Göç ve göçmenlik olgusu sinemanın ilk yıllarından itibaren filmlerin önemli bir konusunu oluşturur. Filmlerde bir yerden başka bir yere göç eden insanların göç etme nedenleri, göç sürecinde yaşadıkları ve gittikleri kasaba, kent ve ülkelerde dilsel, dinsel, kültürel, eğitsel ve siyasal koşulları gibi, uyum sorunları bazen filmlerin ana teması bazen de yan öyküsü içinde yer bulur.
Bu filmlerde yabancılık halleri, iç/dış göç ayrımında, uyum, yabancı düşmanlığı, oturum ve çalışma izni gibi birçok somut sorunlar üzerinden göçmenlik halleri daha çok dramatik boyutuyla öne çıkarılır. Çoğu zaman iyi/kötü göçmen karşıtlığında klişe göçmen temsilleri öne çıkar.
Çünkü göç ve göçmenlik oldukça sorunlu ve karmaşık bir alana işaret eder. Göçün kaynak ülkesinden gidilen ülkeye, göçmenlerin etnik/dinsel yapılarından, göç etme nedenlerine kadar bir çok etken göçmenlerin yaşadıkları ya da yaşayacakları sorunlara temel oluşturur.
Sinemada göçün öteki yüzü daha çok kayıt dışı göçmenlerin sorunları üzerinden dile getirilir. Çünkü savaşlardan, baskılardan, şiddetten ve yoksulluktan kaçışın en ağır bedellerinin ödendiği bu göçte, insanlar insan tacirlerinin elinde deniz ortasında, TIR’ların arkasında, sınırlar arasında yaya olarak canları pahasına hareket halindedirler.
Gündelik yaşantımıza eşlik eden farklı medya mecralarında onların başına gelen insanlık dramları üzerine haberler oldukça fazla yer alır. Göçün hedef ülkeleri daha çok Avrupa ve diğer gelişmiş ülkeler olmakta ve bu göçe karşı Avrupa giderek sınırlarını daha da yükseltmekte.
Dolayısıyla Ken Loach’tan (İşte Özgür Dünya, 2007) Haneke’ye (Bilinmeyen Kod, 2000), Costa Gavras’tan (Cennet Batıda, 2008) Iñárritu’ya (Biutiful, 2010) göçün öteki yüzü farklı biçimlerde sinemaya aktarıldı.
Finlandiyalı yönetmen Aki Karusmaki de kendine has sinema diliyle ve sıradan olmayan bakış açısıyla zorlu bir konu olan kayıt dışı göçü oldukça mizahi ve masalsı bir dille ele alıyor.
Daha önce Le Havre (2011) filminde göçün öteki yüzünü, yani kayıt dışı göç olgusunu eleştirel, mücadeleci bir dille anlatır. Göçmenler ve göçmen olmayanlar onun filmlerinde karşı karşıya gelir ama her iki grupta tutunamayanlardır ve onların biraradalığı filmlerinde öne çıkar.
Le Havre’de ayakkabı boyacısı Marcel Marks ile ölümcül bir hastalığa yakalanan eşi Arletty’nin yaşadıkları liman kentinde karşılaştıkları Afrikalı İdris ile birbirlerini tanıma ve dayanışma süreçlerini ortaya koyar.
Aynı şekilde Umudun Öteki Yüzü (2017) filminde de Finlandiya’ya iltica talebinde bulunmuş, bu taleplerinin kabul ya da reddedileceğini bilmeden, yerleştirildikleri göçmen yurdunda kalan göçmenlerin bürokrasi, yasalar, sıradan insanlar ve ırkçılarla ilişkileri bağlamında ortaya konur. Ancak diğer birçok göç temali filmlerden farklı olarak bu film ironi üzerinden daha çok ilerler. Her filminde olduğu gibi bu filminde de müzik önemli bir rol oynar.
Film Helsinki’de çekilmiş olsa da konu olarak Avrupa sınırları içinde geçer. Türkiye’den Avrupa’ya gitmekte olan Suriyeli göçmenlerin Macaristan, Sırbistan, Almanya, Finlandiya gibi ülkeler arasında nasıl yolculuk ettikleri Suriyeli Khaled’in gözünden anlatılır.
* Yazı buradan itibaren spoiler içeriyor
Savaşta ailesini kaybeden ve kız kardeşiyle kaçan Khaled (Sherwan Haji) göç esanasında kız kardeşini de kaybeder ve onu aramak için Avrupa ülkelerinin sınırları arasında illegal dolaşır, ancak onu bulamaz. Sonunda limanda sığındığı bir gemiyle Helsinki’ye gelir. İlk gün daha sonra dost olacağı Waldemar Wikström (Sakari Kuosmanen) ile karşılaşır. Khaled Helsinki’de önce polise gider, iltica başvurusunda bulunur. Ancak Finlandiya polisinden “Suriye’de savaşın bittiği ve artık can güvenliği sorunu olmadığı” gerekçesiyle iltica talebinin kabul edilmediği ve hemen sınır dışı edileceği bilgisini edinir. Khaled ülkesine geri dönmemek için bir yurt görevlisinin yardımıyla yurttan kaçar. Ancak sokakta ırkçıların saldırısına uğrar.
Waldemar Wikström restoranın bahçesinde çöp dökerken yaralı Khaled ile karşılaşır. Her iki karakter için de bu ikinci karşılaşma bir dönüm noktası olur. Wikström ve restoran çalışanlarının desteği ile Khaled önce sahte bir kimlik, ardından düzenli bir iş edinir ve ona kalacak yer verilir.
Filmde yönetmen göçmenler ve göçmen yasalarını, Avrupa’nın gelişmiş bir refah ülkesinde umuda yolculuk etmiş kayıt dışı göçmenlerin trajik yaşamlarını mizahi bir dille ortaya koyar.
Khaled’in restoranı kontrole gelen polisler nedeniyle elinde bir köpekle saatlerce tuvalette kapalı kalması, çalıştığı restoranın Japonlara yönelik hazırladığı özel yemekte aldığı askı rolü gibi, kız kardeşinin Helsinki’ye kaçak yollardan getirilmesine kadar birçok sahnede izleyicinin içini acıtan, ama bir o kadar da gülümseten bir başka dünyanın perdesi aralanır.
Karusmaki’nin Umudun Öteki Yüzü filminde birbirinden uzak ve yakın, benzer ya da farklı koşullarda insanların birbiriyle temasları, özlemleri, acıları, beklentileri, umutları derin bir mizah ile ortaya konur.
Karusmaki filmde öncelikle Avrupa’nın göçmen politikaları, ırkçılık gibi sorunlu konulara dikkat çekerken, öte yandan göçmen yurdunda Finlandiya yasalarının kendi gelecekleri hakkında verecekleri kararı umutsuzca bekleyen göçmenlerin sessiz bekleyişlerini, restoran sahibi, yabancılar polisi ve restoran çalışanları gibi tüm karakterlerin yaşamlarının absürdlüğünü ince bir ironi ile perdeye aktarıyor.
Aynı zamanda filmde polisten, hakime, yabancılar dairesindeki memurdan, iltica başvurusu yapan göçmenlere kadar her bir karakter duygusuz yüz ifadeleriyle sunulmakta, onların dramı asla yorum yapılmadan görselleştirilmekte ve varoluş sancıları, absürd bir dille ortaya konulmakta. (EUİ/EKN)