10 Kasım, 08.43
Hani Nazım diyor ya Saman Sarısı şiirinde; “yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu / oysa karyolam tahtaydı dardı / genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada / saçları saman sarısı kirpikleri mavi / ak boynu uzundu yuvarlaktı / yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu”...
İşte öyle bir uykudan uyandım 10 Kasım günü saat 08.43’te.
Ne karyolam tahtaydı, ne dardı, ne de başka birisi vardı odada. COVID servisinde bir odada tek başınaydım ama günlerdir böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu. Acaba ne zaman telefon çalacak tedirginliğinden, yeni yatan hastanın akıbeti nasıl seyredecek kaygısından, gelen mesaja acilen cevap yazmanın telaşından uzakta; emin ellerde olmanın güveni ve damarlarımda dolaşan ağrı kesicinin konforu ile dalmıştım onca saat önce Hypnos’un koynuna...
“İcap nöbeti”
Açtığımda gözlerimi, bu gece beni de evden takip eden icapçı hekim arkadaşım geldi aklıma. Birkaç gün önce ben de onun durumundaydım. Acaba kaç kez telefonu çalmıştı bu gece? Servisteki hastaların hangi sorunları iletilmişti ona gecenin bir yarısı? Kaç kez uykusu bölünmüş, uyku sersemi halden hemen kendisini çıkartıp iletilen soruna çare önermiş ve sonrasında da kaç kez kaçan uykusunu yakalamak için uykuya dalmaya çalışmıştı hızlıca?
İşte biz hekimlikte buna “icap nöbeti” diyoruz. Yani hastanede kalmadan evde nöbet tutmak... Evden aktarılan sorunlara çözüm bulmak ve gerektiğinde de azami yarım saat içerisinde hastaneye ulaşılabilecek bir mesafede bulunmak. Doğru dürüst bir haftasonu kaçamağı yapamamak, mükellef bir akşam yemeğinin ya da çok sevdiğiniz bir filmin orta yerinden hastaneye davet edilmek yani.
Hem de günün 24 saati, haftanın 7 günü, yılın 365 günü...
“İyi ama sıkı para alıyorsunuz siz de bu nöbet karşılığında” sözlerinizi duyar gibiyim.
Her özverinin ve emeğin bir fiyatı ya da ederi olduğunu zannederek bu cümleyi kuruyorsunuz pek muhtemelen. Ama daha kötüsü; evden tutulan bu icap nöbetinin para etmediğini, yani gece evden bilgisini sunan hekime ücret ödenmediğini vurgulayayım bu vesileyle.
Ücretsiz kölelik hali
Hal böyleyse çekilir mi bu çile diyeceksiniz. Yasal olarak zorunlu: Adeta ücretsiz kölelik hali. Çünkü bir hastanede aynı uzmanlık alanında dörtten az sayıda hekim varsa o sağlık kurumunda icap nöbeti tutulmak zorunlu. Eğer şans yaver giderse ve o sağlık kurumunda birden fazla kişi varsa aynı uzmanlık alanında dönüşümlü tutabilirler en fazla. Tek kişi varsa ölümüne çalışma hali: 7 / 24 / 365...
Hekiminiz de insandır
Çünkü devlet ve yasa, hekimin dinlenme ve hastaneden uzak kalma gibi bir hakkının olduğunu kabul etmiyor. Oysa hekimin dinlenmesi, uykusunu alması, bir süre dahi olsa aklını ve zihnini hastaneden uzak tutması, aslında hastalarına sunacağı sağlık hizmetinin niteliğini yükseltir. Öyle ya, her gece böyle bir işyükü altında çalışan hekimlerin sunacağı hizmetin hatasız olacağını düşünebilir misiniz? Her gece birkaç kez uykusu bölünen hekimin uyanıp da aklını her defasında doğru biçimde toparlayıp kendisine aktarılan soruna konsantre olması mümkün müdür?
Unutmayınız; hekim(iniz) de bir insan(dır)...
İşte şimdi ben COVID tanısı konulmuş olmanın keyfini sürerek, gece telefonlarından ve “aranacağım” ya da “hastaya ne oldu acaba” kaygılarından uzakta derin bir uyku çekme hakkına kavuştum COVID sayesinde.
Tıpkı Nazım’ın dediği gibi: “Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu”.
COVID olmak güzel şey anlaşılan...
10 Kasım, akşamüstü
Hay dilimi eşek arısı soksun. Sen misin COVID’in keyfini sürmek isteyen... Birileri bacak ve bel kaslarıma sanki şiş sokuyor. Başım da durur mu, o da dahil oluyor koroya. Bedenim ağrı senfonisine dönüşmüş durumda.
Neyse ki ateşim yok. Bu iyi... Hem de çok iyi.
Evet, ateş ve/veya nefes darlığı yoksa durum iyi demektir. Hasta deneyimleri gösterdi ki, üç günden uzun süren ateş ya da herhangi bir zamanda tabloya eklenen nefes darlığı durumunda işler iyi gitmiyor.
Bilgi hayati. Çünkü her hastayı hastaneye yatırmak mümkün değil. İstanbul’da yer gök hasta kaynıyor. Türkiye hasta kaynıyor. Hatırlıyorum; Nisan ve Mayıs ayında bugüne kıyasla çok daha hafif hastaları yatırabiliyorduk hastanelere. Sağlık hizmet altyapımız kaldırabiliyordu o dönem hasta yükünü.
Oysa şimdilerde erken ve kontrolsüz açılmanın bedelini ödüyoruz çok, çok ama çok fazla hastayla... Servislerde yatıracak yer kalmadı. Mecburen orta şiddetteki hastaları dahi eve göndermek zorunda kalıyoruz. O nedenle üç günden fazla süren ateş ya da herhangi bir zamanda tabloya eklenen nefes darlığı uyarıcı olmalı. Bilgi hayati...
Neyse ki ateşim, nefes darlığım yok. Bu iyi... Hem de çok iyi.
11 Kasım, 04.50
Berbat bir boğaz ağrısı uyandırdı beni. Sanki jilet yutmaya çalışmışım da, o da mideme inerken paramparça etmiş boğazımı. İnsanın tükürüğünü yutamaması, yutarken acı duyması ne kötü bir durummuş...
Bir siz eksiktiniz bacak ve bel kaslarım... Koşun ağrı korosuna siz de katılın tabii.
Orkestra yüksek perdeden çalmaya başladı...
Neyse ki tıp bilimi kadar, anne ilaçlarına da vakıf hekim arkadaşlarım takip ediyor beni. Ballı ıhlamur, boğaz ağrısına ilaçtan iyi geliyor. Zaten hastanenin diyet bölümü, ara öğün jestlerinin yanı sıra ballı ıhlamuru hiç eksik etmiyor menümden. Ne diyeyim hepsine kocaman kocaman teşekkür...
Şimdi de bir hemşire damarıma zerk ediyor ağrımın şifasını; “15 gün önce siz beni iyileştirmiştiniz şimdi sıra bende” diyerek... Sanki gece boyu hastadan hastaya koşturan o değilmiş gibi gözlerinin içi gülerek.
Sağlık çalışanları koca bir aile. Devletin babalık yapmadığı, evlatlıktan reddettiği koca bir aile...
Nerede 24 saat önceki “yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu” halim, nerede ağrı nedeniyle yutkunmaktan bile aciz hale gelen ben. Neyse abartmayayım; yan odalardaki hastaların durumuna göre benim şu cümlelerim çok ayıp. Susmak düşer bana.
11 Kasım 10.20
Ağrılardan azade olduğumda hasta değilim resmen.
Tek bir odada yaşamak sıkıcı ve zor olsa da iyi ki internet ve sosyal medya var. Nefes oluyor “içeride” yatan bizlere.
Ama bazen de daraltıyor içini insanın. Misal; şu “Korona Müjde” haberi...
Neymiş müjdeler olsunmuş; 6 hafta sonra korona hız kesecekmiş. Çünkü halen İstanbul’da yaşayan her 4 kişiden 1’isi zaten hastalığı geçirmiş. Önümüzdeki 6 haftada hastalık geçirenlerin oranı yüzde 40’a ulaşacak ve böylelikle sürü bağışıklığı sağlanmış olacakmış...
Duydunuz mu; tükürüğümü bile yutmaktan zorlanan jilet benzeri boğazım, orta yerde meydan dayağı yemiş gibi sızım sızım sızlayan bacak ve bel kaslarım, müjdeler olsun diyor kendisini insan sayan birisi.
Pekiyi olsun, en fazla ben biraz ağrı çekerim o kadar. Ama ya yan odada nefes darlığı çeken, birkaç kat altta boğazına tüp takılı hasta için de müjdeler olsun mu?
Yoksa Pir Sultan’ın dediği gibi; koyun olduk da sürüye mi saydınız hepimizi?
Sürüye saydığınız için mi Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası, Türk Toraks Derneği, sosyal devlet uygulamalarını yetkinleştirerek kapanmaktan başka yol yok derken, Sağlık Bakanlığı koltuğunda oturup, “Şu anda, pek çok kişi, kurallara uymadığı için, birkaç gün içinde COVID-19 hastası olacak” demekten başka bir adım atmıyorsunuz?
Çok merak ediyorum ülke olarak utanmayı, hicap duymayı ne zaman unuttuk?
Not: Hastalığımı bilmeyen tanıdıklarımı gereksiz yere paniğe sevk etmemek için isimsiz yazılmıştır.
KORONA GÜNLÜĞÜM 1-"Bekliyoruz, ilaç başlayacağız, Covid pozitifsin"
(NÖ)