O Sesler "Bom! Bom!" diye başlıyor. Nurcan Baysal "O Sesler"i dinleyerek yazıyor, Aralık 2015-Mart 2016 arası Diyarbakır'da yaşanan bombardıman süresince yaşananları. Sokağa çıkma yasağı sürüyor bir yandan. İlk satırlarına o gün atılan 18. bombanın sesi eşlik ediyor. Kimbilir nereye düşmütü, ikimin canını yakmıştı, karartmıştı. İlk satırlar 20 Aralık 2015 gününe ait. Altıncı kez ilan edilmiş sokağga çıkma yasağı.
"O Sesler"i ilk duymaya başlaığı gönlerde panik olduğunu, balkona çıkıp nereye düştüğünü kestirmeye çalıştığını yazıyor. İlk sokağa çıkma yasakları kısa kısa sürmüş; altıncısı Kasımda başlamış artık rutinleşmiş "O Sesler". Nurcan Baysal artık balkona çıkıp ateşin nereye düştüğüne bakmaz olmuş; çünkü artık o günlerde ateşin düşmediği yer yok. Diyarbakır'ın merkezi, kalbi Suriçi'nde yasak var, sesler oradan geliyor; Nurcan Baysal oraya uzaklığı beş dakika. Babası ve ailesinin bir kısmı Suriçi'nde yaşıyor.
22. bombanın sesi düştüğünde çalışmanın mümkün olmadığına karar verip dışarıya çıkıyor.
Gazeteci Nurcan Baysal, kendi tanıklığının yanısıra Nisan ve Mayıs 2017 tarihleri arasında Suriçi'nde yaşayanlarla yaptığı görüşmelerin ışığında kuşatma altındaki Sur'u anlatıyor.
"O Sesler"de sayfalar boyunca yaşanan acı günlere okur da tanık oluyor.
Dipnot Yayınlarından çıkan bu özenli kitabın bitiminde yer alan Nurcan Baysal'ın kişisel notlarıyla tuttuğu "Sur Kronolojisi2 bölümünü yayınlıyoruz.
***
5 Haziran 2015: Düşündüm de bu kronoloji 5 Haziran’la başlamalı. 5 Haziran’da Diyarbakır’da düzenlenen HDP mitingine yönelik bombalı saldırıda 5 kişi öldü, 400’e yakın kişi yaralandı. Halaylarla başladığımız mitingde, 100 metre ötemde patlayan bomba karanlığın da başlangıcıydı. Biz henüz bilmiyorduk.
4 Temmuz 2015: Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine alındı. Hükümet adına Kültür ve Turzim Bakanı Ömer Çelik bu “müjde”yi duyurdu. Aynı hükümet birkaç ay sonra Sur’u yakıp yıkacak.
20 Temmuz 2015: Kobanê'deki çocuklara oyuncak dağıtmak ve bölgede kütüphane kurmak için yola çıkmak amacıyla Suruç'ta toplanan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyesi gençlere yönelik bombalı saldırıda 31 genç katledildi. Onlarla birlikte katledilmeye çalışılan halkların kardeşliğiydi.
24 Temmuz 2015: Saat 00:30’da Diyarbakır’dan kalkan F-16’lar Kandil ve çevresini bombaladı. IŞİD’le mücadele diye başlatılan hava operasyonu, IŞİD’le mücadele eden Kürtleri vurdu.
14 Ağustos 2015: Silopi, Cizre, Nusaybin, Şırnak, Yüksekova, Bulanık, Varto, Van Edremit ve İpekyol ilçeleri ile Hakkari’den sonra, bugün, Sur Halk Meclisi, Hasırlı Mahallesi Özgür Yurttaş Derneği önünde toplanarak öz-yönetimleri ile kendi kendilerini yönetmek istediklerini duyurdu. Açıklama kısaca şöyleydi:
“Bizler Ankara’dan yönetilmek istemiyoruz. Bizler Kürt halkı olarak demokratik ve meşru yöntemlerle kendimizin seçtiği yönetimler tarafından yönetilmek istiyoruz. Bu nedenle biz artık kendimizi ve kentimizi özyönetimimizle yönetmek istiyoruz.”
Kürtlerin kendini yönetme isteğine, Ankara korkunç bir şiddetle karşılık verecek.
19 Ağustos 2015: Sur belediyesi eş başkanları “devletin birliğini bozmak, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmak” suçlamasıyla gözaltına alındılar. Kürt siyasetçileri içeri tıkmanın söylemi 90’lardan bugüne değişmedi, devletin “birliği” ise hep aynı kaldı. Devlet Kürdün öz-iradesini yine kelepçeledi. Belediye eş başkanları tutuklandılar.
Eylül 2015: Ağustos ayında başlayan devlet şiddetine paralel diğer illerde olduğu gibi Sur’da da hendek ve barikatlar yükselmeye başlar. Buna paralel hendeğin ve barikatların neden ve nasıl yükseldiğine bakılmaksızın, “ama hendek var” dönemi de başlar.
6 Eylül 2015: Bu sabah Sur’un tüm mahallerinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 1 gün sürecek bu ilk yasakla, yeni kuşak Amedliler sokağa çıkma yasağı ile tanışmış oldular. Bu yasak 12 Eylül ve öncesi yasaklarından farklıydı. Yasak ilan edilen mahallelerde çatılara keskin nişancılar yerleştirildi. “Teröristler” hızla etkisiz hale getirildi.
13 Eylül 2015: Diyarbakır’ın Sur ilçesinde ikinci kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu ikinci yasak iki gün sürecekti. Cami hoparlörleri ilk defa ezan dışında başka bir sesle inledi: "İlimiz Sur ilçesinde meydana gelen olaylar nedeniyle, halkın can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla; merkez Sur İlçesi'nde sur içinde kalan bölgede 13.09.2015 Pazar günü saat 05.00'dan geçerli olmak üzere ikinci bir duyuruya kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Söz konusu yasağa vatandaşlarımızın uyması kendi can ve mal güvenlikleri açısından önem arz etmekte olup, sokağa çıkma yasağının bitim süresi ayrıca duyurulacaktır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur."
Devlet Kürtlere saygıyla duyurur.
1 Ekim 2015: Tak, tak, tak, tak… Çan, çan, çan, çan… Akşam 20:00. Diyarbakır tencere tava sesleri ile inliyor. Sokağa çıkma yasaklarını protesto etmek için, Kürtler, bir umut duyulur diye, tencere tavalara vuruyor, vuruyorlar. Tak, tak, tak, tak…. Çan, çan, çan, çan…
10 Ekim 2015: Güzel bir sonbahar günü olacaktı. Ama sabah 05:00’da Sur’da sokağa çıkma yasağı üçüncü kez ilan edildi. Halil, genç bir adam, Sur’da güvercinlerini beslemek için çıktığı evinin damında hedef oldu keskin nişancılara; Helin, 12 yaşında bir çocuk, acıkmıştı, ekmek almaya giderken hedef oldu… Oysa güzel bir sonbahar günü olacaktı.
14 Ekim 2015: Dört gün süren üçüncü sokağa çıkma yasağı bugün biter. Sur’un duvarlarına yazılanlar bu dört günde yaşananları anlatır:“Kanımız aksa da zafer İslamındır, Esedullah Timi.”“Allah cc her şeye yeter, Esedullah Timi.”“Türkün gücünü göreceksiniz…”
1 Kasım 2015: Sokağa çıkma yasakları, ölümler, boşaltılan kentler… Kaos ve korku ortamında girilen parlamento seçiminde, Kürtler tüm engellemelere rağmen barajı geçerek meclise girerler. Son bir umutla…
27 Kasım 2015: Bu da benim kişisel kronolojimden. Yükselen barikatlar, derinleşen hendekler, gökyüzüne çekilen perdeler arasında Hasırlı ve Xançepek’e son girişim, büyüdüğüm küçeleri hayatımda son görüşüm.
28 Kasım 2015: Saat 11:00. Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi Diyarbakır Dört Ayaklı Minare’nin önünde basın açıklaması yaptıktan birkaç dakika sonra, ensesinden tek kurşunla vuruldu. Cansız bedeni korumaya çalıştığı Dört Ayaklı Minare’nin ayaklarına düştü. Kürtlerin yiğit bir evladı daha “faili belli”, tek kurşunla katledildi. Sonrası tufan…
28 Kasım 2015: Tahir Elçi’nin katlinin ardından saat 13.00’da Tahir Elçi’nin katledildiği yer dâhil Sur’un altı mahallesinde sokağa çıkma yasağı dördüncü kez ilan edildi. İki gün sonra yasak kaldırıldığında Tahir Elçi cinayetine ilişkin birçok kanıt süpürülmüş, Tahir Elçi’nin vurulduğu sokak kanıtlardan “arındırılmıştı”.
2 Aralık 2015: Sur’daki beşinci ve son sokağa çıkma yasağının, dünyanın en uzun sokağa çıkma yasağının başladığı gün. Sur bomba ve silah seslerine gömülür.
11 Aralık 2015: Sokağa çıkma yasağına 17 saatlik bir “ara” verilir. Bu arada binlerce Surlu ellerinde yatak döşekleri, yüzleri kapalı, elleri kalaşnikoflu özel timlerin arasından geçerek Sur’u terk ederler. Kürtlere yine göçmek, yine “ev”sizlik kalır.
Aralık 2015: Şehrin birçok yerinde Sur’daki yasağı protesto gösterileri vardır. Aralık-Ocak ayı içerisinde onlarca genç bu protesto gösterilerinde Beyaz Torosların yerini alan siyah Ford Ranger’lardan açılan ateşle öldürülür. Diyarbakır’da havada barut kokusu, acı ve öfke var.
7 Aralık 2015: Yasağın devam ettiği Fatihpaşa Mahallesinde bulunan 500 yıllık Kurşunlu Cami bugün topa tutulur ve yangın çıkar. Yandaş medya Kurşunlu Cami’ye değen top atışlarını görmezden gelerek, “hendekçi teröristlerin cami içinde yangın çıkardığını” yazar. Güvenlik görevlilerince yakın mesafeden çekilen yangın görüntüleri “Allahın evini yakan dinsiz teröristler” başlığı ile sosyal medyadan aylarca paylaşılır.
1 Ocak 2016: Yeni yılın ilk saatleri ile birlikte, Suriçi’nde öldürülen ve cenazeleri yerde bırakılan gençlerin aileleri açlık grevine girerler. Amed’de lapa lapa yağan kar, sadece şehri değil, yerdeki cenazeleri de örtüyor…
7 Ocak 2016: Beyaz Şov’a telefonla Diyarbakır’dan bağlanan Ayşe öğretmen, “Burada çocuklar ölüyor. İnsanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın…” der.Ertesi gün iktidarın hedef gösterdiği Ayşe öğretmene karşı linç kampanyası başlatılır, hakkında “terör örgütü propagandası” yapmaktan dava açılır. O gün bugündür çocuklar ölür.
19 Ocak 2016: Sur’da 29 gün cenazeleri yerde kalan İsa Oran ve Mesut Seviktek’in cenazeleri sivil toplum örgütleri ve aktivistlerin tüm çabalarına rağmen ailelerine teslim edilmedi. Aileler açlık grevine girdiler. İki gencin cenazesi bugün özel timler tarafından morga getirildi. Aileler teşhis için morga girdiler. Cenazeler parçalanmıştı. Karın deşilmiş, bağırsaklar dışarıda, başları yerinde değildi. Tarih bu vahşeti kaydetti…
27 Ocak 2016: Sokağa çıkma yasağı altı mahallenin dışında genişletilerek, çatışmaların olmadığı, Melikahmet bölgesindeki Melikahmet caddesi ve beş mahalleyi daha kapsamaya başladı (Abdaldede, Alipaşa, Lalebey, Süleyman Nazif ve Ziya Gökalp Mahalleleri). Bu beş mahallede yasak, altı gün sonra kaldırılacak, evlerine dönenler ev ve işyerlerinin yağmalanmış bulacak. Kürdistan’da devlet şiddeti ile yağmacılık kol kola…
5 Şubat 2016: Başbakan Davutoğlu Mardin’de “teröre karşı 10 maddelik eylem planını” açıkladı. “Milli birlik ve kardeşlik dönemi” adı verilen yeni pakete göre, “Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlardaki birleştirici ruh harekete geçirilerek”, Bölgedeki kentler ve mekânlar “ihya edilecek”, “millet ile devlet arasındaki farklar tümüyle ortadan kaldırılacak” ve “kamu düzeni” sağlanacaktır. O sırada Cizre’de insanlar bodrumlarda canlı canlı yakılmakta, Sur ise ağır bombardıman altındadır. Hepsi “milli birlik ve kardeşlik” adına…
9 Şubat 2016: Ziraat Türkiye kupası çeyrek final karşılaşması, Amedspor-Fenerbahçe maçı bugün Diyarbakır’da oynanıyor. Amedsporlu futbolcular sahaya çıkarken “Çocuklar ölmesin maça gelsin" pankartı açıyorlar. O sırada, stadyumun hemen yanında dışarıda, Cizre bodrumlarındaki katliamı protesto eden, 16 yaşındaki bir çocuk, polis kurşunuyla öldürülür. Çocuklar ölür, maça gidemezler.
17 Şubat 2016: Sur’da olan DİHA muhabiri Mazlum Dolan’dan ajansa gelen bir mesajla, Sur bodrumlarında içinde kadın, çocuk, hatta bebeklerin de olduğu 150-200 kadar kişinin mahsur kaldığı öğrenilir. Amed artık uyumayacaktır.
19 Şubat 2016: Valilik ile saatler süren görüşmelerin ardından, Sur’da bombardıman bir saatliğine kesilir ve üçü kadın altı kişi bodrumlardan çıkarılır. Ama geç kalınmıştır. Sur’un Fatma Anası, Fatma Ateş, zamanında müdahale edilmediği için kan kaybından ölür.
20 Şubat 2016: Kişisel kronolojimden. Bugünden itibaren, Sur’dan insanların çıkarıldığı 2 Mart 2016 tarihine kadar, bodrumlarda yakınları olan ailelerle birlikte artık Sur’da olacağım. HDP’li vekiller ve aktivistlerle birlikte, “Sur, Cizre olmasın” diye yoğun çaba sarf ettiğimiz, bombardıman altında uykusuz günler başlar.
24 Şubat 2016: Batıdan gelen aydınlarla birlikte, Sur’daki insanların sağ salim çıkarılması için hazırladığımız basın metnini, Dağkapı meydanında izin verilmediği için, özel timlerin ablukası altında meydanın hemen aşağısındaki parkta okuduk. Valilik ile görüşerek bodrumlara sıkışan insanların çıkması için 1 saatlik bir yaşam koridoru açılmasını talep ettik. Ancak bombardımanın durmaması ve güvenli bir tahliye koridoru oluşturulmadığı için saat 15:30-17:00 arası açılan yaşam koridorundan kimse çıkamadı.
26 Şubat 2016: Sivil inisiyatiflerden gelen baskılar sonucu Valilik bir kez daha 1,5 saatlik bir yaşam koridoru açmak durumunda kaldı. Ancak yine ağır bombardımandan dolayı kimse bodrumlardan çıkamadı. Ölümler bugün de devam etti.
2 Mart 2016: HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın çağrısıyla Diyarbakır halkı bugün, bodrumlardaki insanların sesini duyurmak, yalnız olmadıklarını göstermek için “her koldan Sur’a” diyerek Sur’a yürüdü.
3 Mart 2016: Bu gece bodrumlardan ilk çıkışlar başladı. Aylardır bir bodrumda iç içe, dayanışarak hayatta kalmaya çalışan insanlar, yanındakilerin ölümüne şahitlik edenler, açlığa, susuzluğa beraber göğüs gerenler, yıkıntıların arasından çıkıyorlar. Çoğu kadın, çocuk 64 kişi sağ çıkarılabildi. Diğerleri ise…
4 Mart 2016: Aylarca annesiz babasız bombardıman altında, korku içinde hayatta kalmaya çalışan, Sur’dan çıkarılan 19 çocuk, ailelerinden alınarak, Çocuk Esirgeme Kurumu’na verildi. 11 çocuk hakkında toplam 110 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.
9 Mart 2016: Saat 16.00 itibariyle Sur’da operasyonlar sona erdi. Valilikten yapılan açıklamaya göre, “operasyonlar süresince 71 güvenlik görevlisi şehit oldu, 271 PKK'lı öldürüldü.” HDP Sur raporu ise, abluka sırasında, güvenlik görevlileri dışında, kimliği belirlenen 55 kişinin yaşamını yitirdiğini, Sur’da kesin olmamakla birlikte 90 kişinin hayatı kaybettiğini belirtmektedir. Yüzlerce can, yüzlerce evlat yok artık…
10 Mart 2016: Çatışmalarla bir kısmı tahrip olan Sur’un yıkımı başladı. Yasağın devam ettiği 6 mahalleye kepçeler ve kamyonlar girdi. Evler, yaşamlar, anılar, hatta evlatların kemikleri moloz diye toplanıp Dicle nehri vadisine atılmaya başlandı. Bir müddet sonra Dicle kenarında ceset parçaları bulunacak...
21 Mart 2016: Bugün çıkarılan Bakanlar Kurulu kararı ile Sur’un yüzde 82’si “kamu düzeni” gerekçe gösterilerek kamusallaştırıldı. Kürtlerin evleri, sokakları, şehirleri, “kamu düzeni” adına “kamusallaştırılarak”, aslında kamusal alan “kamu”dan gasp edildi. Kamu, artık “kamu”ya karşı.
29 Mart 2016: Diyarbakır Barosu, Sur’a ilişkin "acele kamulaştırma" kararını yargıya taşıdı. Baro, kararın yürütülmesinin durdurulması ve iptali için Danıştay'a dava açtı. Sur’da evi ve işyeri olan binlerce insan, belediye ve sivil toplum örgütlerinin ortak oluşturduğu platforma başvurularını yaparak kamulaştırmaya karşı hukuki itiraz dilekçelerini sundular. Bakalım kamu, “kamu”ya ses verecek mi?
1 Nisan 2016: Başbakan Davutoğlu 124 gündür sokağa çıkma yasağının devam ettiği Sur’a geldi. Başbakan 1 Nisan Dünya Şaka Gününde aylardır kapalı Hasanpaşa Hanında özel timler ve keskin nişancıların arasında kendisini dinleyenlere yakıp yıkılan Suriçi’nin yerine ne yapacaklarına ilişkin bir animasyon film izleterek, Sur’u Toledo yapacağını söyledi. Şaka gibi…
12 Mayıs 2016: Sur ilçesine bağlı Dürümlü mezrasında, PKK’ye ait patlayıcı yüklü bir kamyon patladı. Üç köylü öldü, 23 kişi yaralandı, 13 köylü ise kayboldu. Kaybolan köylülerin patlama sırasında öldüğü ise dört gün sonra anlaşılacak. Çünkü paramparça olmuşlardı. 13 köylüden 60 kilo cenaze ve unutulmayacak bir acı kaldı.
22 Mayıs 2016: 175 gündür yasağın devam ettiği Sur’un altı mahallesinin ufak bir bölümü açıldı. Amedliler evlerinden bir parça iz bulma umuduyla Suriçi’ne koştular. Yoğurt pazarında bulunan beş katlı binanın çatısına çıktılar. Bu çatıdan Hançepek görünmektedir. Dar küçeler yıkılmış, 7 bin yıllık Hançepek yerine bir düzlük vardır. Damda gözyaşları içinde yaşlı bir kadın Sur’u yıkanlara beddua etmektedir. Amin! Amin!
28 Mayıs 2016: Bugün şehir ablukaya alınmış durumda. Olağanüstü güvenlik önlemleri arasında Diyarbakır’a gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Valilik önünde konuşma yapıyor. Erdoğan, “Bunlar çocuklarınızı öldürdü, camileri yaktı, bunlar öldürmekten başka ne bilir, bunlar İslam’ın değerlerine hakaret ediyor” diye konuşurken, 10 dakika ötesinde, Sur’da, Kürt analar öldürülen evlatlarının aylardır alamadıkları cenazesi için eylemdeydi.
7 Haziran 2016: 8 Ocak 2016’da, Sur’da başından vurularak öldürülen, 16 yaşındaki Rozerin Çukur’un cenazesi DNA ve kemik testleri ile dün teşhis edilebildi. Rozerin’den geriye kalanlar, küçük bir poşetin içinde toprağa verildi. Mezarın çoğu boş kaldı.
13 Haziran 2016: Diyarbakır Suriçi’nde sığındıkları bodrumlardan 3 Mart günü çıkarılan, en küçüğü 2 en büyüğü 12 yaşında olan sekiz çocuk hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı tarafından "örgüt üyesi olmak" talimatıyla soruşturma kararı verildi. Küçük “teröristler” şuan için susma hakkını kullanıyorlar.
20 Haziran 2016: Bu sabah 18 köyde sokağa çıkma yasağının başlatılmasıyla birlikte, yandaş medyanın deyimi ile Lice’de “büyük terör operasyonu” başlatılır. Kürdün dağı, taşı, kuzusu, otu, böceği, hayvanı yakılır. Mehle havzasında bir köylü öldürülür. 11 gün süren operasyonlardan sonra, yandaş medyanın yeni başlığı hazırdır. “Küçük Kandil” temizlenmiştir.
15 Temmuz 2016: Darbe girişimi olur. Köprüde linç edilirken ağlayan askerler, cihat isteyenler tarafından kemerle dövülenler, kafası kesilip sürüklenenler, parlamentoyu bombalayanlar, halkın üstüne ateş açanlar, kurumlarını basanlar, camilerden gelen anonslar, tekbir getirenler… Hikâyenin özeti…
20 Temmuz 2016: Dün gece itibarıyla Türkiye’de OHAL ilan edildi. OHAL BUHAL derken yeniden OHAL olur.
5 Eylül 2016: Yeni Başbakan Binali Yıldırım kendisini koruyan yüzlerce özel tim ve havada uçuşan helikopterlerle birlikte bugün Diyarbakır'daydı. Medya Başbakan’ın “Doğu ve Güneydoğu bölgelerine yönelik 22 ili kapsayan yeni ekonomik kalkınma paketini açıkladığı müjdesini” verdi. Başbakan konuşmasında Sur’a selam yollayarak, “Sur'un tarihi dokusunu gözümüz gibi koruyacağız…” dedi. O sırada 7 bin yıllık tarihin devlet eliyle yıkımı devam ediyordu. Anlaşılan Toledo’dan vazgeçilmişti.
8 Eylül 2016: Okulların açılmasına 10 gün kala Bölgede 11 bin 500 öğretmen açığa alındı. Bu öğretmenlerin 4 bin 314’ü Diyarbakır’dandı. Aralık 2015’te Sur’daki yasağı protesto etmek için katıldıkları iş bırakma eyleminden dolayı “terör örgütünü desteklemekle” suçlanıyorlardı. Barış, özgürlük, adalet, savaş, şiddet dursun istediler, öğrencileri için güzel bir gelecek istediler! Şimdi işsizler. Devlet barış isteyenleri affetmiyor…
11 Eylül 2016: Bu arife sabahı, DBP’li iki il ve 25 ilçe belediyesine kayyum atandı. Bunlardan biri de Sur belediyesi idi. Kayyum Diyarbakır Sur Belediyesine 10 TOMA, 10 akrep ve 10 otobüs çevik kuvvet polisiyle geldi. Özel timler belediye binalarına dev Türk bayrakları astılar. Gaspın üstünü örttüler, Kürt sorununu çözdüler.
28 Eylül 2016: Bugün çıkan bir KHK ile Zarok TV, İMC TV, Hayatın Sesi TV, TV 10, Van TV, Jiyan TV, Azadi TV de olmak üzere, çoğu Kürt medyasından 12 televizyon kanalı ve 11 radyo kapatıldı. Binaları mühürlendi. Kürtlerin ve Kürdistan’ın zaten kısık olan sesi iyice kesildi.
26 Ekim 2016: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı gözaltına alındı. Büyükşehir belediye başkanlarının gözaltına alınmasını protesto için sabah saat 11:00’de Diyarbakırlılar Büyükşehir belediyesi önüne toplandılar. Halk tilili çekerek ve alkışlarla belediye eş başkanlarının gözaltına alınmasını protesto ederken, TOMA'lar ise su ve gaz sıkarak bu protestoya karşılık verdiler. Kürtler birbirleriyle haberleşmesin, ülkeye ve dünyaya seslerini duyurmasınlar diye bu sefer de tüm Bölgede interneti kesti devlet.
04 Kasım 2016: HDP eş genel başkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, ve HDP milletvekilleri Ferhat Encü, Selma Irmak, Aycan İrmez, Leyla Birlik, Abdullah Zeydan, İdris Baluken, Sırrı Süreyya Önder, Ziya Pir, Nursel Aydoğan ve Gülser Yıldırım gözaltına alındılar. Birkaç saat sonra TEM şube müdürlüğü binası yakınlarında bombalı saldırı gerçekleşti. 12 kişi yaşamını yitirdi, 100’e yakın kişi yaralandı. Diyarbakır bugün de şiddet, yıkım, gözyaşı, ölümle sarsıldı. İki gün sonra saldırıyı TAK üstlenecek.
13 Kasım 2016: Bugün çıkan KHK ile çoğu Diyarbakır’da olmak üzere Kürt illerinde 370 sivil toplum örgütü kapatıldı. Bu derneklerin çoğu zor koşullarda, baskılar altında, parasızlıkla, gönüllü olarak hizmet veren derneklerdi. Sur’da, Şırnak’ta, Cizre’de, yıkılan kentlerde anadili, göç, yoksulluk, faili meçhuller, kadına yönelik şiddet, çocuk hakları alanlarında aktif çalışan derneklerdi. Birkaç gün içinde bu derneklerin kapısına mühür vurulacak. Bir mühür bu mücadeleyi durdurur mu, göreceğiz.
2 Aralık 2016: Suriçi’nin altı mahallesindeki yasak bugün birinci yılını doldurdu. Birkaç tarihi eser dışında, yasaklı alan artık dümdüz bir tarla. Dar küçeler yıkılıp yerine geniş yollar ve birbirini görecek şekilde karakollar yapıldı. Yasak, artık bir sokağa çıkma yasağından çok, yasaklı bölgede yapılanları dışarıya göstermeme, kentte yaşayan insanlardan saklama haline dönüştü.
4 Ocak 2017: Bugün Sur’da tören var. Sur İçkale’ye büyük bir platform konulmuş, üzerinde bıyıklı adamlar var. Beyaz konfetiler yağıyor. Önce Kuran-ı Kerim tilaveti, sonra sine vizyon gösterisi… Meğer bu koca koca bakanlar, Sur’un yeniden inşasın “müjdelemeye” gelmişler. “Biz tarihi evleri baştan yapacağız” diyor Bakan. Başka biri ise “Hepimiz Adem ve Havva’dan gelmişiz, farkımız yoktur” diyor. Oysa İçkale’nin sadece 100 metre ötesinde Adem’in bazı çocukları diğer çocuklarının evini yıkıyor.
Ocak 2017: Kürdün izini bu topraklardan silme süreci başlıyor. İktidar Sur’da, Amed’de ve tüm Kürt illerinde amaçladığı yeni tarih yazımına uygun olarak, Kürt kültürü, dili, tarihi… ile ilgili her şeyi kaldırıyor, cadde ve park isimlerini değiştiriyor, heykel ve anıtları yıkıyor. Devlet, yıkımın tarihini yazıyor.
Mart 2017: Sur’un ana caddesi Gazi caddesinde dükkânların çoğunun dış cephesi devletin deyimi ile “yenilendi”. Cadde üzerindeki dükkânlar ince bazalt, ahşap gölgelik ve beyaz boya ile kaplandı. Gazi Caddesi hızla yabancı bir yere dönüşmeye başladı. Bu “düzenleme” şimdi caddeden iç kısımlara doğru ilerliyor.
21 Mart 2017: Tüm baskı ve yasaklara, soğuk ve yağmura rağmen, yüz binlerce Kürt Newroz alanına aktı. Alana girerken herkes “bir canlı bombanın etkisiz hale getirildiğini” konuşuyordu. Sloganlar, posterler, bayraklar, hatta şarkılar bile bu yıl yasaktı. Yine de oldukça coşkulu geçen Newroz’da iki mesaj netti: Tüm baskılara, zulümlere karşı, buradayız, ayaktayız ve NA![1] Devletin yazdığı yıkım tarihine karşı, halk da dayanışmanın, mücadelenin tarihini yazıyordu.
“Etkisiz hale getirilen canlı bombanın”, Newroz’u kutlamak için Malatya’dan Amed’e gelen gencecik bir çocuk, Kemal Kurkut olduğu ise ertesi gün öğrenilecekti. Kemal, gencecik bir çocuk, yarı çıplak, sırtından vurulmuş, cenazesi yıkanmasın diye morgun suyu kesilmiş, doyamadığı babasının yanına bile gömülememiş… Sırt çantasında “bomba” yerine şiir kitabı…
1 Nisan 2017: Kentte günler süren hazırlıklardan sonra, bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan Diyarbakır’a gelir. Kuş uçurtulmayan kentte Cumhurbaşkanı, Valiliğin önünden Amedlilere seslenir: “Bizzat ben Belediye Başkanlığı elinden zorla alınmış, hapse düşmüş birisiyim” der. Amedlier öncebunu yanlış duyduklarını düşünürler. Ama hayır gerçektir. Erdoğan, seçilmiş belediye başkanlarını hapse attığı Kürtlerle kendince dalga geçmektedir.
Nisan 2017: Suriçi’nde yasağın olmadığı mahallelerden biri olan Alipaşa ve Lalebey mahallesi sakinlerine bu ay evlerini boşaltmaları için tebligat gider. Yıllar önce kentsel dönüşüm projesi içine konulan bu 2 mahallede devlet yıkımın hazırlıklarını yapmaktadır.
16 Nisan 2017: Anayasa değişikliği referandumu yapılır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin oylandığı, baskı ortamında girilen, hile ve şaibe karışan referandumda yüzde 51.4 ile “evet” çıkar.
23 Mayıs 2017: Sur’un üzerine şarkılar yazılmış, tarihi mahallesi Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde, bugün, “kentsel dönüşüm” adı altında yıkım başladı. Alipaşa’daki aileler zorla evlerinden çıkarılmaya çalışılıyor. Halk dirense de, Kürtlerin, Amedlilerin kalbi Sur, gittikçe artan bir düzlüğe dönüşüyor.
26 Mayıs 2017: Ramazan ayı Alipaşa mahallesinde elektriksiz, susuz başladı. Mahalledeki aileler evlerini terk etmemek için direnmekteler. Duvarlar ise bu direnişi anlatıyorlar:
“Evimizi vermiyoruz”
“Sur yıkıma hayır diyor”
“Ölümüne direniş”
“Sur bizimdir”
“Uyuyarak olmaz, uyanış vakti”
“Em Sur’ê nadın”
“Sur sevdadır”
“Sur bizimdir, ev namustur”
“Sur halkındır”
“Yıkıma Hayır”
“İsyan Vakti”
“Sur Uyan”
“Direniş vakti”
29 Mayıs 2017: Sur’un Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde "kentsel dönüşüm" adı altında başlatılan yıkıma karşı, kentteki sivil toplum örgütü temsilcileri, siyasi partiler, kanaat önderleri ve ekolojistler bir araya gelerek Sur’un Yıkımına Hayır Platformu’nu kurdular. Platformun ilk sözü “yıkıma karşı direneceğiz” oldu. Platform herkesi her gün saat 21.00’de gürültü ve ışık söndürme eylemi yapmaya ve iftar saatlerinde suyu ve elektrikleri kesik olan Sur halkı ile birlikte bir araya gelmeye çağırdı.
31 Mayıs 2017: Yeryüzü Sofrası bugün Sur için kuruldu. Surun Yıkımına Hayır Platformu öncülüğünde kentteki sivil toplum örgütlerinin desteği ile Ramazan ayı sonuna kadar iftarlar Sur’da, Sur halkı ile dayanışmak amacı ile kurulacak. Amedliler çoluk çocuk hep birlikte bu sofralarda bir araya gelecek. Sofranın biraz ötesinde tank ve tomalar var.
16 Haziran 2017: Devlet, Kürt vatandaşları ile her fırsatta bir araya gelmekten çekinmez elbet. Başbakan Yıldırım yine Diyarbakır’da. Kuş uçurtulmayan Dağkapı meydanına beyaz satenler giydirilmiş masalar, sandalyeler dizilir. Başbakan yandaşları ile birlikte, yıktığı Sur’a nazır iftarını açacak. O sırada bir Diyarbakırlı, “devletten beklentiniz nedir?” diye soran bir gazeteciye konuşmaktadır: “Devlet gölge etmesin yeter.”
18 Eylül 2017: Bugün basında, Sur’da sokağa çıkma yasağının bulunduğu mahallede olan Surp Giragos Ermeni Kilisesinin yağmalandığı haberleri var. Medya ve insanlar soruyor “devlet yağmaya neden göz yumuyor” diye. Yanılıyorlar. Devlet göz yummuyor, bizzat yapıyor.
23 Ekim 2017: Danıştay Sur’daki yapılar için verdiği 'riskli alan' ve 'acele kamulaştırma' kararlarına yapılan itirazları kabul etti. Ama bu karar Sur’daki yıkımı durdurmadı. Danıştay kim? Devlet kim?
30 Kasım 2017: Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Sur’da yaşanan yıkıma ilişkin suç duyurusunu, “soruşturmayı gerektiren suç teşkil eden bir eylem bulunmadığı” gerekçesi ile bugün reddetti. Ne de olsa Kürdün evini, kentini yıkmak serbest!
31 Kasım 2017: Alipaşa’da kalan son evler de zorla tahliye edildiler. Alipaşa artık yok, hayali bir mahalle… Mahalledeki yıkık bir duvarda ise bir Kızılderili atasözü yazıyor: “Bizi toprağa gömebilirsiniz ama tohum olduğumuzu bilmiyorsunuz.”
1 Aralık 2017: Sur ile ilgili yapılan “Sûr: Ax û Welat” isimli belgeselin gösterimi yasaklandı. Film 7 bin yıllık kadim kentin tarihi mirasını, bu mirasın acımasızca yok edişini işleyen ve zorunlu göç sürecinin göç etmek zorunda kalan aileler, bireyler üzerinde nasıl bir etki bıraktığını, hatıralarında, hafızalarında nasıl yaralar açtığını konu ediyor. Devlet sadece Sur’a abluka uygulamıyor, Sur ismine de uyguluyor.
2 Aralık 2017: Surdaki yasağın ikinci yılı bitti, üçüncü yılına girdi. Sur’un binlerce yıllık hikâyesi devam ediyor.
Ve bu hikâyenin sonu mavi bitecek…
Nurcan Baysal kimdir?40’lı yaşlarda. Diyarbakır’ın yoksul bir mahallesi olan Şehitlik Mahallesi’nde on çocuklu bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk, ortaokul ve liseyi Diyarbakır’da okudu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisansı yaptı ve asistan olarak çalıştı. 1997 yılında Diyarbakır’a döndü ve uzun yıllar Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı bünyesinde bölgede yoksulluk, kalkınma, göç alanlarında çalıştı. Zorunlu göç, koruculuk, mayın mağdurları, kırsal kalkınma, kadın hakları, IŞİD tarafından kaçırılan kadınlar... gibi farklı konularda çalışan çeşidi sivil toplum örgütlerinin kumcusu ve üyesidir. İletişim Yayınları tarafından üç kitabı yayımlanmıştır. İlk kitabı O Gün boşaltılan ve yakılan Kürt köylerinin hikâyesini anlatır. Şeyhmus Diken ile birlikte yazdığı ikinci kitabı Kürdistan ’da Sivil Toplum bölgede sivil toplumun geçirmekte olduğu değişimi anlatan bir kaynak kitap niteliğindedir. Üçüncü kitabı Ezidiler: 73. Ferman, IŞİD saldırıları ile başlayan Ezidilerin son fermanına, bu fermanın nasıl gerçekleştiğine, Ezidi kadınların ferman tanıklıklarına odaklanıyor. T24 gazetesinde köşe yazarıdır. Barış insiyatiflerinin aktif bir üyesi. Urfa yolu üzerinde, orta-üst gelir grubunun oturduğu bir sitede oturuyor. Evli. İki çocuğu var. Babası ve aile fertlerinin bir kısmı Suriçi’nde yaşıyor. (Kaynak: O Sesler) |
(HK)