Başbakanın, çocuk yetiştirme konusunda yaptığı açıklamalar, çok geri planda kalan ve asla gündemde yer bulma olanağı bulamayacak olan bir konunun gündeme gelmesini sağladı: Çocuklar kimin? Onların nasıl yetiştirileceğine kim karar verirr?
Bu tartışmaya başlarken, babası tarafından satılan kızların yaşadığı, erkek çocukların "eti senin kemiği benim" denilerek usta yanına yerleştirildiği ve bununla mücadele için bir stratejinin bulunmadığı bir ülke olduğumuzu unutmamalıyız. Yani çocuğun basbayağı bir nesne gibi görüldüğü, reşit oluncaya hatta evleninceye kadar aileye tabi bir süje gibi kabul edildiğini hatırdan çıkarmamak gerekir. Dolayısıyla aslında farklı biçimleri ile toplumun çok geniş bir kesimince kabul gören bakış açısının yansımasıdır Başbakanın sözleri.
Toplumun büyük bir kesimi, çocuğunu kendi bildiği gibi yetiştirmek ister ve buna karışmaya kimsenin hakkı olmadığını düşünür. Bu nedenle komşusu çocuğunu döverken de karışmaz. Benzer bir biçimde devlet de, kendi bildiği gibi yetiştirmek ister, anne - babanın işe karışmasını istemez. Okul da bu devletin ideolojik aracı olarak, tercih edilen ideolojiye uygun çocuklar yetiştirme işlevini üstlenir. Devletin elinde okul dışında televizyon, kültür - sanat faaliyetleri gibi araçların bulunduğu da unutulmamalı.
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi (ÇHS) bu noktada devreye girer. Aile de, devlet de çocuğun bakım ve yetiştirilmesinden sorumlu kurumlardır (ÇHS 18). Bu sorumluluğun verdiği erk bir tehlikeyi içerir: bireysel özgürlüğün kısıtlanması. Bu nedenle hukuk, bu erki sınırlandırmaya çalışır.
Aileler çocuklarını yetiştirirken kendi değer ve inancına uygun hareket etme ve çocuğuna dilini, kültürünü ve inancını öğretme hakkına sahiptir. Bu bir ölçüde işin doğası gereğidir. Sorun da bu ölçü ile ilgili. (1)
Anne - baba, çocuğun gelişimi, sağlığı bakımından tehlikeli olan değerler ve inançları uygulama serbestisine sahip değildir. Bugün Nuray Mert'in İngiltere'den verdiği vejetaryenlik örneği, buna iyi bir örnektir. Aileler çocuğun gelişimine zarar veriyor ise, ben çocuğumu bildiğim gibi beslerim veya benim inancıma aykırı olduğu için tedavi ettirmem diyemez. (2)
Anne - baba çocuğa kültürünü, dilini, inancını öğretebilir, tanıtabilir, ancak bunu çocuk haklarını ihlal edecek biçimde yapamaz. Örneğin çocuğu bu inanca zorlayamaz. O kadar ki, çocuğu tehdit etmek, çocuk üzerinde baskı kurucu biçimde hareket etmek çocuğun duygusal istismarı sayılır. (3)
Anne - baba çocuğu kendi inancı ve kültürü doğrultusunda yetiştirirken onu seçeneksiz bırakacak biçimde hareket edemez. Sünnet, bunun en önemli örneklerindendir.
Benzer yükümlülükler devlet için de geçerli. Bütün bu yükümlülüklere ek olarak devlet anne - babaların farklı tercihlerine de saygı göstermek ve anne - babanın yukarıda çizilen çerçeveye uygun hareket etmesini sağlamakla yükümlüdür.
Devlet anne - babanın çocuğu herhangi bir inanç veya düşünme ya da yaşama biçimine zorlaması ihtimaline karşı çocuğu korumakla da yükümlüdür. ÇHS, eğitimin amacını da belirleyerek, Devletin çocuk yetiştirme konusunda tek tipçi yaklaşımını sınırlandırmak istemektedir.
Eğitimin amacı (ÇHS 28 - 29); çocuklarda barış, eşitlik, kendi kültürünü ve başka kültürleri tanıma, hak bilinci ve haklara saygı anlayışı geliştirmek olmalıdır. Aslında buna bakılarak sözleşmenin de bir ideoloji doğrultusunda çocuğun yetiştirilmesini öngördüğü açıktır. Ancak Sözleşme ile belirlenen hedef, şu anda tüm insanlık aleminin üzerinde birleştiği temel değerlerden oluşmaktadır. (SA/HK)