Cannes Film Festivalinde En İyi Aktör ödülü İtalya'dan Marcello Fonte'ye verilmiş olsa da, gönülleri fetheden, olağanüstü bir oyunculuk sergilemesine gerek bile kalmayan yine İtalyalı Adriano Tardiolo'nun ta kendisi oldu.
Dünyanın en iddialı film etkinliklerinden Cannes'da bu sene En İyi Senaryo ödülünü paylaşan Lazzaro Felice''nin (Lazzaro Kadar Mutlu) başrolündeki genç oyuncu, filmin yönetmeni ve senaryo yazarı Alice Rohrwacher'e de ilham veren esas unsurlardan. Ne de olsa 130 dakikalık eserin argümanları genelde masumiyetin gücü, saflığın büyüsü ve tarafsız bakışın önemine dayandırılıyor.
Bu özellikler Tardiolo'nun her şeyden önce kocaman gözlerinde, ayrıca çehresindeki ifadede, ses tonunda ve beden dilinde somutlaşıyor; tüm bu unsurlar sinema salonunu olağanüstü bir enerjiyle doldurup seyirciyi sanki hipnotize ediyor. Lazzaro'nun perdeye yansıyan her bakışı insanın ruhuna işliyor, bilinmeyen bazı noktalara dokunup adeta ilkel olanı hareketlendiriyor, allak bullak edip katarsise giden yolu açıyor.
İçinde insana ve topluma dair derin eleştiriler barındıran film, konusu ve tarzı açısından İtalyalı birçok sinemacı arasından Pasolini'nin eserlerini de hatırlatırken, Tardiolo'nun da proleter maskülenliğin çekiciliği hususunda iz bırakmış ustanın karakterlerinden birini anımsatması tesadüf olmasa gerek.
Tardiolo için Caravaggio'nun tablolarında yer alabilecek kadar klasik, hatta arkaik bir yüz diyenler bile oldu. Zaten şiirsel bir alegori, metaforlarla dolu bir fabl, atalarımıza dair bir parabol gibi betimlemelerle yorumlanmaya çalışılan çarpıcı eserin zaman mevhumu da epey kafa karıştırıcı.
Farklı olmanın gücü
Alice Rohrwacher, 29 Aralık 1981 Fiesole (İtalya) doğumlu olsa da babası Almanya'lı, annesi İtalya'lı olunca, algısı tekdüze olmaktan bir şekilde çıkmış sanki. Alice ve filmdeki mühim rollerin birini başarıyla oynayan ablası Alba Rohrwacher, klasik "İtalyan" imajından farklı profiller çiziyor. İkisinin de sorgulayan, eleştiren, statükoyu olduğu gibi kabul etmeyen halleri var ve kendilerine has kariyerlerinde şimdilik emin adımlarla ilerliyorlar. En azından iki kültürle büyümüş olmaları onları çoğunluğun sıkıcı konforuna sığınmaktan kurtarmış gibi duruyor.
54 kişilik maraba topluluğu içindeki konumu Lazzaro karakterini de ayrı bir yere oturtuyor; herkesin göz bebeği olmasında gayet munis olmasının payı yüksek. Fakat her durumda yardıma çağrılması da aslında sömürülenlerin sümürdüğü kişi haline geldiğinin ispatı.
Lazzaro Felice Super 16 filmle çekilmiş, üstelik gayet kalın grenli görüntüler tercih edilmiş. 60'lı yılların belgeselleri tadındaki pastoral manzaraların güzelliği kadar, kent görüntülerindeki düşkünlük de bu sayede perdeye layıkıyla yansıyor.
İki ana bölümden oluşan filmin başlarında, İmroz'un (Gökçeada) talan edilmiş, yıkık dökük Rum yerleşimlerinden Shinudhi'de (Dereköy) sandım kendimi. Yüzyıllardan beri sürdürülmekte olan kız isteme metodu uygulanarak, gece vakti yerleşimin erkekleri kadınların topluca bulunduğu evin altına gidip serenat yapmaktalar. Geleneksel köy hayatını birebir yaşamış insanlar yok olmadan böyle filmlerin çekilmesi gerektiğine inanan yönetmen Alice Rohrwacher herhangi bir oyunculuk tecrübesi olmayan insanlara büyük bir doğallıkla rol yaptırıyor. Bunda çocukluğunun kırsal kesimde geçmiş olmasının, hatta bir süre kent yaşamını deneyimledikten sonra tekrar kırsala dönmesinin payı mutlaka vardır. Fakat bundan dolayı, ince ruhlu Alice'nin köy hayatına, geleneksel tarım ve hayvancılığa nostaljiyle yaklaştığına dair bir izlenime kapılmanız yersiz olur. Çünkü filmin geçtiği, mazideki köy hayatında da, ikinci bölümdeki günümüz şehir hayatında da esas mesele emek sömürüsü ve sınıf farkları.
Genlerine işlemiş ustalar
Brechtiyen bir örgü içinde sömürü mekanizmasının güdümündeki bir toplumu afişe etme görevini üstlenmiş gibi görünen Alice Rohrwacher, Dostoyevski'nin Budala’sını da hatırlatan Lazzaro üzerinden eleştiri oklarını saplıyor. En başta Olmi olmak üzere, Pasolini, Zavattini, Fellini, De Sica ve Taviani kardeşler gibi ustaların etkileri sinemasında farkedilen ve bunu asla inkâr etmeyen, hatta genlerine işlemiş olmasını gayet doğal bulan mütevazı Alice Rohrwacher, hicvi ve kara mizahı da zarafetle girift stiline yediriyor. Mesela son yıllarda, dillerinde karşılığı olmasına rağmen İngilizce'den İtalyanca'ya girmiş kavramlardan biri olan privacy (kişisel gizlilik) kelimesini, filmin gerginlik ve duygu seviyesi en yüksek anlarından birinde kullanıp havayı aniden yumuşatıyor, günümüz İtalyası'yla adeta dalga geçiyor.
Aslında Lazzaro seneler önce uçurumdan yuvarlanıp ölmüştür. Yıllar sonra dirildiğinde, akrabalarıyla marabalık yaptığı Kontesin hayalet eve dönüşmüş kasvetli malikânesini boşaltmakta olan hırsızları istemeden enseler. Candan bağlandığı dostu, küçük beyefendi Tancredi'ye ulaşmak için adresini istediğinde ne kadar saf olduğunu anlamış olan kurnaz hırsızlardan biri privacy yüzünden bu bilgiyi veremeyeceğini bir ABD'linin gırtlağını taklit ederek söyler. Lazzaro'nun böyle bir kavramı anlaması zaten mümkün değildir, ne de olsa marabalık yaptıkları ortamda kesinlikle özel hayatları olmamıştır. Onlar bölgenin ağası olan Contessa'nın malları vazifesi görmüş, köle olduklarını çok geç idrak etmiş insanlardır.
Aman Adriano'ya nazar değmesin!
Filmdeki Lazzaro'nun adını Hıristiyan dininde İsa'nın dirilttiği Beytanyalı Aziz Lazarus'tan alması tabii ki tesadüf değil. Fakat senaryodaki diğer tüm Katolik unsurlar gibi bu da, aslında çok daha evrensel mesajlar içeren filmde, yönetmenin emellerine ulaşması için kullanılan bir araç sadece. Film masumiyete, iyiliğe, doğruluğa, merhamete, adalete bir methiye; ayrıca küçük de olsa, umuda dair işaretler veriyor. Tüm bunlar Adriano Tardiolo'nun adeta sembiyoza geçerek canlandırdığı Lazzaro'nun kendisinde cisimleşiyor.
Cannes Film Festivali sırasındaki basın toplantılarında kameralara yansıdığı kadarıyla Adriano Tardiolo, çekingen ve mütevazı halini sürdürdü, ilgi odağı olmaktan dolayı kendisinde şımarıklık emarelerine rastlanmadı. Gözleri duygu yüklü, heyecanlı ve her zamanki gibi çakmak çakmaktı.
İlk teklif geldiğinde ürkek doğasına uygun olarak, neyle karşı karşıya kalacağını bilmediği için Adriano Tardiolo, önce filmde oynamayı hiç düşünmemiş. Israr üzerine senaryodaki Lazzaro'ya inanmış, rolüne ısınmış ve kendisini şefkatle sarmalayan film ekibini adeta bir aile kabul ederek projeyi sahiplenmiş. Naifliğini mümkün olduğunca muhafaza etmesini dilediğimiz Adriano Tardiolo, korkulacak bir kimse olmadığını kısa zamanda anladığı yönetmen ve senaryo yazarı Alice Rohrwacher'e böylece kendini teslim etmiş.
Emek sömürüsüne son!
Alice Rohrwacher'in esas derdi emek açısından günümüzün de orta çağdan farklı olmadığını ifade etmek, vahşi yaşam şartları altında ezilen insanların düşürüldüğü sefil halleri, belki groteskçe ortaya dökmek.
Ceylan gözlü Lazzaro'nun günümüze de taşıdığı masumiyetiyle şehir hayatında başına gelecek olaylar dizisi çok daha çetrefillidir. Yargılarını işine geldiği gibi hoyratça ortaya koyan insanlık kadar eski pratiklerden linç de bunlardan biridir. Fakat milletin parasına el koyan günümüz bankalarının kötülüğü veya her yerden fışkırıp sofralarımızı donatabilecek otlardan bir nimet olarak yararlanmamız gerektiğine dair basit ve iyimser çözümlemeler de var filmde.
Filmdeki Nicola karakteri ise eskiden Kontes'in elçisi olarak marabaları ziyerete gittiğinde önce çocuklara şeker dağıtarak gönüllerini alan, sonra da çeşitli mazeretlerle onları ilelebet borçlu ilan eden muhasebecidir. Kıvrak oyuncu Natalino Balasso'nun tiksinti uyandırarak canlandırdığı tipleme ikinci bölümde günümüz narenciye tarlalarında üç kuruşa mevsimlik işçilik yapan kaçak göçmenleri iliğine kadar sömüren ihaleciye dönüşmüştür.
Velhasıl şahsi tecrübelerine ve hislerine dayandırdıklarını, inandıklarını cesurca senaryolarına yediren ve daha önce de çeşitli ödüllerle mükâfatlandırılan, ciddi olduğu kadar muzip Alice Rohrwacher, yalnız memleketi İtalya'da değil, Türkiye gibi tarım toplumu kökenlerinden sıyrılmak isteyen tüm diyarlarda geçerli bir noktadan sesleniyor bizlere.
Sanayi devrimiyle geldiğine inanılan iktisadi patlama ve bunun sonucundaki refah hülyası, kolektif yaşam dahil olmak üzere, birçok değerin heba edilmesine sebep olmuş durumda. Lazzaro'nun akrabaları gibi köyden kente göç edenler geçmişlerini unutma ve izini silme uğruna çırpınsalar bile, kaybettikleri şeyin değerini geç de olsa anlıyorlar, fakat hafızaları kıt olduğundan mı, yoksa ezik yaşamaya alışmış olduklarından mı ne, felaketlerine sebep olan "ağa"ya yaltaklanmaktan geri duramıyorlar…
Yoksa yitirilen masumiyetete tekrar kavuşmak mümkün mü acaba! (RL/HK)