* Manşet fotoğrafları: Anadolu Ajansı (AA), Pexels, Pixabay
Karayip ülkesi Haiti 16 Ağustos 2021 tarihinde 7,2 büyüklüğünde bir depremle sarsıldı. Bölgeden gelen son haberlere göre depremde 2 binden fazla kişi hayatını kaybetti, 12 binin üzerinde kişi yaralandı, 53 bini aşkın ev tamamen yıkılırken 77 binden fazla ev zarar gördü.
Bu, Haiti'nin depremle ilk sarsılışı değildi.
Haiti 12 Ocak 2010 tarihinde de merkez üssü başkent Port-au-Prince'e 25 kilometre uzaklıkta olan 7 büyüklüğünde bir deprem yaşamış, Haiti hükümetinin yaklaşık bir ay sonra yaptığı açıklamaya göre bu depremde 230 bin kişi hayatını kaybetmiş, 300 bin kişi yaralanmıştı.
On yıl arayla yaşanan bu iki depremin belki de en ortak özelliği ise Haiti halkının karşı karşıya kaldığı zor koşullar ve bu zor koşullar karşısında haklı olarak duydukları kaderine terk edilmişlik hissiydi.
Öyle ki, son depremin ardından basına konuşan Haitili bir yurttaş, "Bizim cumhurbaşkanımız yok. Vekillerimiz yok. Sahipsiz kaldık" diyordu.
Peki, Dünya Bankası'nın İnsani Gelişme Endeksi'ne atıfla "Latin Amerika ve Karayipler'in en fakir ülkesi" ve "bölgedeki en eşitsiz ülkelerden biri" olarak tanımladığı Haiti'yi bu fakirlik ve eşitsizliğe sürükleyen neydi?
Son dönemde Devlet Başkanı Jovenel Moïse'nin evinde uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmesi ve onu takip eden siyasi kaosla da gündeme gelen Haiti'nin siyasi tarihini sizler için derledik...
"Hispanyola" adası sömürge altında
* Kaynak: Google Maps
2010'da Haiti'de yaşanan depremin ardından İngiltere'nin The Guardian gazetesi için kaleme aldığı yazıda Jon Henley şöyle der: "Haiti'nin yaşadığı trajedinin suçlusu sadece kısmen coğrafya ve kötü şanstır."
Ülkenin sömürgecilik, işgal ve darbelerle dolu tarihine bakıldığında Henley'nin ne demek istediği ise fazlasıyla açıktır.
Cenevizli denizci Kristof Kolomb bugün batıdaki üçte birinde Haiti'nin, doğudaki üçte ikisinde ise Dominik Cumhuriyeti'nin bulunduğu ve o dönemde "La Isla Española" (Hispanyola/ İspanyol Adası) olarak adlandıracağı adayı "keşfettiğinde" takvimler Aralık 1492'yi gösteriyordu.
Adanın tarihi esasında milattan önce 5000 yılında kadar uzanıyordu. Arawaklar ve diğer yerli halklar adaya o dönemde yerleşmiş, milattan önce 300'lü yıllarda ise tarım köyleri kurulmaya başlanmıştı.
Fakat ABD'nin The New York Times gazetesinden Constant Méheut ve Selam Gebrekidan'ın da ifade ettiği gibi, "Dış çıkar ve menfaatler bir ülke olarak kuruluşunun daha en başında Haiti'ye engel oldu."
Önce İspanya'nın sömürgesi altına giren adada Taino ve Ciboney halklarından pek çok kişi altın madenlerinde çalıştırılmak üzere köleleştirildi. Avrupalıların beraberlerinde getirdikleri hastalıklar ve ölümcül boyuta varan zorlu çalışma koşulları ise 1514 yılında yaklaşık 30 bine düşen yerli nüfusun 16. yüzyılın sonunda neredeyse tamamen yok olmasına sebep oldu.
Henley'nin The Guardian'da hatırlattığı üzere, 18. yüzyılda "Antillerin incisi" olarak adlandırılan Haiti 1780'li yıllarda Avrupa'da tüketilen kahvenin yüzde 60'ını, şekerin ise yüzde 40'ını ihraç ediyordu; bu, Britanya'nın Batı Hint Adalarındaki kolonilerinin ürettiğinden daha fazlaydı.
Bu üretimi sağlayanlar ise adadaki sömürgeciliğin ilk yıllarından itibaren Afrika'dan getirilen ve her geçen yıl sayıları artan kölelerden başkası değildi. Britannica Ansiklopedisi'nde paylaşılan bilgilere göre, 17. yüzyılın sonlarında adada 5 bin civarında Afrikalı köle bulunuyordu.
Sömürge olmaktan kurtulmanın bedeli
1697 yılında imzalanan Rijswijk Anlaşması ile Hispanyola'nın bugün Haiti'nin bulunduğu batı bölümü İspanya'dan alınıp Fransa'ya verildi ve Fransa bölgenin adını Saint-Domingue olarak değiştirdi.
"Ekonomik açıdan Fransız işgali kontrolsüz bir başarıydı" diyen Henley bu "başarının" insani bilançosunu şöyle açıklıyor:
"Haiti'nin zenginlikleri yılda 40 bine varan köle getirilerek sömürülebiliyordu. 18. yüzyılın sonlarına doğru neredeyse on yıl boyunca Haiti'deki köle ticareti Atlas Okyanusu'ndaki tüm köle ticaretinin üçte birinden fazlasına tekabül ediyordu. Bu erkek ve kadınlar için koşullar korkunçtu. Haiti'deki bir kölenin ortalama ömrü 21 yıldı; suiistimal dehşet verici ve rutindi."
Haitili kölelerin ayaklanması 18. yüzyıl bitmeden, Ağustos 1791'de adanın kuzey ovalarında başladı; ancak, söz konusu ayaklanma, ayaklanmanın ardından gelen iç savaş ve sonunda Napoléon Bonaparte'a karşı verilen amansız mücadele 12 yıldan fazla sürdü.
Aynı anda Britanya ile de savaşan Fransa Kasım 1803'te Haiti'deki savaşı kaybetti ve Haiti 1 Ocak 1804'te bağımsızlığını ilan etti.
Haiti böylelikle dünyanın Siyahlar tarafından yönetilen ilk cumhuriyeti ve ABD'den sonra Amerika kıtasında sömürgecilikten kurtulan ikinci ülke oldu. Fransa'nın Saint-Domingue olarak değiştirdiği ülkenin adı da Kreol dilinde "yüksek dağların ülkesi" anlamına gelen Haiti olarak belirlendi.
Dahası, tarihçi Julia Gaffield'ın da altını çizdiği üzere, Haiti köleliği kalıcı olarak yasaklayan ilk ülke oldu.
Britanya Haiti'nin bağımsızlığını 1833 yılında, ABD ise 1862 yılında tanıdı. Fransa ülkenin bağımsızlığını bundan yıllar önce, 1825'te tanımış olsa da eski sömürgecisinin Haiti'yi resmi olarak tanıması ülkeye kalkınmasını olumsuz etkileyecek düzeyde pahalıya patladı.
Akademisyen ve yazar Alex von Tunzelmann'ın aktardığına göre, Haiti Fransa'nın bağımsızlığını resmi olarak tanımasının karşılığında ülkeye 1825 yılından 1947 yılına kadar tazminat ödemek zorunda kaldı.
Bu parayı ödemek ise hiç kolay olmadı:
"Haiti bu parayı bulmak için ABD, Almanya ve Fransa bankalarından büyük meblağlarda astronomik faiz oranlarıyla krediler aldı.
"1900 yılına gelindiğinde Haiti milli bütçesinin yaklaşık yüzde 80'ini bu kredileri geri ödemek için harcıyordu. Asıl tazminat ve faizlerin ödemesi bittiğinde ülke esasen yokluk ve bir borç döngüsü içindeydi.
"Dahası, bunu takip eden bir dizi lider Haiti'nin sorunlarını çözmeye çalışmaktan vazgeçti ve ülkeyi yağmalamaya başladı."
ABD Haiti'yi "insani gerekçelerle" işgal ediyor
* Haiti bayrağı. (Kaynak: Pixabay)
19. yüzyıl ve sonrası Fransa'dan bağımsızlığını ilan eden Haiti için siyasi suikast, ayaklanma, darbe ve kaos dolu bir dönem oldu.
Çoğunlukla "açık tenli" ve Fransızca konuşan şehirli elit sınıfıyla yerli Kreol dilini konuşan ve taşrada yaşayan köylü sınıfı arasındaki sosyoekonomik uçurum da bu yıllarda açılmaya devam etti.
Ülkenin kırsal kesimlerinde sosyal hizmetler ve iletişim altyapısının esamesi okunmazken Haiti'nin şimdiki başkenti Port-au-Prince bir kültür, ekonomi ve siyasi cazibe merkezi haline gelmeye başladı.
Dahası, tüm bunlar olurken ABD de Haiti topraklarında askeri ve ticari ayrıcalıklar elde etme peşindeydi.
1905 yılında ülkenin gümrük işlemlerini kontrolü altına alan ABD 1915 yılında 1. Dünya Savaşı sürerken Deniz Piyadelerini göndererek Haiti'yi işgal etti ve söz konusu kontrol ve işgal resmi olarak 1934 yılına kadar, fiili ve dolaylı olarak ise 1947 yılına kadar devam etti.
ABD Haiti işgalini açıklarken bir yandan kendisine batı yarımküreye Avrupa'dan herhangi bir müdahaleyi engelleme hakkı tanıyan Monroe Doktrini'nden, diğer yandan "insani gerekçelerden" dem vuruyordu.
Fakat pek çok Haitili ABD'nin Deniz Piyadelerini ülkelerine göndermesinin asıl sebebinin ABD'nin Haiti'deki yatırımlarını korumak ve Panama Kanalı'nı korumak için bir üs kurmak istemesi olduğuna inanıyordu.
ABD ve Haiti ABD'nin ülkedeki mali ve siyasi hakimiyetini öngören bir anlaşma imzaladı. ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt Ağustos 1934'te Deniz Piyadelerini ülkeden çekti. Ancak, ABD'nin doğrudan mali kontrolü 1941 yılına, dolaylı kontrolü ise 1947 yılına kadar sürdü.
Diktatör Duvalier(ler) ve "paramiliter zombileri"
Haiti'nin aynı adayı paylaştığı sınır komşusu Dominik Cumhuriyeti ile yaşadığı gerginlik de Haitililerin hayatını zorlaştıran bir başka etmendi.
1937'de Dominik güvenlik güçleri sınırda yaşayan binlerce Haitili emekçiyi katletti. İki ülkenin arasındaki düşmanlık uzun bir geçmişe ve ırkçı temellere dayanıyordu: İspanyol kültürleri ve çoğunlukla Avrupalı kökenleriyle Dominikliler Siyah Haitili emekçileri hor görüyordu; diğer yandan Dominik Cumhuriyeti'nin Haitililerin ucuz işgücüne bağımlı bir ekonomisi vardı.
Dahası, o dönemde Dominik Cumhuriyeti'ni Mirabal Kardeşler'in ölümünden de sorumlu olan diktatör Rafael Trujillo yönetiyordu.
Haiti'de de bir diktatörün başa gelmesi uzun sürmedi. 1946 yılında başlayan işçi ve öğrenci protestoları ve grevlerin, kargaşa ve askeri darbelerin ardından tıp doktoru François Duvalier, nam-ı diğer "Papa Doc" Eylül 1957 tarihinde Haiti'nin yeni devlet başkanı seçildi.
Duvalier göreve geldiğinde mulatto (melez) elitlerin hakimiyetini bitirme ve siyasi ve ekonomik gücü Siyah kitlelere ulaştırma sözü verdi.
Fakat şiddet devam etti. 1958 yılında, başarısız bir darbe girişimiyle karşı karşıya kalan François Duvalier "toplumu terörize etmek için" Tontons Macoutes (Öcüler) adı verilen paramiliter bir grup kurdurdu.
Duvalier dönemini "modern tarihin en bozuk ve baskıcı rejimi" olarak tanımlayan Jon Henley'nin söylediğine bakılırsa, o dönemde Duvalier halkın geleneksel voodoo inanışını suiistimal ederek onları bu paramiliter güçlerin "ölüyken dirilttiği zombiler" olduğuna inandırdırmıştı.
François Duvalier 1964'te kendini ömür boyu devlet başkanı seçtirdi. Britannica'nın da altını çizdiği üzere, Duvalier döneminde Haiti yolsuzluk ve hak ihlallerinin sıkça yaşandığı bir polis devletiydi.
Duvalier 1971 yılında ölmeden önce o dönemde 19 yaşında olan oğlu Jean-Claude Duvalier'in kendisinden sonra ömür boyu devlet başkanı olacağını açıkladı. "Bebe Doc"un başkanlığında ülkede baskı azalmış olsa da rejimin doğasının değiştiğini söylemek pek mümkün değildi.
Baba Duvalier'in iktidara geldiği 22 Ekim 1957'den oğul Duvalier'in Fransa'ya kaçarak görevi bıraktığı 7 Şubat 1986'ya kadar paramiliter grupların ve yandaşlarının 30 ila 60 bin Haitili yurttaşı öldürdüğü, çok daha fazlasını cinsel saldırı, darp ve işkenceye maruz bıraktığı tahmin ediliyor.
Barış ve demokrasiye "dönüş" mümkün mü?
* Günümüzden bir protesto gösterisi. (Kaynak: Pexels)
Haiti'de çeyrek asırdan fazla süren Duvalier döneminin ardından ilk seçim girişimleri Kasım 1987'de başladı. Ancak, anayasanın da referandumla halkın onayını aldığı, fakat yürürlüğe giremediği 1987 yılındaki bu ilk seçim girişimi 30'u aşkın seçmenin öldürülmesiyle sonuçlandı.
Bu olayı takip eden dönemde Leslie Manigat (1988) ve Korgeneral Prosper Avril (1990) seçimleri kazandı, fakat iktidarları kısa sürdü.
Ardından solcu bir Katolik rahip olan Jean-Bertrand Aristide 16 Aralık 1990 tarihinde "Haiti tarihinin ilk serbest seçimlerini" büyük bir farkla kazanarak Haiti Devlet Başkanı oldu. Ocak 1991'de yapılan milletvekili seçimlerinde destekçileri Haiti meclisinde çoğunluğu kazandı.
Fakat Aristide aynı yıl gerçekleştirilen askeri darbeyle görevden uzaklaştırıldı. 1994'te ABD güçleri ülkedeki askeri rejimin devrilmesi ve Aristide'ın görevi devralabilmesi için Haiti'yi işgal etti; Aristide göreve döndü. Her ne kadar 1999'da tartışmalı seçim sonuçlarının gölgesinde tekrar başkan seçilse de ülkede siyasi kargaşa sürerken 2004 yılında ülkeyi terk etti.
Aristide'ın gelgitlerle dolu başkanlığı süresince ekonomik ve siyasi sorunların, başta HIV/AIDS olmak üzere hastalıkların, kanunsuzluk, şiddet ve yolsuzluğun arttığı Haiti'de Aristide destekçileri ve rakipleri arasındaki çatışmalar gitgide tırmandı, bu çatışmalar yüzlerce insanın ölümüne sebep olurken uluslararası arenada da hak ihlali suçlamalarını beraberinde getirdi.
Önce Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) yetkisiyle ABD liderliğindeki askeri kuvvetler ülkeye girdi.
Ardından, BM Haiti Barış Gücü Misyonu (MINUSTAH) Haziran 2004'te "güvenliği sağlamak, siyasi sürecin istikrarlı hale getirilmesine yardım etmek ve insan haklarını izleyip teşvik etmek için" göreve başladı.
15 Ekim 2017'de sona erecek BM misyonu ise pek çok tartışmaya yol açacak, 2010'daki depremden sonra ülkede görev yapan barış gücü askerlerinden yerli halka kolera bulaştığı iddia edilecek, BM 8 binden fazla kişinin ölümünün ardından özür dilemek zorunda kalacaktı.
2019 yılında bir grup akademisyenin yaptığı bir çalışma ise BM'nin barış gücü askerlerinin Haiti'de görev yaptıkları dönemde yüzlerce genç kızı ve çocuğu hamile bırakıp yoksulluk içinde tek başlarına çocuk büyütmek zorunda bıraktığını ortaya koyacaktı.
Kasırgalar, depremler, salgın hastalıklar...
* Son Haiti depreminden. (Kaynak: AA)
2008-2010 yılları Haiti'nin bir dizi yıkıcı kasırga, 7 büyüklüğünde bir deprem ve kolera salgını ile sarsıldığı bir dönemdi.
Ağustos ve Eylül 2008'de yaşanan kasırgalar yaklaşık 800 kişinin ölümüne sebep oldu, yüzbinlerce kişiyi ise evinden etti. Meydana gelen seller ekinlere de zarar verdiğinden Haitililer temel ihtiyaçlarını karşılamak için uluslararası yardımlara bel bağlamak zorunda kaldı.
İki büyük tektonik plakanın arasında yer alan ve 1751, 1770, 1842 ve 1946 yıllarında da depremlerle sarsılan Hispanyola adası 12 Ocak 2010'da merkez üssü Haiti'nin başkenti Port-au-Prince'in güneybatısı olan 7 büyüklüğünde bir deprem yaşadı.
Resmi rakamlara göre 230 bin kişinin, tahminlere göre ise 300 bine yakın kişinin hayatını kaybettiği depremde evlerin yanı sıra hastaneler, okullar ve neredeyse tüm hükümet binaları yıkıldı.
Üç milyon kişiyi, yani Haiti nüfusunun neredeyse üçte birini etkileyen depremde bir milyondan fazla kişi de evsiz kaldı. Uluslararası örgütler ve pek çok ülke depremle sarsılan ve aynı anda siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlarla da baş etmeye çalışan Haiti'ye yardımda bulundu.
Fakat depremden çok sonraları da 1,3 milyon kişinin derme çatma barakalarda yaşamaya devam ettiği, aradan geçen zamana rağmen başkentin hâlâ harabeye dönmüş vaziyette olduğu ifade ediliyordu.
Çok sayıda insanın kamplarda birlikte yaşamak zorunda olduğu bu dönemde salgın bir hastalığın baş göstermesinden korkulurken ülke depremden 9 ay sonra, Ekim 2010'da kolera salgınıyla karşı karşıya kaldı; salgın takip eden dönemde binlerce insanın ölümüne sebep oldu.
Ülkenin halen depremin yaralarını sarmaya çalıştığı Ekim 2012'de bu sefer Sandy kasırgası Haiti'yi vurdu, onlarca insan sel ve toprak kaymalarında yaşamını yitirirken yollar ve mahsul de zarar gördü.
Protestolar, siyasi kargaşa, suikast...
* Suikaste uğrayan Haiti Devlet Başkanı Jovenel Moïse. (Kaynak: AA)
Tüm bunlar olurken Haiti'de siyasi kargaşa ve belirsizlik de sürüyordu. Şubat 2010'da yapılması planlanan devlet başkanlığı seçimi depremin de etkisiyle 28 Kasım'a ertelendi. Fakat seçime katılım düşük kaldı ve seçimlere hile karıştırıldığına yönelik ciddi iddialar ortaya atıldı.
Sonunda müzisyen ve iş insanı Michel Martelly ülkenin yeni devlet başkanı olarak 14 Mayıs 2011'de göreve başladı. Fakat yolsuzluk ve yoksulluğa karşı yapılan kitlesel protestolar 2012-2014 dönemine damgasını vurdu. Protestocular Martelly'nin istifasını istiyordu.
Michel Martelly 10 Şubat 2016'da görevinden istifa etti. Onun aday gösterdiği iş insanı Jovenel Moïse 2016'daki seçimleri kazanarak 7 Şubat 2017'de Haiti Devlet Başkanı olarak göreve başladı.
Moïse göreve geldikten kısa bir süre sonra ülkenin 20 yıl kadar önce lağvedilen ordusunu yeniden kurma çalışmalarına başladı.
Bu, ülkedeki pek çok kesim için tartışmalı bir karardı. Bir yandan ülkenin hâlâ 2010 depreminin yaralarını sarmaya çalıştığı bir dönemde ordunun sınırlı kaynakları tüketeceğinden korkuluyordu. Diğer yandan ülkenin insan hakları ihlalleri ve askeri darbelerle dolu tarihi pek çok kişinin orduya daha da şüpheyle yaklaşmasına sebep oluyordu.
Moïse her ne kadar ekonomik büyüme sözüyle göreve gelmiş olsa da başkanlığının neredeyse en başından itibaren yolsuzluk iddiaları peşini bırakmadı. Dahası, Ekim 2019'da milletvekilliği seçimlerini süresiz olarak erteledi ve Ocak 2020'de milletvekillerinin görev süresinin dolması üzerine ülkeyi kararnamelerle yönetmeye başladı.
Sorunları arttıran diğer bir nokta ise hukukçuların ve muhalefetin 7 Şubat'ta görev süresinin dolduğunu ifade etmesine rağmen Moïse'nin 2016'daki seçimden sonra gecikmeli olarak göreve geldiğini söyleyerek başkanlığının 2022'ye kadar devam edeceğini iddia etmesiydi. Bu hareketi ise kitlesel protestoları ve "diktatörlüğe hayır" sloganlarını beraberinde getirdi.
Ölüm tehditleri aldığını açıklayan Haiti Devlet Başkanı Jovenel Moïse 7 Temmuz 2021'de evinde uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti. Ölümünün ardından Ariel Henry vekaleten devlet başkanlığına getirildi.
Ülke, tarihindeki sayısız siyasi krizden biriyle daha baş etmeye çalışırken tarihinin belki de en büyük depremlerinden biriyle sarsıldı.
2010'daki depremden sonra olduğu gibi pek çok uluslararası örgüt ve ülke Haiti'ye yardım gönderdi. Fakat yardım çabaları nereden gelirse gelsin, depremde eşi ve evini kaybeden 66 yaşındaki çiftçi Michel Milord'un sözleri halkın bu yardımlara ve hükümete bakışını özetler nitelikteydi:
"Hiçbir yardım beklemiyorum. Biz tek başımızayız... Buradaki hiç kimse bu hükümete güvenmiyor." (SD)