Son dönemde edebiyat ders kitaplarının bağımsız gözler tarafından incelenmesi vesilesiyle, içeriklerinde girilen metin tasarruflarını öğrenme şansımız oldu. Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Edip Cansever, ve Melih Cevdet Anday eserlerine uygulanan sansürlerin yanında son olarak, Cahit Külebi'nin hikaye şiirinde de benzer bir tasarrufa girişildiğini okuduk.
“Şeker Portakalı” ve “Fareler ve İnsanlar” kitaplarının bir öğretmen soruşturmasında söz konusu olmasını da bu resme eklediğimizde sansür tartışmalarını tekrar gündeme gelmesi kaçınılmaz. Bu noktada müesses nizamın ne olduğu tartışmasının ağırlıkla "muhafazakarlaşma" kavramı ve kültür savaşları diskurunun kısır çerçevesinden yürümesi alışılmış bir hale geldi. Ancak bu incelemeleri derinleştirmek açısından, bu güne kadar konuşulmayan bir alana girmek ve Talim ve Terbiye kurulu'nun tavsiye ettiği eserleri göz ardı etmemek gerek. Bunun nedeni listenin kabaca bir incelemesinin bile, MEB'nın ve dolayısıyla devletin salt müstehcenliğe karşı olmadığını, aksine kendi mantığına göre makbul bir müstehcenliği bizzat dolaşıma soktuğunu ortaya çıkarması. Arsızlık ve müstehcenlik sosyal ilişkilerin gözardı edilemez bir parçası iken anlaşılan o ki, devlet müstehcenliği tanımlama tekelini kendi eline alarak, sansürü de sadece kendi bekası için “kabul edilemez ve tehlikeli” düşünceler için işleme koyuluyor.
Bunun en belirgin örneği, Ömer Seyfettin'in tüm eserlerinde bulunan Beyaz Lâle hikayesi [1]. MEB Talim ve Terbiye Kurulunca okullara tavsiye edilmiş ve 100 temel eser listesindeki bu hikaye, 1912 Balkan Savaşı sonrası Serez’e giren Bulgar Komitası'nın başındaki Subay Binbaşı Radko’yu ve onun Serez’deki Türkleri katletmesini anlatılıyor. Milli değerlerimizi pekiştirmek üzere yazılmış bu hikaye, amacını yer yer Bulgarlara karşı nefret söylemi üretecek sertlikteki metniyle, zengin Türklerin mallarına el koyulması ve 8 yaşından büyük Türk kadınlarının önce tecavüz edilip ardından da öldürülmesi kurgusu üzerinden gerçekleştiriyor.
MEB'nın okullara tavsiye ettiği bu kitabın arızası, sadece fiziksel ve cinsel şiddetin varlığını ifade etmesinde değil, aksine bu işkencelerin Marqui de Sade'a taş çıkaracak yaratıcılıkla, capcanlı ve derinlikli bir şekilde betimlenmesinde. Örneğin soyunmayı reddeden bir Türk kadınının canlı canlı yakılmasıyla sonlanan işkenceyi anlatan metin, ardından komitacıların en sevdiği işkence şeklinin anlatımı ile devam ediyor:
"(..) bu fantezilerden "canlı çukur" dedikleri en müthişiydi. Evvela yere şişman bir kadın yatırıyor. Onun üzerine beğendikleri diğer ikinci bir güzel kadını arkası üstü çapraz uzatıyorlardı, bu kadını da ellerinden ayaklarından birer kadına tutturuyorlardı. Sonra sıra kendisinin olan komita yaklaşıyor, çıplak ve fırlak karnın ta ortasına, göbeğin biraz aşağısına küçük kasaturayı saplıyor ve hemen çıkarıyordu. Sonra koyu kırmızı bir kan fışkıran bu küçük deliğin üzerinde nefsini körletiyor, zavallı çırpınan, haykıran kadının karnında, kanlı barsaklarının arasında, hayvanlığın en şeni, en pis ve çirkin ateşlerini söndürüyordu. Karınlanma delik açılan kadınlar hiç yaşamıyorlar, bir-iki saat içinde inleye inleye, kıvrana kıvrana ölüveriyorlardi."
Ana akım bir yayında yer alamayacak derece pornografik olan bu metnin ruhunu ise muhteşem finalinde saklı. Esmer ve kumrallardan sıkılan Radko, Serez’in varlıklı bir ailesinin sarışın kızı Lâ’lî’ye sahip olmayı kafasına koyar ve bunu gerçekleştirmek üzere önce bütün ailesini öldürtür, mallarına el koyar ve ardından malikânelerinde sadece Lâ’lî ya da kendi deyişiyle Lâle’nin kalmasını sağlar. Türk ailenin malikanesine giderek Lâle’ye tecavüzüne başlayan Radko’yu kötü bir sürpriz beklemektedir:
"Ve doğru, Radko'ya dokunmadan, üzerinden atladı. Radko, bu nefis çevikliği pek şuh buldu. Onu kollarından tuttu. Sırtından ısırdı, ısırdı. Bırakınca Lâ'li sarhoş gibi sallanarak açık pencerenin önüne gitti. Ve bir anda gözle görülmeyecek derecede ani bir hareketle orada kayboldu. Sanki uçtu. Aptallaşan Radko yataktan fırladı. Pencereye koştu Sarkarak baktı. Aşağısı yeşil gölgeler, sık dallar, uzak çiçeklerle girdaplaşan nihayetsiz bir uçurum gibi derinleşiyor, koyu ve sık çimenlerin üstünde Lâ'li yüzükoyun yatıyordu. Dimağında yakıca, parçalayıcı bir yıldırım çaktı. "Ya öldüyse..." Evet ya öldüyse? Bu kadar yaklaştığı, koynuna aldığı, kokladığı, öptüğü, ısırdığı hakikat olmuş bir saadet, hayali, yalancı ve eksik bır ihtilaç rüyası gibi sönüverecek miydi? Kudurmuş bir heyecanla dondu. Sofaya yürüdü. Merdivenleri dörder, beşer atladı. Sapanından kurtulmuş bir çakıl taşı çabukluğuyla ikinci ve birinci katlardan geçti. Bahçeye çıktı. Lâ'le'nin üzerine atıldı. Hemen arkası üstü çevirdi. Nabızlarını tuttu. Atmıyordu. Eliyle kalbini yokladı. Eğildi Kulağını koydu... Dinledi. Hiç çarpmıyordu. Ölmüştü. Ah bu güzel Lâ'li kucağından kaçarak ruhunu ölüme vermiş, fakat... Fakat işte hala solmamıştı. Taze hayatının, emsalsiz güzelliğinin ulvi ve mehtaptan rengi henüz duruyordu. Ve "Soğumadan," diye mırıldandı, "Soğumadan... Bu paha biçilmez ölü daha sıcaktı. Soğumadan... Yıpranmamış aşkının, dokunulmamış kızlığının kim bilir ne kadar başka olan müstesna lezzeti bir parça olsun tadılamaz mıydı? Düşünmedi. Çabucak soğuyacağından korkuyordu."
Anlayacağınız üzere hikayenin sonu Radko'nun Lâle'yi yukarı geri taşıması ve onun ölü bedenine yaptıklarının betimlemesi ile bitiyor. Sonuçta 51 sayfalık hikayesine Milliyetçilikten hallice nefret söylemi, çıplaklık, infantisid, tecavüz ve vahşi işkence tasvirlerini sıkıştırmayı başaran Seyfettin, unutulmaz finalini nekrofili ile yapıyor.
Bir hatırlatma yapmak gerekirse, "Şeker Portakalı" eserinde şikayet edilen boktan, moruk gibi müstehcen kelimeler iken, "Hikaye" şiirinde rahatsızlık duyulan ise "öp biraz" dizesiydi. Bunun yanında Ömer Seyfettin'in "hard-core" pornografik nüvelere sahip olan eseri, Talim ve Terbiye'nin 100 temel eser listesine girebiliyor. Bunun gerçekleşebilmesinin yegane sebebi ise, Beyaz Lale'nin Türk milletine uygulanan mezalimi gerçekçi bir şekilde betimleyerek "milli duyguları harekete geçirmesi."
Anlaşılan o ki, müstehcenlik ve pornografi milli duyguları harekete geçirmek için kullanıldığında, okullarda okutulması sadece kabul edilebilir değil, okutulması gerekli. Bu açıdan "Şeker Portakalı"nın, ve "Hikaye"nin hedef alınmasının sebebi müstehcenlik değil, yoksulların, işçilerin ve köylülerin sıkıntılı hayatının betimlenmesi. Muktedirin kontrolü dışındaki bu kültürel alan, Bakhtinci bir anlayışla otantik devrimcilerin, sapkın eğlenceleri, arsız dilleri ve nizama giremeyen medenileşememiş avam halkın mekanı olduğu için iktidar için de bir korku nesnesi.
Benzer bir paralelliği Google'ın 2012'nin ilk altı ayı için yayınladığı Devletlerin "içerik yasaklama talebi" raporunda da görebiliyoruz. Açık ara ile bir numara olan Türkiye'nin başlıca iki yasaklama talep gerekçesi "devlet eleştirisi," ve "pornografi." Devlet aklına göre Ömer Seyfettin'in eserlerindeki pornografinin kabul edilebilir olduğunu hesaba kattığımızda, Türkiye'nin derdinin salt pornografi ve ahlaksızlık ile olmadığını, aksine makbul olmayan dolayısıyla "devlet eleştirisi" ile paralel olan müstehcenlik ile ilintili olduğunu kabul etmek gerekiyor.
[1] Bu inceleme için Ömer Seyfettin’in Bilgi Yayınevi'nden çıkmış tüm eserlerinin 10'uncu kitabını kullandım.