188 dakika boyunca zihnimin en karanlık kuytularında Dicle Koğacıoğlu’nun “Çok acı var dayanamıyorum. Lütfen beni affedin” çığlığı yankılandı.
Florian Henckel von Donnersmarck, hem güçlü senaryosu hem muhteşem yönetmenliğiyle bir an olsun dahi izleyenlerin dikkatinin dağılmasına izin vermemiş. “Asla Gözlerini Kaçırma” (Never Look Away), gerçekten de gözlerin perde dışında başka bir yere kaçamadığı bir film.
***
İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur derler. Yaşamın ilk yedi yılında edindiğimiz deneyim ve bu dönemde oluşan kimliğimizin sonraki 70 yılın belirleyicisi olduğu iddia edilir.
Asla Gözlerini Kaçırma (Never Look Away), bu savı doğrular nitelikte.
Ancak bir farkla: Hayatımızın her anında değişimin mümkün olduğunu vurgulayarak. İlk yedi yılın yaşanmışlıklarını zaman içerisinde bambaşka biçimlerde okumayı becerebileceğimizin altını çizerek. Yıllar sonra, kendimizi arama ve bulma çabasını gösterdiğimiz o yetişkin zamanlarda dahi varlığımızın eski hikâyelerde saklı olduğunu, gerçekliğin orada bir yerde bizi beklediğini hatırlatarak.
Gerçekliğin, kendimizin, var oluşumuzun acılarımızda saklı olduğunu; acılardan azade kılınmış bir hayatın yalan bir dünya olduğunu göstererek.
***
Bu dünya kirli bir dünya. Acıların, acı çekenlerin tarih boyunca olduğu ve olacağı bir dünya.
Bu dünya adaletsiz bir dünya. Savaş sonunda kendisine “sermaye” olarak dönsün diye eş baskısıyla ceketin yakasına takılan bir rozetin, yıllar sonra İngiliz Sicimi olarak insanın kendi boynuna dolandığı bir dünya. Ama aynı zamanda; ettikleri yemini unutup çılgın bir liderin ve hayalin peşinde kısırlaştırma ve ötanazi uygulamalarını hayata geçirenlerin Doğu’nun ve Batı’nın dünyasında ödüllendirildiği bir dünya.
Bu dünya gözyaşının eksilmediği bir dünya. Egemen ideolojilerin ve ulus devletlerin, insanı ve yeryüzünü yok edebilecek kadar körlüğe, yeri geldiğinde “büyük” idealler için kendi kızının dahi hayatını karartabilecek bir kötülüğe gark olabildiği bir dünya.
Ancak Florian Henckel von Donnersmarck, tüm bu sorun ve acılara rağmen dünyadan asla gözlerinizi kaçırmayın diyor. Çünkü ona göre “Gerçek olan her şey güzeldir”. Yeter ki insan, o acının içerisinde kendisini insanlaştıran gerçeği keşfetsin. Onun peşine düşmekten imtina etmesin. Yol ne kadar zorlu olsa da yolda kalmaya, o yolda adımlar atmaya devam etsin.
***
Hani bazen her şey üst üste gelir. Nefessizlik boğar insanı. Umut yoktur. Kendisini bile kaybetmiştir insan. Hayat denilen tuvalin üzerine başkalarının çizgileri karalanır böylesi zamanlarda.
Acısının şapkasını başından çıkarmayan bir deli yolunu keser ve tuvalin yalanını afişe eder en olmadık bir anda: Çoğunluğun isteğine, popüler olanın doğrusuna ya da egemen olanın kabulüne göre yaşanamayacağını anlatır bu hayatın.
Yolunu kaybeden insan çaresizce saatlerce, günlerce tuvalinin başında oturur. Eli kötürüm, dili lal olmuştur. Dimağı iflas etmiştir. Alman faşizminin, sosyalist gerçekliğin, bezirgân pazarlığının... Hasılı kelâm siyasetin hükmü insana dair ne varsa olanı alıp götürmüştür.
İşte yaşamın tılsımının kaybolduğu bu anlarda insana yardım yine insandan gelir. Hem de bir zamanlar üzerine bombalar attığı, kötülükler ettiği, ölümle cezalandırmak istediği “öteki”nden gelir. Yaralarını, yanıklarını iç yağla temizlerler. Zemheride titremesini, duldada yalnızlığını keçi battaniyelerine sararak giderirler.
Elbette hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Yaşanmışlıklar yaşanmamış sayılmayacaktır. Kafatasının yanmış derisi düzelmeyecektir bir daha. Çünkü herkes kötülüğünün nişanesini taşır bir hayat boyu üzerinde. Ama ötekinin şifası bedenin ve ruhun yaralarına derman olacak, acılar dinecek, sızı ise her daim kalacaktır benliğin derinliklerinde.
Bu dünyada insan insanın şifasıdır. Ancak insanın insana derman olabilmesi için acı dolu gerçeğe bakabilmesi ve yüzünü öte yana çevirmemesi gereklidir.
***
Perde karardı.
Müzik bitti.
Taybet Ana göründü sokakta bir başına yatarken... (OE/EKN)