Mari Esgici Diyarbakırlı bir Ermeni. 2007’den bu yana Beyoğlu’nda “Mekan” adında bir meyhane işletiyor.
Mari Esgici ile Ermeni soykırımının başlangıcının 99. yıldönümü dolayısıyla Diyarbakır’da geçirdiği çocukluğunu, İstanbul’a gelişini, meyhane kültürünü ve Ermeni sorununa devletin-toplumun bakışını konuştuk.
Esgici, sadece Ermeni soykırımı değil, Anadolu’da yok edilen tüm halklarla ve kültürlerle yüzleşilmesi gerektiği görüşünde. Yüzleşmenin ders kitaplarından başlamasını ilk şart gören Esgici, yüzleşmenin gerçekleşmesi durumunda bu topraklarda yediğimiz ekmeğe kadar her şeyin düzelebileceği görüşünde.
“Haram kemik”
Ermeni olarak çocukluğunuzdan ve Diyarbakır’dan bahseder misiniz?
Biz ailecek kimlik olarak bazı şeylerin bilincindeydik. Bunun nedeni de babamın öğretmen olması ve bize anlatımlarıydı.
Biz Ermeni doğduk, çocukluğumuz Kürt olarak geçti, büyürken de Türk olduk. Ama tabii bunun içinde her zaman bir Ermenilik vardı ve öyle kaynaşmaya çalışıyorduk.
Bize dediler ki ses çıkartma, kolay kolay kimliğini gösterme... Benim ismim Mari ama sokakta Meryem'i kullanıyordum. Beş kardeşiz, beşimiz de ev dışında başka isimler kullanıyorduk. Baran'ın adı İbrahim, Aram'ın adı Halil, Seta'nın Zeynep, Silvan'ın Selva, benim de Meryem oldu adlarımız.
İlkokula Diyarbakır'da gittim. Orada adımla dalga geçtiklerini hatırlıyorum.
O döneme ait bir anım var. Dedemle çarşıya leblebi tozu almaya gitmiştik. Küçükken mavi gözlü sarı saçlı güzel bir çocuktum. O sırada birisi geldi ve beni sevdi, yanağımı falan sıktı. Sonra dedi ki "Ben gidip bir abdest alayım, ne de olsa haram kemiği elledik" dedi.
Dedem o anda elimi tutuyordu. Çok sinirlendiğini hissettim ama neye sinirlendiğini anlayamamıştım. Eve döndükten sonra dedem avluda oturdu. Babam içeri girdi. Dedem bana Mayram derdi. Çünkü annesinin adı Mayram'dı. Babama döndü ve "Bugün çarşıda Mayram'a ‘haram kemik’ dediler. Demek ki hala bizi kabul etmiyorlar" dedi.
“Ayrılmak zorundaydık”
Diyarbakır’dan neden ayrılıp İstanbul’a geldiniz?
Babam üniversiteye başlamadan önce kimliğine "Müslüman" yazdırmış. İki üniversite okuduktan sonra öğretmen oluyor. Kısa süre sonra da lise müdürü oluyor. Ancak 12 Eylül döneminde hapse atıyorlar. Cezaevinde çıktıktan sonra artık Diyarbakır kalınamaz haldeydi. Çocukken mahalleden Zaven ahpariglerin, Dikran amcaların gitmeye başladığını görüyordum. Onların Ermeni olduklarını, o yüzden gittiklerini falan bilmiyordum ama çevremizden insanlar gidiyordu ve biz de gitmek zorundaydık.
İstanbul'a geldiğimizde bizi Süryani olarak ya da Kürt olarak gördüler. Ermeni olarak görmediler. Bizi Diyarbakır'da da İstanbul'da da Ermeni olarak kabul etmediler. Ne boktuk bilmiyorum vallahi.
İstanbul'da normal Türk okullarına gittim. Ancak benim hiçbir zaman okul arkadaşım falan olmadı. Çünkü öyle tembihlenmiştik. Okula git eve gel derlerdi, kimseye bulaşma derlerdi.
Geçen gün tramvaya bindik. Yer boşalınca arkadaşım bana otursana dedi. Ben de yok sen otur dedim. Sonra aklıma çocukluğum geldi. Bize hep otobüste yer ver, sen ayakta dur, ilaç sırasında yerini mi aldılar, bırak alsınlar ses çıkarma, bayraklarına, ezanlarına, Atatürk'lerine sakın laf etme derlerdi. Bunlar aklıma gelince arkadaşıma kalk ben oturacağım dedim. Bilinçaltımda hala bunlar var.
“Ermeniyim. Bunu kafana sok”
Neden Ermeni okullarına gitmediniz?
O dönemde babamın öyle bir bilinci yoktu. Ancak yıllar sonra babamın bir torunu oldu. Torununu aldı bir Ermeni okuluna götürdü. Ancak okul yönetimi çocuğun annesinin Rus Ermeni karışımı olduğu için çocuğu kaydedemeyeceklerini söyledi. Babam masaya vurarak "Müdire hanım bir itin it olduğunu nasıl anlarsın" diye sordu. Müdire "Havlarsa" dedi. "Bir eşeğin eşek olduğunu nasıl anlarsın" dedi. "Anırırsa" dedi. Babam var gücüyle göğsüne bir vurdu, "Ben de Ermeniyim Ermeni, bunu kafana sok" dedi. Sonra çocuk Ermeni okulunda eğitim görmeye başladı.
“Artık Hrant abinin ölümünden faydalanmasınlar”
Son yıllarda Türkiye’de Ermeni sorununa bakış açısında bir değişim olduğunu düşünüyor musunuz?
Hiç ilerleme kaydedilmedi. Hrant Dink'in öldürülmesi bir ses getirdi. Bir kere daha bedel ödedik. Ermeni sorunu çözülmediği gibi çözülmeyecek de. Türkiye devleti bu bedelin altından zor kalkar diye düşünüyorum.
Dink'in ölümünden sonra Ermeni sempatizanları çoğaldı. Ben buna acayip gıcık oluyorum. Biz tekrar bir bedel öderken reklamımız oldu resmen. Bundan faydalanmak isteyen, daha insan olduğunu göstermeye çalışan insanlar çıktı ortaya.
İnsanlar Hrant abinin öldürülmesinden faydalanmayı bıraksınlar.
Ermeniler hakikaten çok yoruldu. Bırakın artık. "Biz sizi çok seviyoruz. Ama..." denmesinden de çok sıkıldık artık.
Beni artık Mari olarak görsünler. Beni Mari'den önce Ermeni veya Diyarbakırlı olarak görmeleri beni üzüyor.
“Önce ders kitapları”
100. yıla girerken Türkiye Cumhuriyeti soykırımla nasıl yüzleşecek?
İlk önce devlet ders kitaplarını değiştirmeli. Değiştirirken de suçlu-suçsuz ayrımı yapmadan net ve dürüst şekilde tarihi çocuklara öğretmeli. Bu konuyla ilgili toplantılar düzenlenmeli. Topluma yavaş yavaş yaşanan doğrular net şekilde aktarılacak.
Sadece Ermeniler için değil. Anadolu'da yok edilen tüm halklarla yüzleşilmesi lazım. Net olalım, ne olduğumuzu bilelim. Ondan sonra bizim kavgamız asla kimlik kavgası olmayacaktır.
Böyle bir yüzleşme sağlanması durumunda bu topraklarda yediğimiz ekmeğe kadar her şey düzelmiş olacaktır.
Gezi direnişi yol almaya yardımcı oldu mu?
Orada birbirlerinden farklı kesimler diğerlerinin ne eşcinsel olmasına, ne Kürt olmasına, ne dindar olmasına, ne Ermeni olmasına bakmadılar. Orada ayrı bir kardeşlik vardı. Gezi'de Türkiye oldu.
“Biz sizin Ermeniniz değiliz”
Ermenilerden mesela Diyarbakır'a dönen var mı?
Bildiğim kadarıyla yok ama belki uzun yıllardır başka yerlerde yaşayan bir kaç yaşlı dönmüş olabilir.
Şimdi Diyarbakır'a gittiğimizde halk bizim için "Ermenilerimiz" diyor. Ancak şunu anlamıyorlar; biz sizin Ermeniniz değiliz. Biz Ermeniyiz. Biz sizin topraklarınızda yaşamıyoruz, kendi topraklarımızda yaşıyoruz. Ben kimsenin Ermenisi değilim. Benim bir ülkem var, benim bir dilim var.
Siz dönmeyi düşündünüz mü?
Daha bir ay önce dönmeyi çok istedim. Ama dönsem ne olacak ki? Artık ne eskisi gibi ne bir ‘gavur parçası’yım ben o sokaklarda, ne bir Ermeiyim, ne Kürtlerin deyimiyle bir fılleyim. Benim için acı dolaşır artık o sokaklarda. Bana ait orada hiçbir şey yok. Benim özlemim oradaki taşa toprağa değil ki.
Benim özlemim orada güzel insanlar vardı, hikayeler vardı, avluda şarkılar söylenir, yemek hikayeleri anlatılırdı. Artık orada yaşayan o eski Kürtler de yok. Yeni gelenlerle ben ne paylaşabilirim.
“Mekan”ın açılışı
Mekan'ın açılışından önce neler yaptınız ve buranın açılışı nasıl oldu?
Bir adamın yanında küçük bir meyhanede çalışıyordum. Her iki ayda bir de oradan ayrılacağımı söylüyordum. Orası benim adımla anılır olmaya başlamıştı ve ben gittikten sonra adam toparlayamayacaktı. O yüzden onun için tehlikeli olmaya başlamıştı.
Bir eleman alıp meyhaneye onu yetiştirdikten sonra adama çok ciddi olduğumu ve ayrılacağımı söyledim.
Benim dost olarak baktığım o güzel insan birden değişti ve "Biz sizi böyle severiz, koruruz. Başka yere gidersen kötü şeyler başına gelecek vs." dedi. Ben de beni tehdit edince "Senin on tilkin benim bir tavşanımı yakalayamaz. Beni tehdit ettiğin ismi ben dost çıkarırım, düşman çıkarmam. O zamanda rezil olan sen olursun" dedim.
Onun yanından ayrıldım ve bir soda içeyim diye bu sokağa girdim. Burası pizzacıydı. Bu dükkana girdim ve çok beğendim. İçimden bu dükkan benim olmalı dedim. Dükkanda çalışan kişiye "Ne kadar güzel bir dükkan, yeni fark ettim" dedim. Kadın da patronlarının dükkanı devretmek istediğini, kendisinin de işsiz kalacağını söyledi.
Ertesi gün patronlarla ve mal sahibiyle görüşüp anlaştım. Sonra da Yahudi bir ortak bulup dükkanı açtım.
“Yemek sadece karın doyurmak için değildir”
Ne yemekler yapıyorsunuz? Alıştığımız meyhane formatı mı, farklı şeyler yapıyor musunuz?
Kapıdan içeri giren insana bağlı. Biz dükkanı açtığımızda başta kahve çayla günü geçiririz dedik. Ama müşteri bizi başka bir yola itti. Müşteri ne istediyse biz onu yaptık.
Ben ufak ufak zeytinyağlı mezeler yaptım, kahve, çay koyduk. Sonra menüleri değiştirdik. İlerleyen günlerde bir baktık ki, meyhaneci olmuşuz.
Meyhaneciliğin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kötü. Aramıza çok enteresan mutfaklar koydular. Bizi kuru fasulyeden, ıspanaktan, mezelerimizden, peynirimizden vazgeçirmeye çalışıyorlar. Bunların hepsi balon gibi. Bitecektir. Biz o insan değiliz. Tahinlisinden, mezesinden, bakliyatından, otundan, balığından çok zengin bir mutfağımız var.
Ancak devlet hem bizi kısıyor, hem de bizi mutfağımızdan, kültürümüzden ediyor. Bizim bu mutfak üzerinde iyi çalışmamız gerekiyor. Çok zengin bir mutfağa sahibiz. Bizim mutfağımız kaybolduğunda biz de toplum olarak kayboluyoruz.
Şimdiki çocuklar buğdayın başaktan çıktığını, topraktan ayıklandığını, yıkandığını, kaynatıldığını, damlarda kurutulduğunu, değirmene gittiğini, birinci eleğin yemeklik bulgur, ikinci eleğin ufak bulgur, üçüncü eleğin kısırlık, dördüncünün irmiklik, beşincinin unluk olduğunu bilmez.
Kapının önündeki köpekten, tavuğa, horoza kadar herkes böyle beslenirdi.
Şimdi beslenme çok farklı bir noktaya geçti. 20 yaşında bir gence sorsan, domates 12 ay boyunca var der. Onun bir yaz sebzesi olduğunu bile bilmez.
Yemek sadece karın doyurmak için değildir. Kültürde çok önemli bir yere sahiptir.
Meyhaneci olarak içki sınırlamaları ve yüksek vergiler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yüksek fiyatlar meyhaneciliği ciddi şekilde olumsuz etkiledi. Beş altı senede dokuz on kez içkiye zam geldi ama ben dokuz on kez bunu müşterime yansıtamadım. Çünkü bir süre sonra müşterinle ahbap oluyorsun. Karşılıklı birbirinizi anlıyorsunuz.
Zamlardan dolayı tüketici de azaldı. İnsanlar artık dört kadeh içeceğine iki kadeh içiyor. Bu da meyhane kültürünü olumsuz etkiliyor.
“Yok Ermeni yemeği”
Son yıllarda Ermeni meyhanesi, Rum meyhanesi diye bir trend var. Ermeni bir meyhaneci olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok saçma buluyorum. Buraya da öyle gelen çok insan oluyor. Gelip "Bize Ermeni mutfağından güzel mezeler" getir diyenler oluyor. Onlar gelince sinirleniyorum, "Yok onlardan" diyorum.
İnsanlar gelip Ermeni mutfağı diyor. Ermeni mutfağı da, Tokat'taki Ermeni de Türk de tepsi kebabı yapıyor. Diyarbakır'da meftuneyi Kürt de Ermeni de yapıyor.
Burası genel olarak güzel insanlara hitap ediyor. Bazen haberlerde falan görenler geliyor bakıyor ve buranın kendisine ait bir yer olmadığını görüp gidiyor. İstediği kadar parası, istediği kadar kültürü olsun... İnsan kendisini ait hissetmezse olmaz.
Ancak bizim en önemli göreneklerimizden biri uğurlamaktır. Bir insan bir yere gittiğinde nasıl karşılandığını bilemez. Ama nasıl uğurlandığını çok iyi hatırlar. Son akılda kalır.
Beyoğlu'nda bir kadın esnaf olmak hakkında ne düşünüyorsunuz? Zorluklarla karşılaşıyor musunuz?
Ben hiç zorluk görmedim. Hatta takdir gördüm. Özellikle de Beyoğlu pazarının eski esnafı, zabıtasının çok yardımını gördüm. Mesela eski zabıtalar giderken beni yeni gelen elemanlara teslim etmişlerdir. Biz gidiyoruz, Mari'ye iyi bakın demişlerdir.
Son zamanlarda masa sandalye meselesi yüzünden zabıtayla çok kavga gürültü oluyor. O mesele de kadınlığına da erkekliğine de bakmaz. Hatta kadın olmak biraz daha avantajlı. Dört küfür edeceklerse iki küfür ediyorlar, ben dört küfür ediyorum.
Bu sokaklarda mafya vardı. Ama tüm mafyalar gelip bana hayırlı uğurlu olsun dedi. Beni seviyorlar. (EKN)