"Hatırladıklarımız gerçeklerin gölgesidir, anılar karanlığın arasından içimizde belirir…" Fakat karanlık odada fotoğraf banyosu yaparken olduğu gibi şayet ayrıntıları yakalayıp fazla belirginleştirmeye veya sabitlemeye çalışırsak, kimyasal maddelerle dolu banyonun içinde fazla durmuş fotoğraf misali onların da ayarı kaçar…
Deneysel sinema dilinde ustalaşmakta olan Gürcan Keltek'in bu sözlerle açılan filminin tonunu, ruhunu, duygusunu hemen özümseyip yolculuğumuza biraz merak, biraz tedirginlik, bir nebze de gerilimle başlıyoruz; aynı zamanda kendimizi görüntülere, tınılara ve üst sese koşulsuz teslim ederek olacakları merakla beklemeye koyuluyoruz.
Zeynep Kumral'ın seslendirdiği Fethiye Sessiz, namıdiğer Gulyabani, anılarını deşip bizi çocukluğundan itibaren içine sürüklendiği inanılmaz girdaba dahil ediyor. İzmir Yamanlar’da bir Hıdrellez günü başlayan içine cin kaçma hadisesi seyirciyi kavradıktan sonra sanki her birimizi, maziye istemsiz bir dalış için gerekli nefesle de donatıyor. Hiç yabancısı olmadığımız 12 Eylül döneminin yansımaları bizi, salınan, titreyen, yanıp sönen görüntülerle, hem bir yörüngedeymişçesine hem de sık sık dışına çıkar gibi, bilinç dışımızın derin dehlizlerine doğru sürüklüyor.
Öldürülenlerin laneti
Ölülere yakın kimselere şifa bulmak için epey yaklaşıldığı ama aynı zamanda da huzursuzlukla, belirli mesafede durulduğu bir dinamikteyiz. Karanlık, ıssız yerlerin ruhu, kuytu köşelerde karşımıza çıkan Gul, efsanelerin kadın cini önce ailesi tarafından sömürülecektir. Onu kucağından indirmeyen, el ayak çekildiğinde "ayıp" yerlerine dokunan, canını yakan babasından korkan küçük bir kızdır o. Derken 1980 döneminde sokağa çıkma yasaklarının ortasında buluyor kendini; 13-14 yaşlarındayken, Bayraklı'da milliyetçi cephenin bir numaralı tetikçisi Kara Bekir'le adamları tarafından kaçırılıyor ve bir maden ocağına hapsediliyor.
O kasvetli yıllardan aklında kalanlar arasında dönemin bir generali de var; üzerinde hapishanede işkenceden geçirdiği ve öldürdüğü yüz binlerce gencin laneti var: "Biz onları hatırlamadan bu lanet bitmeyecek!".
Gulyabani ev basan, devrimci gençleri indiren "efendisi" Kara Bekir'e istemeden de olsa bağlanıyor, zaten kendisini seslendiren Zeynep Kumral'ın tonunda da çok ağır şeylere dair kabullenmişlik, hayatta kalabilmek için verilen ödünlerin izi var.
Bilinçdışını tetikleyen film
Bize filmin büyük bir kısmında eşlik eden üst ses, dehşet verici hadiseleri nispeten yorgun bir tonda, kısaca ve sanki duygusuzca aktarıyor. Olağanüstü güçlere sahip biri olduğu kesin, dolayısıyla herhangi bir insan gibi dramatik veya patetik olmaması doğal. O sanki bu coğrafyada kendisine reva görülen rolü sabır ve metanetle oynamış, ezilmiş, cefa çekmiş, hakkını arayamamış hemcinslerinden biri. Başına gelenleri başka seçenek yokmuşçasına, gayet doğalmış gibi yaşayıp ancak yıllar sonra geriye baktığında atlattığı badireleri idrak eden ve hayatta kalmasının bile bir mucize olduğunu fark eden bezgin bir insan. Fakat aynı zamanda hafiften nevrotik, yeri geldiğinde kendini korumak için önlem almış olmaktan, hatta intikamdan gocunmayan pişkin bir sadist. Zeynep Kumral'ın sesi bu duyguyu kesinlikle veriyor.
Ebru Ojen'in Fethiye Sessiz Mektupları, yönetmen Gürcan Keltek'le metnin yazarının ortak çalışması sonucunda Gulyabani'ye temel oluşturmuş. Terry Eagleton'ın Kötülük Üzerine'si ve W. G. Sebald'ın Göçmenler (New Directions) adlı eseri de filme katkısı olan edebî metinlerden.
Gürcan Keltek'in gönülden bağlı olduğu anlaşılan Gulyabani'de adı yapımcı olarak Marc Von Goethem'le, montajda Fazilet Onat'la, görüntü yönetmeni vasfında Murat Tuncel'le de geçiyor. Filmin sonunda Oscillatorial Binnage eşliğinde Sertaç Toksöz'ün miksine kendimizi kaptırmamamız mümkün değil. The Besnard Lakes'e ait Like the ocean, like the innocent (pt 1+2) filmin hipnotik gücüne büyük katkıda bulunuyor.
Gulyabani adlı filmi ile Keltek, Türkiye ve dünyada gittikçe tekdüzeleşen ana akım sinema diline onirik nüansları tercih ederek bizi sanki kendi çocukluğuna, şahsen kazımakta olduğu özel dünyasına, rüyalarına, hatta kâbuslarına dahil ediyor. 35 dakikalığına da olsa deneysel ve çarpıcı bir dille ruhsal bir yolculuğa çıkmamızı sağlayıp içimizde geçmişten kalmış tortuların hareketlenmesine vesile oluyor. Gulyabani'nin farklı bir sinema deneyimi olduğu kesin! (MT/HK)