Televizyonun tek kanallı olduğu zamanlarda belki de en sevdiğimiz şey Pazar sabahları izlediğimiz Western filmlerdi. Başka Amerikan filmleri de seyrederdik ama Amerika denildiğinde ilk aklımıza gelen o filmlerde gördüğümüz kovboylar, atlar ve o kovboyların başına gelen maceralar olurdu. Severdik kovboyları ve onların yaptığı her şeyi. Resmin görünen yüzü hepimize heyecan verici gelirdi. Amerikan rüyası diye tüm dünyaya sunulan imgenin en önemli araçlarından biriydi belki de bu hikâyeler.
Ülkemizde daha çok “Aç Sınıfın Laneti” ve “Vahşi Batı” oyunlarıyla tanınan, çağdaş Amerikan tiyatrosu ve sinemasının önemli isimlerinden Sam Shepard’ın en bilinen oyunlarından olan “Fool for Love” bizdeki bilinen adıyla “Aşk Delisi”, Amerika’nın batısında geçen bir kovboy hikâyesi. Oyun çölün ortasında köhne bir motel odasında bir kadın, bir erkek ve seyirciye sırtı dönük, sürekli viski içen yaşlı bir adamın hikâyesi gibi başlıyor. Aralarında gerilimli bir aşk olduğunu anladığımız May ve Eddie.
Eddie May’i bulmuş ve onu da alıp gitmek istiyor. Çocukluktan itibaren başlayan aşkın gelgitli halini kıskançlık, bir arada yapamama gibi algıladığımız bir andan sonra oyunun hiç de ummadığımız bir şeyi anlattığını fark ediyoruz. Aslında May ve Eddie babaları ortak, anneleri ayrı olan iki kardeş. İzlediğimiz aşksa yaşanması aşağı yukarı her toplumda yasak sayılan bir ensest. Seyirciye sırtı dönük olan yaşlı adamsa aslında orada olmayan ama ilişkinin imkânsızlığının tam ortasında duran babaları.
Sam Shepard “Aşk Delisi” ve diğer pek çok oyununda Amerika’nın batısından hikâyeler anlatmayı seçer. Altmışlı ve yetmişli yıllar Amerikan rüyasının tüm dünyayı etkilediği yıllardır. Shepard’ın peşine düştüğü dert, anlattığı hikâyelerle, Amerikan rüyasının yaldızlarını kazıyarak, altında yatan gerçeği göstermektir. Güneşli pırıl pırıl macera dolu güzel Amerika’nın altında tozlu, köksüz yalnız ve mutsuz insanlar vardır. Onun oyunlarında dış aksiyondan çok, iç aksiyon vardır. Bu sayede olaylar aynı şekilde akmasına rağmen karakterler aracılığıyla gerçekler çarpıcı bir yerden gösterilir, anlatılar arasındaki fark ikiyüzlülüğü açığa çıkarır. Oyunlarının gücü de tam buradan gelir. “Aşk Delisi”nde ise kovboyların anlatılandan bambaşka adamlar olduklarını göstermek ister gibidir. Hem Eddie hem de babası, bizim filmlerden bildiğimiz karizmatik, iyicil adamlardan çok farklı karakterlerdir. Oyunlarında mekân olarak genellikle motelleri seçer Shepard. Bu seçim anlattığı hikâyelerin hayatın içinden bir kesit oluşuna, köksüzlük ve aidiyetsizliğe işaret etmesini sağlar.
Oyun Atölyesi’nin bu sezon sahnelemek için seçtiği oyunlardan biri “Aşk Delisi”. Yönetmenliğini Muharrem Özcan’ın üstlendiği oyunda, Pınar Çağlar Gençtürk, Berk Hakman, Avni Yalçın ve Beyti Engin rol alıyorlar. Oyunun en önemli öğelerinden biri olan sahne tasarımı ise Barış Dinçel’e ait. Salona girdiğinizde perde açık ve masif ahşaptan yapılmış gösterişli dekorun içinde oyuncular yerlerini almış. Oyuncuların sahnede olması hikâyenin çok önceden başladığını sezdirmek adına doğru bir seçim. Fakat otel odası gösterişli ve temiz haliyle ne köhne ne de tozlu ve kirli olduğu duygusu uyandırıyor. Oysa Shepard, gelip geçiciliği, köhnemişliği adeta oyunun başrolünü verdiği motelle anlatmak ister. Hikâyenin kalbi aslında motel odasıdır. Anlattığı oda tam da Amerikan rüyasının gerçek yüzüdür bu yüzden de çok önemlidir. Çölün ortasında eski ve yapayalnızdır. Diğer taraftan sahne de her şey saat gibi işliyor, işlevsel dekor babanın gerçek bir karakter olmadığını anlatmaya imkân verirken diğer oyuncuların sahnede durumlar yaratmasına izin verir nitelikte. Kapılar ve hayali duvarlar mekânları ayırırken birleştirmiş. Oyun için iyi bir alan yaratılmış. Bu yapı sahne trafiğinin akışı kolaylaştırıyor.
Dekorun imkân verdiği, yazarın yazdığı yerden oyun kusursuz bir sahne trafiği ile akıyor. Fakat İyi oyuncular olduklarını gerek sinemadan gerekse başka oyunlardan bildiğimiz oyuncular duygudan uzak, daha çok görevlerini yapıyormuş gibi görünüyorlar. Bunun nedeni Sam Shepard’ın oyunlarının en önemli güç kaynağı olan iç aksiyonun oyunculuklarda açığa çıkamaması gibi görünüyor. Bu da oyunu mekanik, duygudan uzak bir noktada, bir kovboy hikâyesi olarak bırakıyor.
Peki, neden bugün, neden bu oyun? Oyunun bugünün Türkiyesinde sahnelenmesinin bir nedeni olmalı. Yaşananların gösterilen ve söylenenlerden farklı olması, içinde yaşadığımız gerçekliğin bizim için bile muğlaklaşması bunun nedeni olabilir mi? İkiyüzlülüğümüzün ve “Küçük Amerika” oluşumuzun bununla bir ilgisi var mı? (NK/HK)