“Yazamadığım gün, bittiğim gündür”
Böyle demişti Ezhel. Tarih 28 Eylül 2017’ydi. Dorock XL’deki konseri öncesi konuşma fırsatı bulmuştum, ilk dinlediğim andan itibaren müziğine, sözüne hayran olduğum bu genç adamla. Yıllar sonra ilk kez birisiyle söyleşi yapmak istemiştim.
Şarkılarındaki samimiyeti, röportaj sırasında da sergilemişti. O kadar samimiydi ki, yine yıllar sonra otosansür duygum hortlayıverdi. Röportajı kesip biçmek, eğip bükmek içimden gelmedi. bianet için yapmıştım röportajı, hiç göndermedim Haluk’a (Kalafat), Ezhel de ben de çok keyif aldığım halde. Çünkü dedim “Ezhel'ih başı belaya girmesin”.
Eski Türkiye alışkanlıklarının bin beterinin hüküm sürdüğü “yeni” Türkiye’de, Ezhel’in başı belaya girdi yine de. Traji-komik suçlama ve uygulamayla dört duvar arasına kapattılar bu özgür ruhu. Bu yetmedi, 10 yıl çalmak istiyorlar gencecik bir insanın hayatından. Bitirmek isteyenlere inat bağlamaya kağıda kaleme yazarak çoğalıyor içeride Ezhel, bizlere gönderdiği mektuptan anladığımız kadarıyla.
Bu da benim mektubum ve özrüm olsun ona. Teybi 8,5 ay öncesine saralım, Kadıköy’e gidelim. Hem Ezhel’i uyuşturucu övgüsüne indirgemeye çalışanların göremediklerini gözler önüne serelim, hem de “hayat zaten geçici süreçlerden oluşan bir şey” diyen Ezhel’e, “bu da geçer” demiş olalım...
TIKLAYIN - Rapçi Ezhel Hakkında İddianame Hazırlandı
***
Ezhel, ilk albümü “Müptezhel”le tam anlamıyla patladı. Günlerini Türkiye’nin hemen hemen her şehirinde ve sahnesinde konser vererek geçiriyor. Biletler saatler içinde tükeniyor. Şarkıları hep bir ağızdan ezbere söyleniyor. Türkçe rap olayını patlatan Cartel’den bu yana duyduğumuz belki de en melodik rap albümü ile karşı karşıyayız. Üstelik reggae’den caza kadar bir çok farklı türe selam çakan, göz kırpan melodiler söz konusu. Sözlere gelince, son dönemin alışılmış Türk, Osmanlı, Müslüman vurgularıyla geri kalan her şeye makineli tüfek temposunda nefret kusan cümleler yok. Buram buram sokak ve esrar kokusu eşliğinde hazdan, isyana kadar bir çok duygunun bir ozan samimiyeti ile ifadesi var.
Bir konser öncesi İstanbul’da buluştuğumuz Ezhel, albümdeki günü ve kafayı “kurtarma” derdindeki genç imajından çok uzak. Şehrimin tadı şarkısında dediği gibi, “kendi kendinin patronu, takım elbisesi kapüşonu beresi” oradan oraya koşturuyor. Peş peşe röportaj verip, bir yandan davetli listesi detayına kadar konser hazırlıklarıya uğraşıyor. Vücudunda dövme yaptıracak yer kalmamış abilerin (bkz. Querasma), gözlerinin hemen kenarına yaptırdıkları gözyaşı dövmesi yerine Ankara il sınırlarının çevrelediği bir 06 rakamı var Ezhel’de. Gözlerim o dövmeye takılı muhabbete başlıyoruz:
Öncelikle tebrikler ve teşekkürler albüm için. Hem melodileri hem sözleriyle tarihe geçecek çok demlenmiş bir çalışma. Nasıl bir birikimin ürünü Müptezhel?
Rap’e başladığım günden beri kendime kattığım, üstüne koyduğum şeyler var: Gerek rap teknikleri, tarzları olarak, gerek caz, rock, türkü gibi başka türlerden gelenler, gerekse rap’in tarihine ilişkin öğrendiklerim ve tabii çocukluğumdan bu yana başımdan geçen şeyler…Tüm bunların karışımı diyebilirim bu albüm için. Çünkü küçük yaştan beri müziğin içindeydim. Ta o zamandan gelen bir birikim söz konusu.
Müzikle ilgili en eski anın ne peki?
Çok küçükken bana ailemin masaya vurarak ritm öğretmesi. Tak tak tak (gülümseyerek masaya vurmaya başlıyor) derken (küçük bir darbuka soloyu andıran, parmaklarını da kullandığı karmaşık bir ritm çalıyor) olay bunlara dönüştü ve iş koptu. Onun dışında bir de çok küçük yaşımda kemana başlamıştım. Çok sürdüremedim onu ama….
Biz melodi ve sözler dedik ama senin de vurguladığın gibi farklı rap tekniklerine ayrı parantez açmak gerekiyor. Farklı tekniklerinin hepsini başarı ile icra edebilmek zor. Genelde sadece birini benimseyip onun üstüne gider rapçiler.
Abi ben galiba gerçekten bu işi başarabiliyorum dediğim zaman, rap’in geçmişini hatmettiğim zamanlara denk geliyor. Ben 91’liyim, hip-hop’un altın çağında çok küçüktüm. Zamanla internet ve Youtube aracılığıyla rap’in tarihini öğrendikten sonra kendi tarzıma onlardan kattım. Tarihsel rapten asla vazgeçmek istemedim. Ama çağımızın rap soundu, işte benim albümde daha çok duyulan trap soundu da beni heyecanlandırdı onu da yapmak istedim. İkisini birbirinden hiç ayırmadım. Buna reggae stilleri de dahil. Bırakmak istemedim hiç birini
Neden?
Çünkü ben mc’yim, hip hop kültüründe mikrofonu eline alan kişiye mc (microphone controller) denir. O mc’liği hiç unutmak istemedim. Rapçi olmak istemedim mc olmak istedim.
Bir çok tür arasında sana en yakın olan reggae sanki. Özellikle daha önceki müzikal üretimin göz önüne alındığında?
Çok daha içimden geliyor. Çok daha fazla duygunun olduğuna inandığım bir müzik. Çünkü genelde her zaman bir mesajı olur reggae’nin. Rap daha geniş her şeyi anlatabilir ama reggae’nin kendi müzikal örüntüsüyle alakalı her zaman bir mesaj kaygısı olmuştur. Evet reggae yazarken veya o konularda söylerken ben de daha ateşli oluyorum. Daha keyifli yapıyorum işimi yani
Bana göre Türkiye’nin reggea’si kaşık havası
Evet çok doğru.
Ama sen albüm buram buram Ankara kokarken reggae’ye bu kadar yakın bir soundu kullanmamışsın, gönderme bile yapmamışsın.
Aslında denedik. DJ Artz’la "Pavyon" diye bir şarkı yaptık. Onda mesela Ankara oyun havasını günümüz trap sounduna yaptık getirdik. Bu tip şeyleri daha çok yapmak sitiyorum ama bu albümlük yetiştiremedik. Aslında çok fazla etnik projemiz var: Etnik hip hop etnik reggeae hatta benim tamamen enstrümantal Anadolu reggae’lerden oluşan bir projem var. Şimdi yavaş yavaş yapıyorum bakalım. Ama bu albüm için olmadı. Bu albüm biraz kafamıza göre olsun dedik ya. Kendi keyif aldığımız şeyleri yapalım istedik. Zaten bu kadar geri dönüş beklemiyorduk. O yüzden böyle takıldık. Ama o şeyi hiç esirgemedik, mesela Bugy ile birlikte Adana 01 dizisine çok değişik müzikler verdik biz de. Gene böyle etnik Kürtçe bir ağıtı trap’e çevirdik o tip projelerimiz çok aslında sadece su üstüne çıkarmadık zaman bekliyoruz bakalım.
Bir Neşet Ertaş reggae yorumunu dinlemiştim. Seni etkilemiş bir isim midir?
Çok. Sırf Neşet Ertaş değil, Anadolu abdal geleneğinden kültüründen, çok etkilenmişliğim var. Buna işte Hacı Taşan, Çekiç Ali, Muharrem Ertaş ve diğer ustalar dahil. Bir rapçi olarak halk ozanlarının dilinin hala çok güncel, çok sade olduğunu söyleyebilirim. Üstelik o sadelik içinde acayip duygular anlatabiliyorlar. Mesela Neşet Ertaş’ın türkülerinde her zaman bunu görebiliyorum. Hacı Taşan’da ve Çekiç Ali’de de. O kadar ince ince anlatıyorlar ki. Ama böyle rap gibi değil sürekli bir şey söylemiyorlar ama çok minimal bir şeyde çok derin şeylere sahipler ve Türkçeleri de bir o kadar yalın ve bir o kadar güzel olduğu için çok etkileniyorum. O kültürün de aslında ben modern bir takipçisi, varisi olduğumu düşünüyorum.
Aslında bir yandan bunlar çatışan gelenekler. Dediğin gibi çok ince çok küçük, utangaç, haykırmadan anlatırlar ama bir rapçi kendini olduğu gibi ortaya koyar olabildiğince çok kelime ile
Abdallar kendi inanç yapıları ve kültürleri gereği daha saygı çerçevesinde bakıyorlar. Biz biraz daha isyan etmek zorunda kalmış bir nesliz, hip hop da öyle. Yani müziğin yapısından kaynaklanan. Böyle farklar var evet ama dediğim gibi yazımda ve Türkçe’de onların yaptıkları bana ışık tutuyor. Çünkü onlar da her şeyden bahsedebiliyor mesela aşktan ve gizliden gizliye cinsellikten bile bahsedebiliyorlar yani.
Albümü dinleyince tek gerçek derdi kafayı bulmak ve günü kurtarmak olan bir adam canlanıyor insanın gözünde. İnsanlar bunu uyuşturucu övgüsü diye yüzeysel olarak anlama eğilimdeler ama biliyoruz ki bu şekile yaşayan ciddi bir toplum kesimi var. Gençler gelecekle ilgili plan yapmayı bırak hayal bile kurmuyorlar artık sanki…
Demek ki doğru anlaşılmış. Albümün yapılış sürecinde yaşadığımız hayat tamamen öyle bir hayattı. Biz de öyleydik. Esrarengiz şarkımda bahsediyorum kendi neslimden problemlerinden ve bize yaklaşma şeklinden insanların… Öyle bir ruh halindeydik biz de. Bize sundukları çözümler, okul bitir falan… Sonra bakıyorsun adam bitiriyor ama olmuyor. O esnada müziğimiz var ve günümüzün peşindeyiz çünkü bir birikimimiz yok, bir diplomamız yok. Hayattan tek beklentimiz ve bize keyif veren tek şey müzik ve o anımızı kurtarmak. Eğlenebilmek işte bir gün daha, çünkü tutunacak bir dalımız kalmamış durumda açıkçası. Tabii ki derdimiz bununla sınırlı değildi ama yaşadığımız hayat böyleydi. Bunun içinde dertlerimiz de var, toplumsal dertlerimiz de var ama sıkışmış. Çünkü çözüm de aradık. Gerek meydanda aradık, gerek haykırarak aradık, gerek kendi içimizde de aradık. Zannedersem yok. Biraz da bunun artık ehh be olarak yansıması da olabilir. Ne yapayım? Bu böyle ve bu şekildeyiz.
Şehrimin Tadı’nın klipinde görünen Murat 131’li drift’çi, tespih çeken abiler var. Onlar da bir alt kültür olarak yaşıyorlar uzun süredir ve şimdiye dek hiç olmadığı kadar görünürler. Alo şarkısının girişinde babolar bebelerin yolunu kesiyorlar. Gettoda nasıl bu babo-bebe ilişkisi?
Ankaralıysan kaçamıyorsun. Oradan bir yolun geçiyor bir kere. Bu belki Ankara’nın yollarıyla veya şehir yapısıyla alakalı. Ben çok orta bir yerde büyüdüm. Bir mahallenin kıyısında, bir apartmanda büyüdüm Cebeci’de. Orada ben her şeyi gördüm yani. Gecekonduda yaşayan insanı da gördüm, bizim eve haciz geldi yıllarca eşyasız da yaşadık, üst komşuma okuma yazma da öğrettim. Ama kendi çabamla bir entelektüel birikim de elde etmeye çalıştım. Benim ailem orta sınıf bir aileydi. Varlığı da, yokluğu da çekmiş. Çok fazla insanla iletişimim olduğu için, Ankara kültürüyle de büyüdüğüm için, oralarda zorlanmadım. Ben tip ve duruş olarak hem babolara hem bebelere garip geliyor olabilirim. Ben onları çok benimsemiş durumdayım. Çünkü babolar, bebelerin abileri işte bizim orada. Abilerimizden öğrendik. Her şeyi onlar gösteriyor, Sokaklardaydık zaten. Oranın kendine ait bir kanunu var her zaman yürüyen. İster bir varoşun sokağında ol, ister Çankaya sokaklarında farketmiyor. Her zaman bir yol yordam bilmen gerekiyor çünkü aksi halde hayatta kalamıyorsun. Ben abilerimden çok şey öğrendim.
Böyle çok gerilimili bir ilişki yok yani.
Kesinlikle değil. Adap erkan öğren diye bir şey yapmıştır ama bir yandan da sert yani çünkü ben de farklıyım onlara göre. Garibim, dövmemiz var, piercing’imiz var, küpemiz var. Bazen “hayırdır gardaş!” diye geliyo… Ben yıllarca hiç bir şey demedim. Sonra ben “la sen hayırdır gardaş?” diyince arkadaş olunuyormuş. Aslında kavga çıkmıyormuş onu öğrenmiş oluyorsun.
Çok satış var bir çok şarkıda ifade ettiğin gibi, sokak kaygan bir zemin. Kim neye göre kardo veya kanka olabiliyor?
Bazen bi bakıştan bile anlayabiliyorsun. Mesela atıyorum Bugy benim için kardeştir. Niye? Çünkü abi bi insan seninle bu kadar yokluk çekiyorsa kardeştir. Ekmeğini böldüğü an kardeştir. Ama bi insan daha gülerek şeyse haa diyorsun anladım niyetiyle belli geliyor. Bir gün ekmek bölüyorsan veya sorgusuz sualsiz kardeşim aç kalma falan gibi geliyorsa orada o çizgi belli oluyor zaten. Onun dışındakiler gereksiz bebeler oluyor.
Paylaşım ekseninde yani
Evet. Çünkü Ankara aslında paylaşımın çok yoğun olduğu bir yer. Arada kavgalar uyuşamayan insanlar da olsa genel olarak birbiriyle bir şeyleri paylaşmaya daha hazır bir yer. Biraz daha birbirimize muhtacız orada. Burada daha fazla opsiyon var orada daha kapalıyız diyebiliriz.
Artık kankaların sandığı kadar meşhur olduğunu düşünüyor musun?
(Gülüyor) Oldum mu bilmiyorum ama o zaman sanıyorlardı. O zaman da fotoğraf çektirmek isteyenler vardı. Instagram’da 10 bin, 20 bin takipçi vardı. Oradan geldi de yazdım ben onu.
Şöhretle nasıl baş ediyorsun?
Yani çok eğlenerek baş ediyorum. Bunun çok bir sıkıntısı olduğunu düşünmüyorum ben. Bana bir şeyler kattı. Çünkü çocukluğumdan beri ben müzik yapmak ve karşılığını almak istedim. Bunun karşılığı buysa da ne mutlu bana. Bazı insan kafayı dağıtabiliyor birden. Ben herkese yine aynı şekilde davranıyorum çünkü yarın öbür gün yine soktayım. Ünlü kelimesi çok garip geliyor hala bana çünkü hala ünlü de değilim aslında. Hala aralarda bir yerlerdeyim. Hayat zaten geçici süreçlerden oluşan bir şey. Beni sanırım bu ayakta tutuyor. Bi de zaten dönüp dolaşıp mahalle çaycısında çay içeceğimi bildiğim için o kadar da tribe girmeye gerek yok.
Bu noktada ister istemez ilk albümde sokağın öfkesini tüm çıplaklığı ile yansıtan gangsta rap'çilerin parayı bulduktan sonra son model otomobiller, modeller, mücevherler ve havaya saçılan paraların göründüğü klipler geliyor akla. Sen kendi geleceğini nasıl görüyorsun?
Yaşayacağım neyse yine onu yazacağım galiba yine rap’çi olarak. O kadar da şey yaşar mıyım bilmiyorum. Çünkü ben hala beslenmek istiyorum. Sokakta olmam lazım benim yine üretebilmem için. Yazamadığım gün bittiğim gündür zaten. Neyse ne, belki o da olacak. Büyük de konuşmak istemiyorum bu hayatın içinde. Ama illa güzel bi saat alırım herhalde! Gülüyor. Çoluğuma çocuğuma kalcak. Ama zaten o kadar da bir şey yok. Benim tek isteğim sokakla beslenebilmek, bir yerlerden bir şey alabilmek Bunu yapamazsam zaten biter ama beni besleyecek şey o lüks de olabilir. Çok güzel geçirdiğim vakitlere de şarkı yaptım ben. Keyif Pezevengi diye bir şarkı yaptım mesela tamamen yaşadığım keyfi anlattım. Rap böyle; konu, konu. Genel olarak bir değişim yaşayacağımı sanmıyorum.
Seni yazmaya iten neler?
Belli bir süreden sonra, uzun süre rap yazınca, bir ihtiyaca dönüşüyor. Bazı günler diyorum ki abi çok sıkıldım çok bunaldım bunu kusmam lazım. Bok gibi bir gün geçirmiş olabiliyorum, abi diyorum bundan bi şey çıktı yazmam lazım. Bi kızdan çok hoşlanıyorum yazmak istiyorum.. Yaşadığım şeyler beni yazmaya itiyor. Bi tuşum var ona basıldığı an geliyor ya da bunların hiç biri değil stüdyoda oturuyorum mesela Bugy harika bir beat yapıyor, dayanamıyorum. Bi gün hiç unutmuyorum saat dört buçuk daha evdeyiz o zaman stüdyomuz yok. Ben salonda çek-yatta yatıyorum. Örtüm örtüyü üstüme inceden Bugy’yi dinliyorum, gözümü açıyorum. Gidiyor, güzel gidiyor artık bası ması yazı. "Eeeh!" dedim ya! Aç! Yazacağım! Öyle şeyler de olabiliyor. Aslında müzik hayatımda hep genel olarak bir ilham. Umarım tükenmez. Ya o an yaşadığım bir şey beni yazmaya itiyor ya da artık o duyduğum müziğin güzelliğinden ben dayanamıyorum.
Benim Derdim şarkısı yaşlıca bir abinin sana hayat ne kadar adil diye sormasıyla başlıyor ama sen bıkkın bir şekilde benim derdim bana yeter diye başlıyorsun. Senin derdin ne? Başkaların dertlerine ilgisiz misin?
“Benim derdim bir ben değil de hepimizken, elin bencilliğinden benim de derdim kimsem” gibi bir durum oldu. Yok hayır. Başka birine tokat atılsa hissederim ben onu ama bir noktadan sonra sanrım biraz daha mücadele gücünü yitirip daha artık böyle seslenişe dönmeye çalıştım çünkü ergenken dünyayı çok değiştirebileceğim bir yer sanarken öyle olmadığını farkettiğimde biraz durulduğumu düşünüyorum. Ama kesinlikle bir yerde çok açık bir haksızlık varsa her zaman o benim de derdimdir ne olursa olsun, kimin başına gelirse gelsin.
Klipte Gezi şehitlerine selam da gönderiyorsun. Gezi senin için ne anlam ifade etti? Bugün baktığında nasıl hissediyorsun?
Bugün baktığımda belki zafer kazanamadık bazı anlamlarda ya da küçük küçük zaferler kazandık ama şunu görebildim hayatımda en azından bir kere de olsa, bu kadar farklı düşünen insanların tek bir amaç uğruna bir araya gelebileceğini gördüm. Bu hala umut verici ama Gezi çok zordu. Çok şey kaybettik orada, arkadaşlarımızı kaybettik arkadaşlarımız uzuvlarını kaybetti. O yüzden bir yandan da hüzünlü bir şey. Çok da artık kolay anlatamıyorum. Sertti benim için ama her zaman öndeydim bir şekilde ama sonradan değişen çok insan da gördüm bir kaç gün içinde. O yüzden çok kaotik, biraz hayal kırıklığı, biraz romantizm, biraz mutluluk, biraz zafer biraz yenilgi.
Hayat gibi…
Aynen öyle
Şehrimin Tadı şarkısına dönecek olursak karnın acıkınca marketten sosis ve salam çalmaktan söz ediyorsun.
Bir düzen var ortada. İnsanlar bunun olabilecek en muhteşem şey olduğunu söylüyor. Bununla ilgili hep bi falso var ama kimse bunu konuşmak istemiyor Çünkü olan olmuş durumda. Kaybeden kaybetmiş, kazanan kazanmış… Buna karşı söyleyebileceğim tek bir şey var. Şimdiye dek yaptığım beni bu noktaya iten şu oldu: Abi hani tamam aç kalayım ama kimseden emir almayım istedim. Ya da başka biri için bir şey yapmak istemedim. Çünkü düzenin olayı aslında biraz da bu. İnsan kendinin olmayanı başkasını yaptırmak istiyor sürekli. Hiç bir şey yetmiyor, sürekli biriktirmek istiyor. Sorun aslında insanın hala hayvan olması ama bunu kabul etmemesi ve hayvanlık yapmaya devam etmesi bence. Düzen de kocaman bir tiyatro işte. Yaşadığımız düzen, ne bir cumhuriyet ya da demokrasi. Hala krallık, hala imparatorluk. Düzen değişmemiş köleler ve krallar değişmemiş sadece biz daha huzurlu olalım diye isimlerini değiştirmişler gibi geliyor. Bu noktada da benim boynumun borcudur yani, ben açım ve süpermarkette korkunç bir şekilde kesilmiş ve paketlenmiş bir sürü inek eti var. Ne yapayım? O adam zaten kazanacak. Ne biliyim haftalık bi milyon cirosu var ortalama bir süpermarketin. Bu konuda da böyle düşünüyorum fazlası varsa, paylaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Her şeyi götüremeyeceğiz zaten o yüzden varken verelim.
Nefret şarkında bu duyguyu kirli bir haz olarak tanımlıyorsun ama bu bağlamda mevcudiyetini ve insanlığını korumanın temel duygularından biri aslında sanki.
Evet kesinlikle ama onun da ne kadar boş olduğunu nefret yükseldikçe anlıyorsun. Çünkü bir yerden sonra kör ediyor ama bir yere kadar dediğinize aynen katılıyorum bir şeyleri ayakta tutabiliyorum. Hayat bir mücadele. En keyif aldığım röportaj oldu şimdiye kadar. Kimse böyle sormadı abi ne güzelmiş. Valla yemin ederim.
Ayaz bi insanın ruhunu nasıl keser abi?
Ayazdan kaçamıyorsan, barıncak bir yer olmayınca ruhuna kadar kesebilir abi ayaz.
Bu şehir bir pavyon ama bizde para yok?
Ankara’ya baktığında her yer ışıl ışıl böyle bir “cavlama” durumunda son yıllarda. Sanki o daha güzel gösterecekmiş gibi. Pavyon kültürünü bilirsiniz, hep böyle çok pahalıdır her şey ve bir kadınla sadece muhabbet edebilmek için binlerce lira dökersin. Ben de yaşadığım Ankara’yı buna benzetiyorum. Hem “cavlıyor” hem de yanına oturan bir insan gibi aslında çok dokunamadığın ama bunun için çok fazla bedel ödemen gereken.
Hayır şarkında, “Emrivakinize hayır” diyorsun. Çok hayır diyemeyen bir insan olarak beni çok etkiledi.
Hayır şarkısını kendime yazdım. Ben de çok fazala hayır diyemeyen bir insandım. Dedim ki öyle bir şarkı yazayım ki artık aklıma gelsin bir şeylere artık hayır diyeyim gibi bir yandan üstüne referandum da geldi o sırada. İnsanlar emrivaki yapmayı seviyor. Bazı manipülatif insanlara verdiğimiz yanıtlara göre şekillenip üstüne üstüne gelmeye başlıyor. Sistem de böyle, hiç bir farkı yok. Sen bi kez kabul ettin haa tamam dedin o zaman bam bam bam taşları diziyorlar.
Alışamadım, kendini en çok ortaya koyduğun şarkılardan biri gibi geldi bana. “Yaşım 25. Dün erken, şimdi geç” diyorsun. Böyle sorgulamaların yaşı 25’e mi düştü? Yoksa sen mi çok derin ve incelikli düşünüyorsun?
Kesinlikle. Mesela asla Hasret Gültekin’in yaşına gelemiyeceğimi düşünüyorum, o yaşa asla eremeyeceğimi. Mesela artık Tupac’tan (Shakur) büyüğüm. 25 yaşında ölmüştü. Ama onun kadar asla büyüyemeyeceğim gibi geliyor, ne kadar büyürsem büyüyeyim. Bu yaştan sonra bazı şeyler için artık diyorsun ki geç. En güzel aşklar da o zamanmış ya da en güzel anılar ya da mutluluk da oradaymış. Şimdi artık işler daha ciddi ve sanırım artık bir şeyleri kabullenme yaşı bu yaş.
Neleri kabul ettin nelerden vaz geçtin?
Her şeyin istediğim gibi olmayabileceğini kabul ettim ama direnmekten de vazgeçmeyeceğim.
Bu çok iyi iş. Bir sonraki kayıt bu kadar iyi olamayabilir diye endişe ediyor musun?
Bunu yaptıysam bi daha yapabilirim daha iyisini de yapabilirim. Daha farklı bir şey de yapabilirim. Bunu yaparken eğelendim ve kendi istediğim şeyi yaptım. Gene aynı şeyi yapacağım.
Teşekkür ederim.
Çok güzeldi çok teşekkür ederim. Çok derin oldu bu. Çok sağol. (YH/HK)