Haberin Kürtçesi için tıklayın
"Hiç aklıma gelmezdi. Rüya gibi şeydi ama oldu"
"Seçmeli dersler çok da önemli sayılmazdı. Fen, matematik gibi derslerin seçilmesi idare için çok daha önemliydi. Okulun başarı oranı düşeceği düşünüldüğünden bu dersler tercih edildi. Lazcaya yüksek bir destek olmadı.."
"Veliler başlarda destekliyorlardı, merak ediyorlardı. Bizi eve davet ettikleri de oldu. Ders çıkışında sınıfa gelip, tahtada ne işlenildi diye bakan oluyordu..."
"İdare olsun, veliler olsun ilk başta gösterdikleri özeni, çabayı göstermediler. Hatırlıyorum da o dönem fıldır fıldır dönen idareciler o dönemden sonra okullarda çocuklara Lazcayı seçin diye bir telkinde bulunmadı. Benim gözlediğim kadarıyla daha sonraki yıllarda idarecilerden sanki bu iş bu kadardı, unutturalım da böyle geçip gitsin havası hissettim. Yeni bir uygulama olacağı zaman idareci zırt pırt mesaj atar velilere bildirin öğrenciye bildirin diye sıkıştırırlar. Ama bu uygulamada lafı bile edilmedi. Süreç öyle tamamlandı."
"Örgütlü birlikte çalışma kültürümüz yok, deli bir özgüvene sahip Lazlar. Strateji, plan yok. Niye seçmeli ders istiyoruz biz, sorusunun cevabı yoktu."
Bu sözler Laz Kültür Derneği'nden İrfan Çağatay ve Bilgi Üniversitesi'nden Bülent Bilmez'in "Sahipsiz Bir Hak Lazca" başlıklı çalışmasında yer alıyor.
Çağatay ve Bilmez, 2012'den 2021'e "Yaşayan Diller ve Lehçeler Seçmeli Dersi" kapsamında Lazca seçmeli ders özelindeki gelişmeleri, eğitim sendikaları, öğretmenler, veliler STK'larla görüşerek raporlaştırdı.
Sahadaki deneyimlerin ve güncel politikaların Lazca üzerindeki etkilerinin incelendiği raporda Lazca seçmeli dersler; "sahipsiz bir hak" olarak tanımlanıyor.
Çok uzun yıllardır Lazca üzerine çalışmalar yapan İrfan Çağatay, rapora ve haberimize başlığını veren "sahipsizliği", "Sahipsiz kaldığımız için dünya üzerinde Lazca konuşanların neredeyse yüzde 98'inin ülkesi olan Türkiye'de Lazca üniversitelerde yok!" sözleriyle açıklıyor.
Bir başka çarpıcı örnek daha veriyor: "Lazlar Düzce Üniversitesi Lazca üzerine doktora yapmış üç akademisyen bulmamızı istedi mesela. Türkiye'de Lazca üzerine hiçbir üniversite ne master ne doktora seviyesinde bir şey açmamış. Açılmamış bölümden doktora yapmış üç kişiyi nereden bulacağız? Ya yumurtadan çıkacak ya tavuk yumurtlayacak, ama ikisi de yok Lazca için. Neticede üniversite de mümkün olmadı."
Lazca'nın 9 yıllık seçmeli ders serüvenini konuştuğumuz İrfan Çağatay'ın bianet'in sorularına yanıtları şöyle:
Öncelikle daha genel bir soru ile başlamak istiyorum. Türkiye’de dil ya da anadili kavramları nasıl algılanıyor? Dile bakış açısı nasıl?
‘Dil’ deyince Türkiye’de Türkçe algılanıyor en başta. Anayasal olarak Türkiye’de anadili ifadesi sadece Türkçeyi içine alacak şekilde kurgulanmış. Anayasa’da Türk vatandaşlarına Türkçeden başka bir dilin “anadili” olarak öğretilemeyeceği açıkça belirtilmiştir.
Uzun yıllar Türkiye’deki anadiller resmi kayıtlara “bilinmeyen bir dil”, “anlaşılmayan bir dil” olarak geçmiş, yani devlet tarafından yok sayılmış, görmezden gelinmiştir. Bu bakış açısı bilhassa son yirmi-otuz yılda ve özellikle Kürtçenin kamu nezdinde tanınırlığı açısından, malum sebeplerden ötürü değişmiştir. Bunun sonucunda Kürtçe Türkiye’deki anadili tartışmalarının merkezine yerleşti.
Yaşayan Diller ve Lehçeler Seçmeli Dersi ile başlayan süreç ise bu değişimin, tanınırlığın Türkiye’deki diğer anadillerini de kapsayacak şekilde genişlemesini sağlamıştır. Bireysel olarak insanlar yüzyıllardır atalarından, dedelerinden aktarıla gelen bu dilleri bütün doğallığıyla, kendi ortamlarında konuşuyorlar. Bunun menedilmesi gereken, kötü bir alışkanlık olduğu düşüncesi Osmanlıda milliyetçilik fikrinin güçlenmesi ve Cumhuriyetle birlikte bu fikrin ulus devletin ana düsturlardan biri olarak kabul edilmesiyle toplumun her bir bireyine empoze edilmeye çalışıldı. Bu propaganda, bilhassa öğretmenler; ücra köylere ‘medeniyet’ getiren köy öğretmenleri tarafından yayıldı. Türkiye’nin pek çok yerinde öğretmenler, dil bilmeyen dolayısıyla "cahil kalmış" halkı Türkçe ile tanıştırdılar.
Sonrasında özellikle anne-babalar çocukları için endişelenmeye başladılar. “Türkçesi bozulur, dalga geçerler, iş bulamaz” diyerek, örneğin Laz ebeveynlerde küçük çocuklarla Lazca konuşmama gibi refleksler gelişti. Anadili yaşlı kuşağın belleğinde sıkışıp kaldı. Bu yüzden Türkiye’de konuşulan pek çok anadili genç kuşaklara aktarılamadı ve günümüzde yok olma tehdidi ile karşı karşıya.
Son yıllarda anadilline karşı bir ilgi yok değil, özellikle sosyal medyada. Ancak bu ilgi anadillerimizi ne derece geleceğe taşıyabilir?Anadilinde eğitim ya da en azından anadili eğitimi olmadan bu pek mümkün görünmüyor.
TIKLAYIN-"Öğrencilerde Lazcanın ayrı bir dil olduğu bilinci oluştu"
Rapora ulaşmak için görsele tıklayın
Lazca seçmeli ders üzerine bir rapor hazırladınız. Geçmiş yıllarda Lazca Karadeniz bölgesinde konuşulan Türkçenin bir lehçesi olarak algılanıyordu, yanılıyor muyum? Bu akış açısı değişti mi ?
Bu aslında Laz adının Osmanlı döneminde “Karadenizli” yerine kullanılmasından kaynaklanıyordu. Eski Trabzon vilayeti Ordu’dan Artvin’e, Gümüşhane’ye kadarki bir sahayı kapsıyordu ve buranın insanlarına Trabzonlu deniyordu. Trabzonlu yerine Laz tabiri de Bizans’tan bu yana kullanılan bir genelleme; aslında Trabzon ve onun hinterlandında yaşayan halkı biraz ‘faklı gösteren/küçümseyen/imalı’ bir şekilde ifade etmek için kullanılan bir jargon. Ama Doğu Karadeniz’den bahseden yazarlar, seyyahlar “asıl Lazistan” ve “asıl Lazlar” olarak ifade ettikleri coğrafyayı ve halkı Trabzon vilayetinin diğer yerlerindeki halktan ayırırlar.
Bununla birlikte Türkçe edebiyatta, tiyatroda, gölge oyunlarında bu eski Karadenizli = Laz eşitliği korunmuştur. Bu eşitlik halkın hafızasında da var.
Son yıllarda Lazların ve Lazcanın ulusal basında, güncel müzik piyasalarında filan biraz daha sıkça görünür olması, en azından algısı açık olan insanlarda bu eşitliğin bozulmasına vesile oldu, ama genel olarak bu eşitliğin toplumsal hafızada hala devam ettiğini söyleyebiliriz.
TIKLAYIN-Refika: Anadili emanettir sizindir, size aittir
Peki, Lazca seçmeli dersler Lazcaya bakış açısında bir değişiklik yarattı mı?
Lazcaya bakış açısını değil de Lazca çalışan insanların hareket kabiliyetini geliştirdi diyebiliriz. Türkiye’de anadili üzerine çalışmak “makbul vatandaşın işi değil” algısı köylüsünden profesörüne dillendirilmese de halen geçerlidir. Lazca üzerine çalışan kişiler ilk kez devletin meşru bir zemininde ve devletle işbirliği yapma imkanı buldular. Bu da onlara ve çalıştıkları alana bir meşruiyet sağladı.
Tabii halkta da bunun yansımaları olması beklenir. Olmuştur da. Ancak raporumuz kapsamında yaptığımız seyahat ve görüşmelerde gördük ki halkın büyük bir kısmının ne böyle bir haktan ne bu derslerden haberleri var.
TIKLAYIN-"Kimdir Bu Lazlar?" Okurla Buluştu
Raporda da Lazca seçmeli derslere aradan geçen yıllarda talebin azaldığı görülüyor. İlk yıllarda yüksek olan talep, daha sonra neden azaldı?
Bunun iki sebebi var gibi görünüyor. Birincisi konjonktürel, yani dersin hayata geçtiği ilk yıllarda özellikle devleti temsil eden kurum ve kişilerin tutumu, politik atmosfer çok farklıydı. Biliyorsunuz dersler Çözüm ya da Demokratikleşme adı verilen sürecin bir ürünüydü.
Özellikle hükümet ve hükümete yakın medya olsun, STK’lar olsun bunu desteklediler, kurumlar özellikle Kürtçe konuşulan yerlerde bu dersleri teşvik ettiler, neredeyse Kürtçe dersi zorunlu seçmeli gibi oldu bazı illerde. Fakat süreçten vazgeçilip, demokratikleşme rafa kaldırılınca bu ders de unutuldu. En büyük destekçisi olan hükümetin ilgisini kesmesiyle birlikte bu dersler sahipsiz kaldı.
Diğer bir sebep, ilk yıllarda Laz aydınlarının da “rüyalarında bile göremeyecekleri” bu hakka ani ve hatta hazırlıksız kavuşmalarından kaynaklı bir heyecan yaşandı. Öğretmenler, aktivistler ders açılması, öğrencilerin dersi seçmesi için seferber oldular.
Neticede de Lazca konuşulan neredeyse bütün ilçelerde dersler açıldı, ilk yılların imkansızlıklarına, acemiliğine rağmen. Fakat sonraki yıllarda bu enerji düştü. Bunda siyasi konjonktürün bahsettiğimiz değişimi de sebep oldu. Bazı kişisel sorunlar, derslere giren öğretmenlerin çeşitli sebeplerle farklı bölgelere tayinlerinin çıkması ve en önemlisi her sene ders açmak için gerekli eforu, stresi, iş yükünü bu kişilerin kaldıramaz hale gelmeleri gibi etmenler de derslerin az seçilmesinin, devamlılığın sağlanamamasının sebepleri arasındadır.
Tabii diğer bir sebep olarak, veli ve öğrencilerin ve kamuoyunun dersler hakkında yeterince bilgilendirilmemiş olması da ileri sürülebilir. Buna bu derslerin öğrencinin akademik kariyerine, okul hayatına somut bir katkı sunmadığı düşüncesi de eklenebilir.
TIKLAYIN-Küçük Kara Balık artık Lazca da konuşuyor: Uça Çxomina
NOT: Türkiye, Birleşmiş Miletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne taraf olurken şu çekinceyi koymuştur: ''Türkiye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 17, 29 ve 30. maddeleri hükümlerini T.C. Anayasası ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması hükümlerine ve ruhuna uygun olarak yorumlama hakkını saklı tutmaktadır."
TIKLAYIN-Lazca Benim Dilim Diyebilmek, Konuşabilmek
Raporda bir eğitimci, öğrenci ve velilerin Lazcayı seçmek istememe nedenini “ekonomik karşılığının” olmaması olarak ifade ediyor. Yine bir veliye "Çocukların Lazca öğrensin ister misin?" diye soruluyor “evet” yanıtını veriyor. Aynı veliye “Çocuklarına Lazca dersini seçtirir misin?” diye sorulduğunda “seçtirmem” diyor. Raporun genelinde velilerin buna benzer yaklaşımları var. Bu tutumun kaynağı nedir? “Çocuk Lazcaya ileriki hayatında nerede ihtiyaç duyacak algısı” mı var?
Türkiye’de eğitim bir yarışma olarak planlanıyor; öğrencilerin birbirlerini eleyerek başarıya ulaştıkları sınavlarla dolu bir yarışma. Veliler, öğrenciler ve okul yönetimleri, haklı olarak bu yarışmada daha iyi puan almak, daha çok rakip elemek için matematik, fen, İngilizce, Türkçe gibi sınavlarda ağırlığı olan ya da en azından etki eden derslere ağırlık vermek istiyorlar. Lazca öğrenmenin bu sınavlara direkt bir katkısı yok. Veli, liselere giriş sınavına hazırlanması için öğrencisinin bu sınava etki eden dersleri seçmeli ders olarak almasını istiyor.
Geçmişten günümüze, anadilinin okul çağındaki bir çocuk için, makbul vatandaş olmak yolunda bir ayak bağı olarak görüldüğüne değinmiştik. Bu algı halen değişmiş değil. Sosyal hayatta, ekonomik hayatta, akademik hayatta Lazcanın bir karşılığının olmadığını düşünüyor insanlar. Bunu çocuklarına bir yük olarak yüklemek istemiyorlar bazı anne-babalar.
Bazı anne-babalar ise yine ‘ilerde bir işine yaramaz, ama öğrensin bu dili de’ diyorlar, ama özel bir çaba içine girmek de istemiyorlar. Hele bu yüzden okulda öğrencisinin “geri kalmasını” hiç istemiyorlar.
Sonuçta ‘gelecek kaygısı’ ile ‘Lazca öğrenmek’ arasında bir ters orantının, karşıtlığın, çatışmanın olduğu algısını besliyor bu durum. Ve Lazcanın bu donanımlarla bu savaşı kazanması mümkün değil.
TIKLAYIN-Lazca Ders Müfredatı Hazır
Velilerin ve öğrencilerin bu tutumu nasıl değişecek?
Raporumuzda da önerdik öncelikle Lazca dersinin yani Seçmeli Diller ve Lehçeler dersinin lisede de okutulması, üniversitelerde bölümlerin açılması lazım. Orta okul ve lise yıllarında sorumlu olduğu bu dersten liselere giriş sınavlarında, üniversiteye giriş sınavlarında da sorumlu olması dersin veliler ve öğrenciler nezdinde ciddiyetini arttıracaktır.
Lazca konuşulan bölgelerde kamu kurumlarının iş alımlarında Lazca bilme kriteri, en azından işe girişte adaya artı bir puan kazandıracak şekilde düzenlenirse, Lazcanın ekonomik bir değeri olmadığı fikrine karşı bir argüman oluşturulmuş olur. Lazca bilmek teşvik edilir. Üniversitelerde, enstitülerde, müzelerde, kültür merkezlerinde Lazca çalışmaları yapılırsa, Lazca bilenlere başka istihdam olanakları alenen sağlanırsa günümüzde cari olan bu olumsuz tutum gözle görülür bir biçimde değişecektir.
Kimlik ve anadili bilincini arttırmaya yönelik çalışmalar politik algılanmaya mahkumdur ve halkın geneline sirayet etmesi muhtemel değildir. Özetle bu tutumun değişmesi devlet eliyle ve pozitif ayrımcılıkla mümkündür.
Raporda bir öğretmen Lazca seçmeli ders sınıfı açmak isteğinde müdür “Kesinlikle böyle siyasi şeylere gerek yok” diyor. Bir veli ise; Lazca dersini "AKP hükümetinin bir oyunu” olduğunu ve “Lazları da kışkırtmak için” gündeme geldiğini belirtiyor. Türkiye’de anadili ile ilgili talepler ifade edildiğinde neden siyasi anlam yükleniyor, bu algı neden kaynaklanıyor?
TIKLAYIN-Tehlike Altındaki Diller Ağı: Anadili insanın ruhudur
Çünkü anadili sorunu son derece politik bir meseledir ve Türkçe harici bir anadiline sahip olmak fikri Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri bölücülük olarak kodlanmıştır.
Hükümet 2012’de Yaşayan Diller ve Lehçeler dersi sürecini başlatmakla bilinç altına yerleşmiş bu düşünceyi silemedi, öyle bir çırpıda silinecek bir şey de değil. Bu yüzden kendisinin oy verdiği AKP hükümeti bile yapmış olsa, insanlar anadili ile ilgili bu taleplere kendilerince mukavemet gösterdiler. CHP’liler 'AKP’nin bir oyunudur' dediler, HDP’liler 'biz anadilde eğitim isteriz, bu bir aldatmacadır' dediler...
Tek bayrak, tek miller, tek devlet ve dillendirilmese de tek dil düsturu kuşaklar boyunca kişilerin fikirlerine nakşedilmiş. Anadili ulus devletin yaratmak istediği homojen topluma karşı çıkmak olarak algılanıyor. Böyle olunca da sistem seni problem olarak kodluyor.
Rapordan bağımsız Lazlar anadilinde eğitim, üniversitelerde Laz Dili ve Edebiyatı Bölümü açılmasını istiyorlar mı?
2012’de birkaç Laz derneği Rize üniversitesine bu maksatla başvurdu. Sonra Artvin Üniversitesiyle, Düzce Üniversitesiyle de çeşitli temaslar oldu. Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Lazcanın tarihi metinleri yoktur, bu yüzden böyle bir bölüm açılamaz diyerek bu dilekçeyi cevaplamış ve Lazca çalışmalarını gündemine almadı.
Düzce Üniversitesi Lazca üzerine doktora yapmış üç akademisyen bulmamızı istedi mesela. Türkiye’de Lazca üzerine hiçbir üniversite ne master ne doktora seviyesinde bir şey açmamış. Açılmamış bölümden doktora yapmış üç kişiyi nereden bulacağız? Ya yumurtadan çıkacak ya tavuk yumurtlayacak, ama ikisi de yok Lazca için. Neticede üniversite de mümkün olmadı.
Raporumuzun adı "Sahipsiz bir hak" ya hani, sahipsiz bir Lazcadan da bahsediyoruz aslında. Sahipsiz kaldığımız için dünya üzerinde Lazca konuşanların neredeyse yüzde 98'inin ülkesi olan Türkiye'de Lazca üniversitelerde yok! Umarız bir şeyler değişir.
Sorularımın sonuna gelirken yine genel bir soru yönelteceğim. Anadilinde eğitim/ anadilinde yaşam bir bireye ve bir topluma artıları nedir, neler kazandırır?
Bu soru, dil tarihi bir mirastır, düşünce biçimidir, yemek kültüründen doğa bilgisine, sözlü tarihten müziğe bir sürü insani değerin taşıyıcısıdır gibi pek çok şey uzun cümle ve açıklamayla cevaplanabilir. Ancak ben şunu belirtmek istiyorum, ille bir şey katmasına gerek mi var? “Bu bir hakk ve bunu kullanmak istiyorum” yeterli değil mi?
Şöyle açıklayayım, biraz dolaylı olsa da: Arkadaşlarla yaptığımız doğa gezilerinde bazen bir bitki ile karşılaşıyoruz, hakkında konuşuyoruz, yapraklarından çiçeklerinden, kokusundan bahsediyoruz. O sıra birisi hemen çıkıp soruyor “bu otun ne faydası var?” Yani yenir mi, ilaç mı yapılır, çay mı olur? Hayır! Hiçbirisinin olması gerekmiyor. O bitki var olduğu için değerli, bir faydası olduğu için değil! Dilimiz de. (RT)