dünya çapında bir eğitim sunan çok az sayıdaki kamu üniversitesinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi son bir yıldır, planlı şekilde yok edilmeye çalışılıyor. Bu ülkenin ortak bir değeri olarak bu üniversiteye hayatlarını adamış olan birçok meslektaşım gibi ben de olanlardan esef duyuyorum. Üniversiteyi bu planlı yıkıma götüren yönetimin ve bunda sorumluluğu olan tüm kişi ve kuruluşların bu ülkeye ve özellikle de ülkenin gençlerine hesap vermeleri gerekeceğini düşünüyorum. Bu uzun metnin de, Boğaziçi Üniversitesi bileşenlerine son bir yıldır yaşatılanların özeti olarak tüm kamuoyunun bilgisine getirileceğini umuyorum.
Ne olursa olsun, bu kurumun bu sarsıntıları atlatabilmesi için mücadele etmeye ve doğru bildiklerimizi söylemeye devam edeceğiz.
Saygı ve selamlarımla... AG/RT
[1] https://www.ilan.gov.tr/ilan/823919/personel-alimi-akademik-kadro-ve-egitim-ilanlari/akademik-personel-alimlari/bogazici-universitesi-ogretim-uyesi-alim-ilani
[2] https://www.ilan.gov.tr/ilan/911355/personel-alimi-akademik-kadro-ve-egitim-ilanlari/akademik-personel-alimlari/bogazici-universitesi-akademik-personel-alim-ilani