Belki de yanlış kişilere soruyorum bu soruyu. Öyle ya, biz hiç ergen olmadık. Bizim zamanımızda ergenlik mi vardı; zamane şımarıklığı bunlar. Nasıl bir üstten bakış, nasıl bir mevzudan sıyrılma isteği…
Çünkü bir yetişkine pervasızlığıyla suçüstü yapabilecek yegane kişi bir ergendir. Pek çoğumuzun unutmak istediği o flu anlar… İlk reddediliş, an be an yavaş çekimde tekrar tekrar yaşanan ‘rezil olma’ anları… Herkes bize bakarken mümkünse yorganın altında kalıp orda bir yaşam kurma fantezisi… Hasılı hepimiz bir zamanlar dünyanın merkezindeki yegane ergendik.
Sıfatı değişse de muhtevası hiç değişmeyen o ergen beden, ruhuyla kavgasına sonsuza dek devam edecek. Ergenin şövalye zırhı hep dimdik kalacak. İçine giren ruhlar ve bedenler değişse de dünyanın merkezinde insanlık için kendini feda etmeye hazır bir şövalye ordusu, hayat sürdükçe varlığını muhafaza edecek.
Şimdi gelelim evdeki şövalyeye… Bu demir zırhlı gözü kara kahramanla bir düello mu istersiniz yoksa kazasız belasız süt liman iletişim mi? Karar sizin. Şüphesiz bir yetişkin için bir ergenle yaşarken en risksiz hat ‘kurallardır’. Nafile bir halde uyulmasını beklediğimiz kurallar. Çoğu zaman ergenin esnete esnete kendine ip atlama oyuncağı yaptığı ‘kurallar’; ailenin bekası için oldukça gerekli, değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez ‘ideal’ davranışlar silsilesidir.
Gelgelelim; şövalyeye söker mi? ‘Birisi hepsi, hepsi birisi için’ için yola çıkmış bu atlıların önünde durmak ne kadar akıl karıdır? Zira artık göğsümüzde uyuttuğunuz minik yavru yerine karşımızda nasıl yapıp da bizi atlatsa arkadaşlarıyla buluşsa, telefonda mesajlaşsa diye fırsat kollayan bir tip var. Aynı zamanda hissedilen inceden inceden bir veda havasıdır. Bizler minik yavrumuzun ‘minikliğini’ albüm sayfalarında bırakırken ergen de kendi çocukluğunun ve ‘masumiyetinin’ yasını çoktan tutmaya başlamıştır. Tevekkeli değil bu hırçınlık… Ergen neleri geride bıraktığının farkındadır farkında olmasına ama işmar eden gelecek karşısında ağzı dili bağlıdır. Hayat onu çağırmaktadır.
Gelgelelim, kafası karışıktır. Baştan çıkıp yola düşen ergenin hiç öyle aile ocağına veda edesi de yoktur aslında. ‘Ben özgürüm’ çığırtkanlığı aniden elektrik kesildiğinde ‘annneee’ çığlığına bırakıverir kendini. Çünkü ergen henüz kanatlarını hizalamakla meşguldür. O da bilir ki ve aslında bilinsin ister ki; yuvadan uçmak için zamana ihtiyacı vardır. Hatta uçmayı en çok düşündüğü zamanlar, yuvasına en çok ihtiyaç duyduğu zamanlardır.
Lakin ergen öyle dram sahnelerinin insanı hiç değildir. Onu sevecekseniz gayet cool olunuz. Öyle kollarınızı açıp yavrrrum yavrruuum diye dalmaya kalkmayınız. Yoksa sizin karşınızda bir çocuk mu var? İsterseniz bir daha düşününüz.
Zira ergenin böyle sulu duygusallıklara ayıracak vakti yoktur. Onun çok önemli işleri vardır: Dünyayı değiştirmek gibi. Hem zaten biliniz ki, bu dünya nispeten yaşanılır bir şeyse biz bunu ergenlere borçluyuz.
Mesela ergenler olmasaydı, 68 ruhu dünyayı değiştirebilir miydi? Düşünün; ergenler yoksa 68 ruhu da yok. Yani müzik yok, şiir yok, sanat yok. Sadece ve sadece ‘özgürlük’ uğruna kim çıkar meydanlara? Böğürtüsüyle yetişkinlerin ödünü patlatan diktatörlere kim kafa tutabilir ergenlerden başka?
Hasılı ergenler kıymetlidir. Ergen öfkesi candır. Üretir, yaratır,dönüştürür. Ergen kafasına koyduğunu yapar. Yapmak ister. Hiç olmadı yola çıkar. Ha yolda kafası karışabilir; rotasını güneye çevirebilir. Mümkünse kıyılara kaçmak ister. Öyle yorucudur ki hayat onun diri zihinde; öyle zor gelir ki yaşanacak upuzun yıllar…
Mümkünse kaybolsa; mesela bir ağacın kovuğunda geçirse yıllarını. O hiç beğenmediği suretini görmese hiçbir yerde. Karşılıksız sevdası onu tüketmeden o kendini kapatıverse bir deliğe. Olmazlarla değil de bir kere de olurlarla gelse hayat. Ah be ne olurdu, bir kerecik ergenin şansı yaver gitse… Her terslik kısacık hayatında onu bulmasa…
Peki, ne ister bir ergen kendinden, bedeninden? Neden kendine kıyacak kadar dayanılmaz acılar çeker ruhu? Bir ergen neden canına kıyar?
Kimse bilmiyor bu soruların kesin cevabını. Bildiğimiz tek şey; ergen kanatlarını hizalarken bazen gökyüzü dar gelir. Bazen de ulaşılamayacak kadar uzak. Hatta onu yutacak kadar uçsuz bucaksız… Ergen kanatlarıyla öyle meşguldür ki, gökyüzü bir tek kendisini bekliyor sanır. Özgürlüğün süt mavisi çeker onu. Kanatlarının haline bakmadan burun buruna gelir sonsuzlukla…
O uçacağım sanarken ayağı kayıverir. Bazen düşünden uyanıverdiği yumuşacık yatağına bazen de sonsuzluğa düşüverir… Bazen bir rüya kahramanı bazen de bizzat bir rüya olarak… (EK/EKN)