Bilinmeyen bir gelecekte, gök tavanı çökmüş ve hayvanlar göçmüştür. Bir milat olarak anlatılan hayvanların gidişi üzerinden üç yıl geçmiştir. Bazı insanlar için o günden sonra ağızlarına bir lokma yemek girmemiştir. Nitekim et tüketimi dışındaki beslenmeyi beslenme saymamaktadırlar. Tarım Bakanı Süha Korkut bir fikir ortaya atar: Gelecek nesillerin doğabilmesi için et tüketimine ihtiyaç vardır ve ülkede et olabilecek tek canlı insandır. Neden bazı insanlar, diğer insanlar için kendini feda etmesinlerdi ki?
Bu fikir ülkede tartışılır ve yasalaşma için referandum süreci başlamışken, ilk denemesini yapmak üzere bir kasap dükkânı açan Bakan, yaptığı mülakat sonunda Karin ve Yura’yı işe alır. Elbette mülakatta tam olarak ne yapılacağını işe aldıklarına anlatmamıştır. Ama Yura zaten sistem insanı olarak, alacağı maaşı ve “boğazından üç yıldır geçmemiş yemeği” düşünerek, “Her şey Allahtan ve de kısmet” diyerek işine hemen uyum sağlar. Ama Karin için durum böyle değildir.
Gelen ilk kurbanı hazırlama görevi Yura’nın, onu süsleme görevi Karin’indir. Gelene, “İlk” adını verirler. Bu arada halkı ikna sürecini yürütmeli ve konusunun ustası bir medya starına yazı yazdırılmalıdır. Bu görev de gurme, normalleştiren Charlene’indir. Charlene gelir, sunulacak “eti” inceler, öneriler sunar.
Karin, İlk’i kurtarmak için kâh Yura’nın, kâh Bakan’ın aklını karıştırmaya çalışarak elinden geleni yaparken, diğer yandan demokrasiye olan inancını da muhafaza eder.
İnsanlığımızın sınırları
Hayvanların göçünden sonraki “et ihtiyacı” gibi çok uçuk bir fikirden yola çıkan “Kasap” hem bireysel hem de toplumsal olarak insanlık sorgulaması yaptırıyor.
Bakan Süha oyunun başında konuşmasının provasını yaparken, halka sormaktadır; et için neyden ve kimlerden vazgeçeriz? Dar gelirli vatandaşlar insanlık için kendini feda etmez mi? Ve o vatandaşlarımız bu fedanın onları ne kadar faydalı hale getireceğini görmelidirler.
Oyunun temel derdi de burada yatıyor. Neler için, nelerden vazgeçeriz ve hangi sınırı aşarız. Buna yanıt sadece kişiden değil, aynı zamanda toplumdan da gelmelidir. Zira oyunda insan eti yeme konusu sadece kişi tercihleri için geçerli değildir, referandum yoluyla toplum gerçeği olma yolunda ilerlemektedir.
Hikâyenin ilk anda hissettirdiği uçukluğa karşın, karakterlerin sahiciliği, konuyu gerçek kılınabilir hale getiriyor. Ancak yine de sistemin ihtiyacını her yoldan gidermeye çalışan girişken ve tehlikeli politikacı Bakan Süha, sadece sistemin bir çarkı olmayı kabullenmiş, aldığına bakan Yura ve sistemin istediği her durumu normalleştirebilecek medya starı Charlene gibilerin varlığını kabul etsek de, her zaman bir yerlerde Karinler olacağını da bilerek yaşıyoruz. Ya oyun bize öyle hissettiriyor.
Ancak son yıllarda gündeminde çok fazla referandum yer almış bir ülkenin vatandaşı olarak söylemeliyim ki, çoğu konuyu referandumla çözmeye çalışan siyasetçilere kalırsa, yani temel insan hakları merkezli konular da referanduma sunulursa bu oyunda olduğu gibi sadece 200 oyla birbirimizin etini yemekten kurtulur ya da belki de buna teslim olabiliriz.
Oyunun yıldızları Mert Denizmen ve Melis Öz
Yakın zamanda He-Go’da sahnede izlediğim, aynı zamanda He-Go’nun da yazarı olan Halil Babür, zamansız yarattığı distopyada insanın “beslenmek” için sınırlarını ne kadar zorlayabileceğinden bir bölüm sunuyor bize.
Geçen yıl “Şatonun Altında”, bu yıl “ Barış” oyunları ile çok ama çok başarılı yönetmenliği ile “Harikulede Bir Çiftin Badireli Ev Yaşamı”nda oyunculuğunun da başarısına da şahit olduğum Güray Dinçol “Kasap”ta da etkin bir reji yürütmüş. Hikâyedeki distopyayı yalın ama keskin, epey korkutucu bir şekilde önümüze getiriyor. Dekor ve kostümle birleşince de gelecek bizi neler getirecek diye düşündürtmeyi ve bizi germeyi başarıyor.
Mert Denizmen, “yenilikçi”, rahatsız edici, pişkin, popülist siyasetçi Bakan Süha karakterinde çok başarılı. Kendisi bu yıl aynı zamanda Altıdan Sonra Tiyatro tarafından Kumbaracı50’de sahnelenen “Barış” adlı oyunu kadrosunda ve orada da aynı şekilde çok başarılıydı.
Aziz Caner İnan, her şeye evet diyen, başını sallayıp parasını alma derdindeki Yura’da, Evrim Doğan vicdanlı, sistem karşıtı direngen, çaresizlikle umut arasında gidip gelen Karin’de, Adnan Devran, hiç konuşmayıp, sadece bakışları ve vücut dili ile kasaba getirilen “et” İki karakterinde çok iyiler. Ama Melis Öz normalleştirici medya starı rolünde gerçekten çok çok iyi. Ülkeye hakim, kendinden emin, işi kitleleri ikna olan, vicdansız, topluma her şeyi satabilecek ve de rüküş “gazeteci” Charlene’i sahici kılmış. Kendisini “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin”de zaten sevmiştik, daha çok sevdik.
Bu sezon kaçırmış olsanız da gelecek sezon izlenecekler listenize almalısınız.
Madem İyisin*Anladık iyisin, Seni kimse satın alamaz, Şimdi bizi iyi dinle: Bertolt Brecht * Oyunda Karin bu şiiri sofrada İlk'in başında okuyor. |
Künye Proje tasarım: Sami Berat Marçalı |
(BY/EKN)