"Direnmenin Estetiği”, “Soruşturma” gibi önemli kitaplara imza atan gazeteci - yazar Peter Weiss’i ölümünün 37. yıl dönümünde, Tezer Özlü’nün Weiss ile ölümünden birkaç ay önce yaptığı söyleşi ve ölümü üzerine onu anlattığı yazısıyla hatırlıyoruz.
Sezer Duru Yeryüzüne Dayanabilmek İçin kitabında Tezer Özlü'nün çoğu Milliyet Sanat dergisi ve Halkçı gazetesinde yayınlanan yazılarını biraraya getirdi.168 sayfalık kitabın Yapı Kredi Yayınları'nda ilk baskısı Şubat 2015'te çıktı. Bu yazı için kitabın Ocak 2019'daki 10. baskısından yararlandık
***
Kültürü Tüm İnsanlığın Yararlanacağı Bir Olgu Haline Getirmek İçin Yaşamı Boyunca Çalışan Bir Sanatçı: Peter Weiss başlıklı yazısından (Milliyet Sanat, 1 Mart 1982/)
Öyle pek elle tutulacak nedenler yok. 1930'larda Almanya'dan sürgüne gidenler, genellikle 1945, 1947 yıllarında geri döndüler. Benim yurtdışındaki gelişmem bambaşka oldu. Faşizm her şeyi damgalamıştı. Almancadan bile nefret ettim. Ne duymak, ne konuşmak istedim. Yurtdışında yeni yeni dostlar edindim. İnsanın dostları neredeyse, vatanı orası oluyor. Türkiye'ye gelmiş olsaydım, eminim orada da yakın dostlarım olurdu.
Ancak ta 1960'larda yeniden Almanya ile bağ kurdum. Ve her iki Almanya ile. Ama hangi Almanya'yı seçecektim? İkisinde de olmamak istedim. Çünkü bu durumda ikisini de iyi karşılaştırabiliyorum. Almanya'da olmayışımın en önemli sorunu, dilimi yaşar tutabilmek. Ama bu sorunu da çözümlüyor insan. Benim için artık vatan olarak Almanya yok. Biz artık "uluslararası" olduk. Ve göç olayının en büyük kazancı "uluslararası" olmam. Dediğim gibi, dostlarımın olduğu yer, benim vatanım: İsveç, İtalya, İspanya. Nerede çalışabiliyorsak, vatan orası. Böyle insanlar dünyanın her yerinde var. Örneğin Erich Fried, hep İngiltere'de kaldı. İnsan, ailesinin kesildiği bir ülkeye bir daha dönemez. Bu insanın kanına işler.
En sevdiğiniz yazar?
Neruda. Hem şiirleri, hem Yaşadığımı İtiraf Ediyorum. (Weiss bu soruyu hiç duraksamadan yanıtladı).
Bir tutukevine gitseniz hangi kitapları yanınıza almak istersiniz?
Brecht'in şiirlerini. Gramsci'yi. Rosa Luxembourg'u. Stendhal'ın Kızıl ve Kara’sini, Parma Manastırı’nı ve Dante'nin İlahi Komedya'sını.
Türk yazınını biliyor musunuz?
Ne yazık ki bir şey söyleyecek kadar bilmiyorum. Türk yazınının büyük bir soluk olduğunu, özellikle şiirinin, biliyorum. Ama Nâzım Hikmet'ten başka yazar okumadım. Vietnam'a gittiğimde, orada Too Hu diye bir ozanın şiirleri ile karşılaştım. Olağanüstü şiirler. Eminim Türkiye'ye gelseydim, böyle büyük ozanlarla karşılaşırdım, severdim. Türk yazınının yeterli çevirileri yok. Salozun Mavalı ve Marat/Sade'm Türkiye'de başarıyla ve yinelenerek oynandığını biliyorsunuz tabii.
Ya Türk sineması?
Sürü'yü izledim. Olağanüstü bir film. Çok sevdim. Artık uzun seyahatler yapamıyorum. Ama bir gün Türkiye'ye gelirsem, Bergama, Selçuk, Efes yöresini çok gezmek istiyorum.
Direnmenin Estetiği’nde oldukça güç bir anlatım kullandınız. Bu konuda ne dersiniz?
Güç olabilir, ama anlaşılması olanaksız değildir. Her insanın her şeyi kavrayabilecek yaratılışta olduğundan hareket ediyorum. Picasso da devrimi kendi yapıtları ile gerçekleştirmiştir. Sanat bir işçiliktir. Tıpkı bir marangozun iyi bir sandalye yapması gibi. Brecht ne der: "İşçi için hiçbir şey yeterince güç değildir."
Bu unutulmaması gereken bir gerçek. Bu kitap, benim kendi gelişimimdir. İnsanın verimi, ona armağan edilmez. Yeniden başlamak gereklidir. Yalnız içerik yönünden değil, biçemde de yeniden başlamak gerekir.
İsveç'te yaşayan Türk dostlarım, oranın dinamizmden yoksun bir ülke olduğunu söylüyorlar. Siz böyle bir duyguya kapılmadınız mı?
İsveç bir kırsal kesim toplumudur. Kent yaşamı henüz üç kuşak öncesi başlamıştır. Orada savaş sırasında tarım işçisi olarak çalıştım.1950'lerde halk okullarında öğretmenlik yaptım. Tutuklularla, toplum dışına itilmiş insanlarla çalıştım.
Bilemezsin böylesi insanlardan ne denli güçlü inisiyatifler geliyor. Sonra bu konuları film çalışmalarımda yansıttım. İnsanın şahsen yaşadığı olaylar, sanat yapıtlarından daha önemli. Dediğim gibi, çalışabildiği ülkeyi benimsiyor insan.
Sürgüne giden insanın gerçeği nedir? O insan sürgünde nasıl değerlendirilecektir? Geçmişine göre mi, yoksa şimdiki durumuna göre mi?"
"İnsan, yazar olarak, söylemek isteyeceğini uygulayacağı biçimleri arar. Ben bu kitabı bir blok gibi biçimledim. Baskısı bile bir kerpiç tuğla gibi. Gri. Resimsiz. Çekici değil. Picasso'nun Guernica'sını bilirsiniz. O da anlaşılması güç bir yapıttır. Bu kitap okurdan büyük çaba bekler. Ama insan, yazar olarak da kendinden çok çaba bekler. Bu, okuru küçümseme değil, aksine yüceltmektir. Böylece okur, yazar ile aynı düzeye getirilir. Ben bunu böyle anlıyorum. Okur, yazar düzeyindedir. Brecht: 'Her insan, en büyük çelişkileri kavrayacak yaratılıştadır' der.
"Bu kitap boyunca bir tek umut örülmüştür: Birlik. Çünkü Yalta Konferansı'ndan sonra, halklar gözetilmeden dünya bölünmüştür. Ben bu bölünmeye 40 yıllık bir süreçten sonra bakıyorum 'Birlik' umuduyla."
***
Halkçı, 9 Temmuz 1982
10 Mayıs 1982 günü Stockholm'de öldü
Yaşamı boyunca tüm yapıtlarında dünyada savaşın, barbarlığın, insanın insanı öldürmesinin, insanın insanı sömürmesinin karşısında dikilmiş bu büyük insanı, ilkin saygıyla anıyorum. Onun öldüğü gün de, Alman radyo ve televizyonları ilkin Falkland Adaları'ndaki karşılıklı çatışmaları, sonra Irak-Iran savaşını, sonra İsrail'in Lübnan'ı bombalamasını, en sonra da Peter Weiss'm ölüm haberini verdiler. Biz, onun gibi, daha milyonlarca, milyarlarca insan, savaşın karşısında mücadelemize devam edeceğiz. Onun gibi: Yaşamımızı gerçek ve yaşamaya onurlu kılabilmek için, çalışma inancımızdan yılmadan.
Peter Weiss'ın yaşamına kısaca değinmeden önce, onun 900 sayfayı aşan Not Defterleri Kitabı’ndan (Edition Suhrkamp, 1981), temel dünya görüşlerinden bazılarını okura aktarmayı yararlı buluyorum:
"Vietnam: ABD sisteminden nefret ettim, sınırsız, müthiş bir nefret. Ayrıca Vietnam örneği emperyalistlerin tahribatları karşısında bizlerin ne denli güçsüz kaldığımızı da kanıtladı. Vietnam, bizden çok daha güçsüz bir ülke, ama ilkesinden hiç vazgeçmedi. Zengin ve tokların yerine, yaralı ve yoksul Vietnam halkı savaştı."
"Faşizmin Amerika'daki biçimi, belli bir ölçüde liberalizme de hayat tanıyor. "Özgür basın", "düşünce özgürlüğü", kısmen yöntemin altında gizlenen zorba gücü örtbas etmeye de yararlı oluyor."
"Babamın olağanüstü çabası. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ilk göç: Viyana'dan Almanya'ya. 1934'te gene göç: İsveç'e. 53 yaşında yeni bir yaşama başlamak zorunda bırakılıyor! Oysa daha İngiltere'deyken ne denli hasta idi!"
"Akşam gazetelerinde büyük ZAFER manşetini okudum. Ama bu Vietnam'daki zafer değil, İsveç-Finlandiya arasında ki buz hokeyi karşılaşmasının zafer haberiydi."
"Dünyadaki düzenbazlık, soygun ve cinayet ortamında sosyalizmi kurmak mümkün mü?"
"Benim sosyalizm ve komünizm imgem, hiçbir zaman gücü ellerinde tutan ve yöneten sınıflardan beslenemez. Her zaman en alt tabakalarda yaşayan, yoksulluk ve acı çeken kitlelerden beslenebilir."
"Ben bir kenti, o kentteki kitapçı dükkânlarına göre değerlendiririm."
"İnsanlar öldürülüyor, ama AEG, Siemens, MannesmannIG-Farben vs yaşamlarını sürdürebiliyor."
"Biz henüz kapitalizm çağını yaşıyoruz. Sosyalizmi kurma deneyleri kapitalist dünya içinde oluyor ve çoğunlukla çağdaş hükümdarların olağanüstü gücü karşısında başarısız kılıyor."
"Benim için komünist olmak ilkin şu anlamı taşıyor: Her olguya eleştirici gözle bakmak, bağlantılar içindeki yerini araştırmak ve saptamak. Hiçbir şeyi tepeden düşmüş var saymamak."
"Şunu öğrenmelisin: Sen hiçbir işe yaramaz değilsin! Seni senden çalan toplumdur!"
"Kültür bir şeye cesaret edebilme sorunudur. Okumaya cesaret edebilme, bir görüşe inanmaya cesaret edebilme, görüşlerini açıklayabilme cesaretidir."
"Devrim artık mümkün değil. Ama gene de devrimlerden yana olmak gerekir."
"Sanayi ülkeleri, baskı altında tutulan halkların payıdan yaşıyor."
"Irkçılık, sömürgecilik, faşizm, emperyalizm."
"İtalya'da, Fransa'da ya da İsveç'te, insanın komünist olması ve bunu açıklaması çok olağan. Oysa bu ülkede, (Batı Almanya'da) komünistim demek, veba hastalığına tutuldum, affedersiniz, demek gibi etki uyandırıyor."
"Her iki Almanya'da da anayasa düşmanı sayılabileceğim düşüncesinden sıyrılamıyorum."
"Güç ve korku her zaman yan yanadır."
"Terörizm, emperyalistlerin terörünün bir sonucudur."
"Ben, vatansız insanlardanım."
'Kasım ayında zeytinler toplanır. İnsanları ayıran olgular karşısında birleştiren olgular giderek çoğalıyor. O halde neden savaş?"
Yaşamımızdaki en büyük sorumluluğu daha iyi dünyalar hazırlamak için uğraşmak sayan aydınların görevi, diğer büyük önderlerin yanı sıra Weiss'm da yapıtlarını daha geniş kitlelere yaymak olmalıdır. Kendisini kısaca şahsen tanıdığım bu yazar ve onun mücadeleci yaşamı önünde saygıyla eğilirim.
Peter Weiss hakkında İsviçreli bir aktrisle Bohemya asıllı, sonradan Hıristiyanlığı kabul etmiş Yahudi bir dokuma fabrikatörünün oğludur. Bremen, Berlin ve Bohemya'da büyüdü. Ailesiyle birlikte 1934'te İngiltere'ye gitti. Ancak burada kısa bir süre kaldıktan sonra geçtiği Prag'ta 1939 yılına kadar kaldı. Ressam olmak istediği için Prag'daki Sanat Akademisi'ne iki yıl boyunca devam etti. Kısa bir süre sonra patlak veren İkinci Dünya Savaşı nedeniyle Almanlar'dan kaçarak İsveç'e geldi, yaşamını grafiker ressam olarak kazandığı Stockholm'e yerleşti. 1945'te İsveç vatandaşlığına geçti. Dikkatleri çekmeyen ilk şiir ve öyküleri yayınlandıktan sonra 50'li yıllarda çoğu sürrealist ve psikanalitik konulu deneysel ve belgesel filmler çekti. 1952'de yazdığı Arabacının Gövdesinin Gölgesi adlı ilk romanı ancak sekiz yıl gibi uzun bir dönemden sonra yayınlanabildi. Ardından Anne Babaya Veda ve Kaçış Noktası adlı romanlar geldi. Sık sık taşınmaları ve dil değiştirmesi yüzünden hiçbir yere ait olmamak duygusuyla yaşadığı çocukluğunu psikanaliz yardımıyla yansıtmaya çalıştı. Bundan sonraki eserlerinde kendi kimliğini arayışı, politik ve özel hayatında bir durak arayışı konu olmaktadır. Resimden tümüyle vazgeçerek kendini tiyatro çalışmalarına adadı. Çocuk şiirlerinden oluşan bir haydut öyküsünü anlattığı Konuklarla Bir Gece adlı melodramıyla dikkatleri pek çekmemekle birlikte, ikinci oyunuyla çok başarılı oldu. Marki de Sade Yönetiminde Charenton Delilerevi Sakinleri Tarafından Sahnelenen Jean Paul Marat'nın Zalimane Katli adlı eserinde düşüncelerinin tutuklusu olan Fransız Devrimi'yle düş kırıklığına uğrayan bireyci ve materyalist de Sade'ın devrimci idealist Marat ile tartışmasıdır. Soruşturma adlı belgesel oyunu görgü tanıklarının, hakim ve sanıkların ifadeleriyle Auschwitz Konsantrasyon Kampı'ndaki katliamı anlatır. Yazar burada oratoryosunda cinayet mekanizmasını daha çok önceden alışılmadık bir biçimde gözler önüne sermektedir. Stil açısından çok çeşitlilik gösteren belgesel oyunlarını hazırlarken, İsveçli sahne dekorcusu olan üçüncü karısı Gunilla Palmstierna'nın yardımını gördü. Birinci ve ikinci evliliklerinden iki çocuğu vardı, Palmstierna'dan da bir çocuğu dünyaya geldi. Tiyatro oyunları nedeniyle romana uzun dönem ara verdi, 70'li yıllarda yeniden roman yazmaya başladı. Direniş Estetiği adlı üçlemesinde Avrupa'daki Anti-Faşist Direniş yansıtarak aynı zamanda siyasal solun eleştirel bir bilançosunu gözler önüne serdi. Bu tartışmalarda ağırlık noktası sanatın gelişen siyaset üzerindeki rolüne ilişkin sorulardadır. Romanın kahramanı olan genç bir işçi, bu sanattan aldığı güçle İspanya İç Savaşı'nda ve İkinci Dünya Savaşı sıralarında sürgünde bulunduğu İsveç'te faşizme karşı savaşır. Yeni Dava adlı oyunun prömiyerinden sonra çevresiyle tüm ilişkilerini keserek inzivaya çekildi. Belgesel tiyatro oyunlarında devrim, faşizm ve direniş konularını işledi. 10 Mayıs 1982'de Stockholm'de hayata gözlerini yumdu. Romanları: Arabacının Gövdesinin Gölgesi (Körpers der Kutschers, 1960), Anne Babaya Veda (Abschied von den Eltern, 1961), Kaçış Noktası (Fluchtpunkt, 1962), Direniş Estetiği (Widerstands, 1975), Not Defteri (Notizbücher, 1971) Oyunları: Konuklarla Bir Gece (Nacht mit Gaestern, 1963), Marki de Sade Yönetiminde Charenton Delilerevi Sakinleri Tarafından Sahnelenen Jean Paul Marat'nın Zalimane Katli (Die Verfolgung und Edmordung Jean Paul Marats, dargestellt durch die Schauspielgreppe des Hospizes zu Charenton unter Anleitung des Herrn de Sade, 1964), Saloz'un Mavalı (Gesang vom Iusitanischen Popanz, 1967), Vietnam Tartışması (Viet Nam Diskurs, 1968), Troçki Sürgünde (Trotzki im Exil, 1970), Yeni Dava (Der neue Prozess, 1982) |
(EMK)