Sıcak mı sıcak bir yaz günü. Evinizin hemen yanında bir havuz var fakat gidemiyorsunuz. Yasak. Üstelik çocuksunuz daha…
Yakın mahallede tüm çocukların girdiği tarihi bir süs havuzu var ne var ki orayı da o mahallenin çocukları sahiplenmiş. Ayrı mahallenin çocuklarına pek sıcak bakmıyorlar.
Döne dolana kendi mahallenize yakın büyük, lüks sitedeki kocaman havuza mecbur kalıyorsunuz. Bir nevi mecburiyetler çağı, yani düpedüz kapitalizmle tanışıyorsunuz. Yaşıtlarınız havuzun tadını çıkarırken, sizin önünden geçmeniz bile engelleniyor. Hatırlatıyorum, çocuksunuz. Hakiki sabırsız zamanlarınızdasınız…
Kaçınılmaz olarak, hayallerinizde havuzda yüzüyorken, şu cümleyi kuruyorsunuz, hem de defalarca: “O havuza girilecek nokta…”
Yönetmen Aydın Orak, sınıf çelişkisine çocuklar üzerinden odaklanıyor ve “Sabırsızlık Zamanı” ismi filmiyle, lüks sitenin havuzuna girmeye çalışan ikiz kardeşlerle tanıştırıyor bizi. Mirza ve Mirat.
Filmde Pelin Batu, Feride Çetin, İştar Gökseven, Rıza Sönmez, Ali Seçkiner Alıcı gibi usta oyuncuların arasında iki çocuk, oyunculukları ile daha en başta izleyeni filmin içine katıyor.
Materyalizm, burjuva ahlakı, sermayedarlar, kapitalist sistem, büyük burjuvalar, küçük burjuvalar havada uçuşuyor. Elbette, kitaplar, kitaplar üzerinden kurulan hayaller de…
Her ne kadar film, Diyarbakır’da sıcak yaz günlerinde çekilmiş olsa da aslında evrensel bir hikâyeye tanıklık ediyor izleyici. Ne de olsa bitmeyen hatta günden güne nur topu gibi büyüyen evrensel bir sınıf çelişkisi meselemiz de var.
Şimdilerde bilmiyorum çok kullanılıyor mu fakat bir dönemin meşhur deyimi “yerelden evrenseli yakalayan” bir filmi izliyoruz.
Filmin senaryosu da yine yönetmeni Aydın Orak’a ait. Orak, filme başladıklarında izinler konusunda çok sorunlarla karşılaştığını söylerken, “İzin alamayınca oradan gitmedik kalıp filmi çektik, başka bir bölgenin insanı olsaydım gidip başka yerde çekerdim filmi, ancak ben bölgeden kopmadım” diyor.
Film, suya sabuna dokunmayan bir film değil. Elbette, öyle slogan da atmıyor. Toplumsal sorunları narin bir dille anlatıyor. Bu ilk başta o bölgeyi bilen insanlar için yetersiz kalıyor gibi görünse de yaşanılanların çok daha geniş kesimlerce görülmesi açısından önemli bir araç. Belki başka bir yöntem.
Örneğin, kentsel dönüşüm adı altında talan edilen Sur’a, insanların evsiz kaldığına işaret ediliyor fakat bunların nasıl olduğuna dair bir görüntüye yer yok filmde. İzleyen eğer merak ederse kafasında filmin bıraktığı sorularla, salondan çıkıyor.
Kim bilir belki de sonrasında “Diyarbakır’da ne oldu, ne oluyor?” sorusunun peşinden de gidiyor.
Şunu da hatırlatayım. Orak’ın daha önce Kürt bilgesi gazeteci Musa Anter’i anlattığı “Asasız Musa” filminde de gördüğümüz tekrarlara bu filmde de rastlıyoruz.
Yönetmenin imzası niteliğinde olan bu tekrarlar, çocukların gözünden kurulan bir dünyanın anlatıldığı hikâyede daha da anlamlı oluyor. Filmin dili de kurgusu da bir çocuk algısında ilerliyor gibi görünürken, tam olarak yine bir çocuğun hakikatiyle “Kral çıplak” diyor.
Yuri Trinov’un “Sabırsızlık Zamanı” kitabından adını alan film, bir an önce havuza girmek isteyen iki çocuğun anlatıldığı hikâyeye de isim oluyor. Sınıfsal dengeler sorgulanıyor.
Filmin, en dikkate değer yanlarından biri de müzikleri.
Şöyle diyor:
“Vah zavallı kuşcuk, Hasan’ın kapanına kısıldın, evin barkın yıkıldı, ne çalı kaldı ne çırpı..."
(EMK/AÖ)
Not: Filmi, AKM'deki Yeşilçam Sineması'nda izlemek mümkün.