Kuzeyde, Azerbaycan Cumhuriyetinde üslenen Amerikan ajanları, buradan İrana karşı büyük bir provokasyonun hazırlıklarını yürütüyor. Bu ülkede kurulan Turan Radyosu, nüfusunun yüzde 40ını Azeri Türklerinin oluşturduğu İrana karşı yayınlara başladı bile. Susurluk Çetesinin Azerbaycan uzanımında yer alan ve adı 1995 yılında Haydar Aliyev yönetimine karşı tezgahlanan darbe girişiminde geçen Nevruz Emi ki kendisi eski bir istihbarat yarbayıdır- Güney Azerbaycanda faaliyet yürütmek için kurulan grupların başına getirildi.
Kuşatma ve test
İran, Doğusunda Afganistan, Kuzeyinde Azerbaycan, Güneyinde Irak üzerinden kuşatma altına alınmış durumda. Afganistan ve Irakta doğrudan ABD güçleri bulunuyor. Öyle anlaşılıyor ki, ABD bu ülkeyi batısında da Türkiye üzerinden kuşatma harekatını tamamlamak üzere. Bianetde daha önce yayımlanan bir yazımda da (17.05.2003) belirttiğim gibi, ABD Irak Savaşı sırasında bozulan ilişkilerin düzeltilmesi için Türkiyenin önüne iki test alanı koymuş durumda. Bu alanlardan en önemlisi İran, ikincisi isi Suriye.
Türkiyenin Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal, geçen hafta ABDye yaptığı ziyaret sırasında, Amerikanın İrana karşı pozisyonunu Ankaranın desteklediğini ilan etti. Bunun üzerine, Genelkurmay Başkanlığı, daha önce Türkiyeye davet ettiği İran Ordu Komutanının ziyaretini iptal etti. Bunun üzerine, ABD Dışişleri bakan Yardımcısı Mark Grossman, Türkiye için yeniden stratejik müttefik nitelemesini kullanmaya başladı. Grossman, Biz kapıyı açtık Türkiyede içeri girdi dedi.
Zıddı İnkılabı
Güncel durumu özetle böyle değerlendirmek mümkün. İran bölgede önemli bir ülke. Zengin bir tarihe ve uygarlık mirasına, devlet geleneğine ve sürekliliğine sahip. Öyle ki, tıpkı Uzakdoğunun Çini gibi, neredeyse 2500 yıldır sınırları değişmemiş tek bölge ülkesi. Bu ülkenin yakın tarihindeki en önemli olay ise kuşkusuz, 1978 İran Devrimi. En az bunun kadar önemli olan tarihsel dönemeç ise, 1979da İslamcıların gerçekleştirdiği Zıddı İnkılabı yani karşı devrim.
Ben bu yazıda*, bugünkü İranı yaratan ve dolayısıyla güncel olanı daha iyi anlamamızı sağlayacak o dönemi, İran devrimini, daha çok da sol ve İslamcılar arasındaki ilişki bağlamında karşı devrimin nedenlerini ele almak istiyorum. Çünkü, bugünkü İranı yaratan 1978 devrimi değil, 1979 karşı devrimidir.
İran devrimi ve Türkiye
İran devrimine Türkiyede İslamcılardan önce sosyalistler ilgi gösterdi. İslamcıların, bilinenin aksine, burunlarının dibindeki bu olayla ilgilenmeleri daha çok 1980 sonrasındadır. Bunun böyle olması doğaldı ve başlıca iki nedeni vardı: Birincisi; İran devriminde sol çok önemli (ve belki de hayati) bir rol oynamıştı. İkincisi ise, 1980 öncesinde kıtipiyoz bir soğuk savaş gücü olan İslamcılar, ancak, Türk-İslam sentezcisi 12 Cuntasının önlerini açmasıyla, çevrelerinde olup bitenlerle ilgilenmeye başlamışlardı.
Türkiyeli sosyalistler, 1978de başlayan ve karakteri 1979 yılında belirginleşen İran devrimini kendi stratejileri bakımından bir doğrulama ya da yanlışlama örneği olarak ele alıp yoğun şekilde tartıştılar. Ancak, bu tartışma dönemin özellikleri ve konjonktürel nedenlerle fazla verimli olamadı. Devrime İslamcıların egemen olmasıyla, solun ilgisi bir süre sonra kayboldu. Oysa İran devriminin tam da bu aşamada tartışılması gerekiyordu. Çünkü, İslamcılar Şah rejiminin artığı orduyla mutabakat sağlayıp devrime egemen olunca, daha doğrusu karşı devrimi gerçekleştirince, sola karşı tarihin tanık olduğu en büyük katliamlardan birini gerçekleştirdiler. O sırada Türkiyede solun hapiste ya da takipte olmayan bir kesiminde ise ki sonradan bu kesim hayli etkili olacaktır- rejim muhalifi saydıkları İslamcılarla ortak bir gelecek projesi mümkün müdür değil midir diye tuhaf bir tartışma yürütülüyordu.
Şahın Ak Devrimi
İran Devriminde önemli bir rol oynayan ve devrimin ardından büyük güç olan devrimcilerin/sosyalistlerin bu ülkedeki macerası Türkiye solu için önemli derslerle doludur. Ama önce, İran devrimini daha iyi anlayabilmek için 1960ta başlayan ve 1970li yılların ortalarına kadar devam eden Şah Rıza Pehlevinin Ak Devrimine kısaca göz atmak gerekiyor.
Pehlevinin Ak Devrimi esas olarak feodalizmi tam olarak çözmeye ve kapitalist sermaye birikimini dana büyük ölçeklerde gerçekleştirmeye yönelikti. Sosyal ihtiyaçlar yeni bir paylaşım modelini zorluyordu. Süreç çok hızlı gelişti. Ekonomik büyümeye ve sanayi yatırımlarına önem verildi. Tarım reformu gerçekleştirilerek topraksız köylülere toprak dağıtıldı. Ülke, 1978e yani devrimin arifesine geldiğinde kırlarda küçük ölçekli üretim egemen hale gelmişti. İran, rekor denebilecek bir oranla, yüzde 20 kalkınma hızıyla büyüyordu. Şah, petrol gelirlerini, kapitalizmin inşası için kullanıyordu. Ancak, iktidarını garanti etmek için uyguladığı bu program onun sonu olacaktı.
Büyük savrulma
Kırlardan kentlere doğru kısa sürede büyük bir göç başladı. Köklerinden kopan yüz binlerce insan dalga dalga büyük kentlere doğru akıyordu. Daha doğrusu insanlar, kopan bir toplumsal fırtınanın önünde savruluyordu. Şah yönetimi kırdan kente göçü hem teşvik ediyor hem de destekliyordu.
Böylece büyük kentlere geleneksel ilişkilerinden nesnel olarak kopmuş, ve fakat kültürel olarak bu kopuşu gerçekleştirememiş milyonlarca köylü dolmuştu. Üstelik, köklerinden koparak savrulmanın yarattığı korku ve tutunma duygusuyla bu insanlar geleneksel kültürel değerlere (burada dine) daha çok sarılmaya başlamışlardı. Her şey (Türkiye ile bile karşılaştırıldığında bile), çok kısa süre içinde olup bitmişti. İnsanlar şaşkın ve korku içindeydi. Sefalete itilen ve derin bir kimlik krizi yaşayan bu insanlar kaçınılmaz olarak bir arayışa yöneliyordu.
Ülkede bir yandan yarı proleterler havuzu oluşurken, diğer yandan da sanayi işçilerinin sayısı artıyordu. Ak Devrim sonrasında lise öğrencilerinin sayısı yaklaşık on kat artmıştı. Üniversitelerin sayısındaki artış ise yüzde yüze ulaşıyordu. Ülke, birkaç yıl denebilecek gibi kısa bir sürede büyük bir hızla değişiyordu. Daha sonra görülebileceği gibi, insanlar bu hıza ayak uyduramayacaktı. Yani, bazı ülkelerde olduğu gibi, her zaman sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aşamıyordu. Bazen de tersi oluyordu.
Şah için sonun başlangıcı
Pehlevi,kapitalist sermaye birikimi projesinin kaçınılmaz sonucu olarak ünlü Tahran Çarşısına da müdahale etti. Çarşının içinde ve çevresinde yoğunlaşmış, önceleri bağımsız çalışan, büyük çoğunluğunu geleneksel küçük ve orta büyüklükteki ticari, sınai ve finansal kuruluşların oluşturduğu işletmeler kontrol altına alındı. Şah yönetimi, 1970li yıllardaki ekonomik krizden Çarşıyı sorumlu tuttu. Bu durum, çarşı esnafının Şaha karşı gelişen muhalefetinin temelini oluşturdu.
Şahın baskı ve teröre dayalı dikta yönetimi, bölgede açıkça ABDnin jandarmalığını üstlenmesi, yüksek askeri harcamalar, üst sınıfın göze batan şaşalı yaşam tarzı ve israfı, sokaktaki İranlının nefret duygularını besliyordu. İmamlar Cuma vaazlarında artık açıkça rejimi eleştiriyordu. Her türlü dernek, örgüt ve benzeri politik oluşum yasaklanabiliyor, ama camiler kapatılamıyordu. Köklü bir geleneğe sahip olan ve Sünni İslam ülkelerinden farklı olarak bir ruhban sınıfı oluşturan Mollalar, halk üzerindeki nüfuzlarını arttırıyordu. İmamlar, kendiliğinden yükselen muhalefet dalgasını Şia ideolojisinin gücünden de yararlanarak kucaklamaya ve yönlendirmeye çalışıyordu.
İran solu da bu dönemde büyük bir güç kazandı. Hatta İran solu, militan gücü, örgütlenme ve mücadele geleneği bakımından başlangıçta İslamcılardan daha güçlüydü. Ancak, İran solu Şaha karşı yürütülen militan mücadelenin yüksek prestijine sahip olmasına karşın, yükselen dalgayı karşılamakta Mollalar kadar başarılı olamadı.
Solun programı
İşte burada, Neden başarısız olundu? sorusuna verilecek cevap önem taşıyor. Çünkü bu cevap, İranlı devrimcilerin/sosyalistlerin neden devrime önderlik edemediklerini ve daha doğrusu büyük ölçüde kendi eserleri olan devrimden sonra nasıl böyle bir kolaylıkla tasfiye edildiklerini de açıklayacaktır.
Bunun nedeni kısaca şudur: Şah rejiminin son dönemlerinde İranlı devrimciler ve İslamcılar aynı dili konuşmaya başladılar. Sokaktaki insan sosyalistler ile İslamcıların taleplerini ve sloganlarını birbirinden ayıramaz hale geldiler. Fark silikleşti. Çünkü, politika kitlelere sloganlar, simgeler ve semboller aracılığıyla iner.
İranlı sosyalistler, 1960lı ve 70li yıllardaki Üçüncü Dünya ülkelerinin büyük bölümünde olduğu gibi, aşamalı bir devrim stratejisini savunuyorlardı. Yani anti-emperyalist, yer yer anti-faşist ve anti-feodal bir demokratik devrim stratejisi. Ulusal kurtuluşçuluk bu akımlara ideolojik rengini veriyordu. Önce siyasal demokrasi talep ediyorlardı.
Çeşitli kanatlarıyla İranlı solu da anti-emperyalist (anti-amerikan) ve anti-otokratik bir politik söylem ve eylem hattına sahipti. Tıpkı İranlı islamcılar gibi.
İslamın bulanık felsefesi
İranlı sosyalist aydın Val Moghadam, davanın kaybedilmesinden yıllarca sonra konuya ilişkin olarak yazdığı önemli bir makalede şu değerlendirmeyi yapıyordu:
Fabrikalardaki sol ajitasyon, emperyalizme bağımlı ekonominin önemi, emperyalist sömürüden kurtulunması gerektiği ve bağımsız ulusal ekonomi kurulması gibi noktalarda odaklanmıştı. Ve Tudeh Partisi (Sovyet yanlısı komünist partisi) için temel hedef, anti-emperyalist temelde ulusal demokratik devrim ve bağımlılık zincirinin kırılmasıydı. Fakat bütün bu grupların pek az bildiği bir şey vardı ki, o da İslami popülizmin bulanık felsefesinin yol gösterdiği molla rejiminin hem bütün bunları yapıp hem de bunun yanında koyu bir anti-sosyalist ve baskıcı olabileceğiydi. (Val Moghadam, İranda Devrim ve Sol, New Left Review, 1987, Sayı: 166; Akt. Dünya Solu, 1989, Sayı: 1)
Kuşkusuz aynı şey, on binlerce silahlı militanıyla İran devriminde büyük rol oynayan, radikal sosyalist çizgideki Halkın Fedaileri örgütü içinde geçerliydi. Çin yanlısı Peyker örgütü de benzer bir siyasi hat izliyordu. Halkın Mücahitleri örgütü ise, bir anlamda iki kanat arasındaki bu programatik ve politik yakınlığın çocuğuydu. Mücahitler, sosyalizm ile İslamı uzlaştırmaya çalışan eklektik bir ideolojik-politik hatta sahipti.
Solun anti-emperyalizm ve bağımsızlık üzerinde odaklanması, Çarşının sömürücü doğasını ve İslami hükümetten söz etmeye başlayan içine kapalı mollaların politizasyonunu görmelerini engelledi. Aynı zamanda maaşlı orta sınıf ve radikal entelejensiya ile birlikte ortaya çıkan endüstriyel proletarya gerçeğini de gizledi. (agm.)
Politik fark silikleşiyor
Muhalefet güçlerinin aynı politik dili paylaşması, sol ile İslamcılar arasındaki önemli farklılıkların halk tarafından gözden kaçırılmasına yol açtı. Özellikle sol, şah rejimine karşı mücadele eden en etkin siyasal güç olmasına karşın, muhalefetin bölünmemesi için İslamcılara ve mollalara yönelik eleştirilerini geri çekti. Ve daha da önemlisi farklılıkları öne çıkaran her tür politik tutumdan kaçındı. Çünkü sol, işçiler, öğrenciler, alt ve orta sınıflar, ulusal burjuvazi ve din adamlarından oluşan geniş ve büyük bir anti-emperyalist cephe peşindeydi. Yanılgı da buradaydı.
İşte tam bu aşamada sosyolojik bir yasa hükmünü yürüttü.Yığınlar birbirine benzeyen siyasal aktörler arasında, kendi geleneksel değerleriyle daha ilişkili, daha yaygın ve köklü olana doğru aktı. Çünkü İslamcıların sadece politik programları yoktu, onların ayrıca hem sermayeleri hem de Allahları vardı. Ve devrim günleri yaklaştıkça, İslamcılar, Mekteb-i İslam ve Mekteb-i Tashayo gibi anti-emperyalist dergilerde laik solu kıyasıya eleştirmeye başlamışlardı bile.
Solun büyük çoğunluğu, 1970lerde dinci güçlerin sahip olduğu ve halkın büyük ölçüde ilgisini çeken radikal popülist söylemden habersizdi. İslamcılar söylemlerinde soldan aldıkları kavramları da (sömürü, kapitalizm, emperyalizm gibi) kullanıyorlardı.
Laik sol, sonuçta kendi çöküşlerine yol açan bir tür popülist yurtseverlik içinde Şaha karşı muhalefetin bölünmemesi için farklılıkları büyütmedi. (agm.)
Devrimin lokomotifi
Oysa, hangi örgüte mensup olurlarsa olsunlar, İranlı devrimciler ve sosyalistler, Şaha karşı uzun yıllar süren mücadelenin lokomotifini oluşturdular. Sadece Halkın Fedaileri örgütünün 200 kurucu önderi yönetim tarafından idam edildi. Binlercesi siyasal çatışmalar sırasında öldürüldü. O yıllarda Marksizmin çekim alanı içindeki Halkın Mücahitleri örgütü de büyük zorluklar yaşadı. Tudeh önderlerinin büyük kısmı 1979 yılında hapishanelerin kapıları açıldığında özgürlüklerine kavuştular. Peyker aynı koşullarda mücadele etti ve ayakta kaldı.
Ayaklanma sırasında karakolları ve kışlaları basan, halka silah dağıtımını sağlayan, Şahın muhafız birliğini (Emperyal Muhafızlar) yenilgiye uğratan sol örgütlerin militanlarıydı. Özellikle Halkın Fedaileri parlak bir mücadele örneği verdi. Bu güç devrimden sonra da bir süre devam etti. Devrimin hemen sonrasında Halkın Fedailerinin 150 bürosu (örgüt binası) ve yaklaşık 500 bin militanı vardı.
İkili iktidar ve karşı devrim
Halk devrimci militanlara sempati besliyor, ancak onları İslamcılardan ayıramıyordu. Halk ayaklanması sırasında büyük bir çözülme yaşayan ordu kışlasına çekilmiş, kimin duruma egemen olacağını izliyordu. Öyle ki, zaman zaman Fedailere kimi kez de Mollalara bağlılık bildiren subaylar vardı. İktidar adeta İslamcılar ile sosyalistler arasında bölünmüştü.
Devrimden bir süre sonra devrimciler ile İslamcılar arasında çatışma başladı. İlk hamleyi, büyük bir sinsilik içinde hareket eden İslamcılar yapmıştı. Şiddetli çatışmalar yaşandı. Sonuçta, orduyu yanlarına alan İslamcılar sosyalistleri tasfiye ettiler. Ardından da büyük bir katliama giriştiler. Yüzlerce devrimciyi Tahran sokaklarında idam ettiler. Binlercesini kurşuna dizdiler. Kalanlarını da hapishanelere doldurdular. Kolay bir zafer eldi ettiler. İşte bugünkü İranı yaratan o karşı devrimdi. (MY/EK)
__________________________________________________________
* Bu makalede, İran devrimine ilişkin öne sürdüğüm görüşleri, daha önce Söz dergisinin 9.3.1996 tarihli sayısında da yazmıştım.