* Fotoğraf: Pexels
Geçen sene meme kanseri teşhisi aldıktan sonra ve devam eden tedavi sürecinde birçok insanın kansere ve kanser hastasına yaklaşımını çok daha yakından gözlemleme fırsatı buldum. Ağlayanı, ne diyeceğini bilemeyip yersiz şakalar yapanı, çok yakınken bu süreçte yok olanı, sadece tanışıklığımız varken bu süreçte sürekli yanımda olanı, uzman kesilip tavsiyeler vereni, kanser olduğum için beni ve evrene gönderdiğim olumsuz enerjileri suçlayanı, Pollyannacıları ve kötümsercileri gördüm, dinledim ve bir süre sonra insanların yaklaşımlarının benden veya kanserden ziyade kendileriyle ilgili olduğunu fark ettim. En çok dikkatimi çeken ve birçok kanser hastasını da rahatsız eden şey kanserle bağdaştırılan militarist dil ve savaş metaforlarıydı.
Teşhis konulduğunda ilk olarak lumpektomi geçirdim. Yani sol mememdeki tümör alındı fakat meme dokusu korundu. Kanserimin evresi 1 olmasına, yani erken teşhis konulmasına rağmen tümörümün agresif olması nedeniyle, kanserin geri dönme riskini düşürmek amacıyla dört kür doksorubisin ve siklofosfamidden oluşan adjuvan kemoterapi gördüm. Daha sonra on iki kür başka bir kemoterapi ilacı olan paklitaksel eşliğinde tümörümün bir özelliğinden dolayı akıllı ilaç aldım. Kemoterapiler bittikten sonra kan değerlerim düzelmeye başladığında ise önce sağ, sonra sol mememin alındığı mastektomi operasyonları geçirdim ve aynı operasyonlarda meme dokusu yerine implant takıldı. Bu operasyonların yapılmalarının nedeni kanserin nüks riskini düşürmekten ziyade, gen mutasyonumdan dolayı yeni bir meme kanseri riskini azaltmaktı. Mastektomi operasyonlarından bir ay sonra ise, rahmim, yumurtalıklarım ve fallop tüplerimin alındığı total abdominal histerektomi yapıldı. Tabii bu yüzden aniden menopoza girmiş oldum. Fakat tümörüm aynı zamanda hormon pozitif özellikte olduğu için, menopozu rahat geçirmemi sağlayacak herhangi bir hormon ilacı da kullanamadım. Hormon pozitif meme kanserinin geri gelme veya uzak metastaz riskini düşürmesi için tamoksifen kullanmaya başladım ve akıllı ilacımı da üç haftada bir hastaneye giderek almaya devam ediyorum. Bu süreçlerin en zor kısımları dokuz ay kadar sürdü. Anlatmamın nedeni bu süreçleri yaşayan nadir insanlardan olmam değil. Tam tersi. Bunları ve çok daha fazlasını yaşayan insan sayısı çok fazla. Bunlar meme kanserinde erken teşhis alan ve gen mutasyonu olan birinin sadece fiziksel açıdan yaşadıkları. Fakat belli ki çoğumuz kanser hastalarına nasıl yaklaşacağımızı, onlara nasıl destek olacağımızı veya onlarla konuşurken kelimelerimizi nasıl seçeceğimizi bilemiyoruz. Bu bizim suçumuz değil. Yaşamadan önce bilmemizin mümkün olduğunu sanmıyorum. Dolayısıyla kanser hastalarının tümü için konuşmam mümkün değil. Zaten kanser de oldukça karmaşık bir olgu, dolayısıyla herkese ve her durumda uygulanabilecek ideal bir yaklaşımdan da bahsedemeyiz. Fakat birçok kanser hastasıyla paylaştığım rahatsızlıklardan birinden söz etmek istiyorum.
Kanserle “savaşmak”
“Kanserle savaş” kavramının bağdaştırılması tarihsel olarak çok daha eskiye dayansa da basında kanserden militarist bir dille söz edilişinin popülerleşmesi ABD Devlet Başkanı Richard Nixon’ın 1971 yılında Ulusal Kanser Yasası’nı (diğer adıyla Kanserle Savaş’ı) imzalamasıyla başlıyor. Daha sonra da yaygın olarak kullanılan bir metafor haline dönüşüyor. Kanser hastaları öldüklerinde medyaya göre kanserle savaşlarını kaybediyorlar veya kansere yenik düşüyorlar. Bugün Google’a “kansere yenik düştü” yazdığınızda, bir milyonun üstünde sonuçla karşılaşıyorsunuz. Neslican Tay’ın ya da David Bowie’nin herhangi bir şeye yenik düştüğünü mü düşünüyoruz gerçekten? Eğer öyle düşünüyorsak neden insanların tıkanık kalp damarlarıyla ya da inmeyle savaştıklarını söylemiyoruz?
Kanserden hayatını kaybedeceğini bilen birçok kişi de öldükten sonra bu şekilde anılmak istemiyor. Macmillan Kanser Desteği’nin kanser hastalarıyla yaptığı bir ankete göre kanser hastalarının çoğu kurbanlaştırılmaktan hoşlanmıyor ve yüzde 44’ü kanserden ölen insanların savaşı kaybettiklerinin yazılmasını uygunsuz buluyor. Yüzde 42’si ise kahraman veya kanser kurbanı gibi nitelendirmelerin onları daha zayıf hissettirdiğini söylüyor. Araştırmacıların laboratuvarlarda kanserle savaşma imgesi, kanserle ilgili sağaltım yöntemlerini keşfedebilecek oldukları için oldukça gerçekçi. Devletler de araştırmalara finansal fon sağladıkları için onlar da kanserle savaşabilirler. Aynı şekilde bu imge bazı kanser hastalarına güç verebilir ve kendilerini savaşçı olarak tahayyül edebilirler. Buradaki itiraz tabii ki kişilerin kendi tecrübelerini veya mücadelelerini nasıl tanımladıklarıyla ilgili değil.
Fakat bazı kanser hastaları için “cesur savaşçı” imgesi halihazırda tecrübe etmek zorunda kaldıkları tedavi yöntemlerinin, kanserle çok daha yakından hissedilen ölüm korkusunun, çaresizliğin üstüne fazladan bir yük bindiriyor. Hayatlarının muhtemelen en kötü haberini aldıktan hemen sonra onlara pozitif olmaları ve hastalıkla savaşmaları söylendiğinde birçok insan hiç de sırtlanmak istemediği bir sorumlulukla karşı karşıya buluyor kendini. Savaşmak kanserde ya da hastada olmayan bir iradeye ve bilince işaret ediyor. Mesela ben ateşkes imzalamak istiyorum ama mümkün değil. Karşılığında bir uzvumu verebilirim ama bir daha bana saldırmayacağına söz versin. Vermiyor. Süreç belki bir istilaya karşı özsavunma olarak nitelendirilebilirdi fakat bu da her kanser çeşidi için geçerli bir metafor olmayabilir. COVID-19 pandemisi sırasında kullanılan savaş metaforlarının da etik sorunlar içerdiğini belirten bir grup onkolog kanser ve savaş imgesi hakkında şöyle yazıyor:
Savaşların kazananları ve kaybedenleri vardır. Genellikle kazananın daha fazla gücü, kaynağı ve istekli savaşçıları olur. Kanser hastalarına vermeyi umduğumuz mesaj bu mu? Eğer kanser bir savaşsa, zaferi nasıl tanımlarsak tanımlayalım, kazanamama ihtimalimiz olan bir savaş. Biri kanserden öldüğünde yeterince savaşmadıkları için mi ölüyor? Eğer tedaviye yönelik terapiler yerine yaşam kalitesini seçmişlerse, bu beyaz bayrağı salladıkları anlamına mı geliyor? (s. 624).
Savaş metaforu kişinin yeterince güçlü olduğu takdirde düşmanını yenebileceği yanılgısını da yaratıyor ve “başarısız” olduğu takdirde kişiye kendini yetersiz hissettiriyor. Halbuki başarısız olan ya da yenik düşen hasta değil, modern tıbbın kanser konusunda bulunduğu nokta olabilir ancak. Michigan Üniversitesi’nden Psikoonkoloji program direktörü Dr. Michelle Riba da militarist dilin kanser hastalarına ağır bir külfet yüklediğini, hastaların tedavinin yan etkileri nedeniyle giderek halsizleştiklerinde, hayatlarına devam edecek enerji bulamadıklarında onlardan savaşmalarının beklenmesinin haksızlık olduğunu söylüyor (para. 4, 2019). Dolayısıyla kanser hastalarının, özellikle de kemoterapi görürken pozitif olmalarını ve savaşmalarını beklemek rasyonel bir yaklaşım değil. Bazı kemoterapi ilaçlarının yorgunluğu insanın tecrübe ettiği hiçbir yorgunluğa benzemiyor. Aynaya baktığınızda ölmüş ve hayalet olarak kendinizi ziyaret etmiş gibi hissediyorsunuz. Zaman zaman kafanız ağırlaşıyor, vücudunuz uyuşuyor, yorgunluğunuz uyuyarak ya da uzanarak geçmiyor. Bazı operasyonlardan sonra rahat edebileceğiniz hiçbir pozisyon bulamıyorsunuz. Tuvalete oturamıyorsunuz. Tuvalete sizi biri oturttuysa kalkamıyorsunuz. Ayakta durunca canınız yanıyor, yatınca uyumak mümkün olmuyor, oturuncaya kadar ise yarım saat geçiyor. Nefes nefese kalıyorsunuz, kalbiniz tüm vücudunuzda atıyor, ateş basıyor, kusuyorsunuz ve bunlar aynı anda da olabiliyor. İşte tam bu esnalarda insan özellikle de bu süreci hiç geçirmemiş birinden pozitif olması gerektiğini, durumu daha kötü olmadığı için ne kadar şanslı olduğunu, şükretmesi gerektiğini ve asla pes etmemesi gerektiğini duymak istemiyor. Psikolojik olarak ve bedenen acı çekerken hissetmemiz gerekenlerin bunlar olduğunu da sanmıyorum.
Metastatik meme kanserinden 2016 yılında, 34 yaşındayken ölen Kate Granger, 2014 yılında The Guardian’da yayımlanan yazısında şöyle diyor: “Kontrolüm dışında gelişen bir şeyden dolayı başarısız hissetmek istemiyorum. Ölümümün yeterince iyi savaşmadığım için gerçekleşeceğine inanmayı reddediyorum” (para. 2). Şu anda tamamen tedavi edilmesi mümkün olmayan metastatik meme kanseri hastaları içinse “savaş” imgesi aslında sonunun nasıl biteceğini aşağı yukarı tahmin edebildikleri bir süreç için kullanılıyor. Kazanmanın imkânsız olduğu bir savaşa kim girmek ister? Henüz tedavisi mümkün olmayan bu tür ileri evre kanser hastaları zaman zaman ölümlerini konuşmak istediklerinde yakınları tarafından susturuluyorlar. Onlara pozitif düşünmeleri söyleniyor. Fakat bir insanın ölümü hakkında konuşmak istemesi kötümsercilik değil, en doğal hakkı. Kendi korkularımızı başkalarına yansıtmak yerine onları dinlemeyi öğrenebiliriz. Bazı kanser hastalarının “tedavileri” hiçbir zaman bitmiyor. Ömürlerinin geri kalanında devam ediyor. Bir gün tedaviler yaşam kalitelerini yükseltemiyor veya artık işe yaramıyor ve ölüyorlar. Bu gerçeği konuşmak kötümsercilik olarak nitelendirilemez. Militarist metaforlar hastaların olumsuz duygularını saklamalarına ve olduklarından daha güçlü görünmeye çalışmalarına neden oluyor. Duygularını tam olarak dışavuramayan kişi yalnızlaşıyor ve kendisini çaresiz hissediyor (Byrne vd., 2002; Donovan & Mercer, 2003)
Kanserleri ölümcül bir evrede olan hastalar ve onkologlar da bazı kararları sürekli kazanılması gereken bir savaşın varlığının baskısı altında veriyorlar. Ölmekte olan kanser hastalarının yüzde 8’i ölmeden önceki iki hafta içinde, yüzde 62’si de ölmeden önceki iki ay içinde kemoterapi alıyor. Bu da çoğunun ev ya da palyatif bakım merkezleri yerine yoğun bakımda ölmelerine neden oluyor (Shafiq vd., 2009).
Tedavisi biten ve vücudunda artık kansere rastlanmayan erken evre kanser hastaları için de konu hemen kapanmıyor. “Hayatta kalanlar ve hastalığı “yenenler” için bile [kanser] hayatlarının geri kalanında onlara eşlik edebiliyor. Tedaviler yüzünden bedenlerinde kalıcı değişiklikler olabiliyor ve hayatlarını kanserin geri döneceğine dair bir kaygıyla geçiriyorlar” (Granger, 2014, para. 5). Ayrıca kemoterapinin yan etkileri uzun süre devam edebiliyor ve çoğu zaman aylarca kişi eski enerji seviyesine kavuşamıyor. Yaşanan tecrübenin sindirilmesi, eski normale dönüş çabası, hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını kabullenmek, nüks kaygısını aşmak ya da en azından yönetebilmek de uzun zaman alıyor.
David J. Hauser ve Norbert Schwarz’ın kanserle ilgili kullanılan militarist dilin etkisi üzerine yaptıkları, 2014 ve 2019 yıllarında yayımlanan araştırmalara göre, bu metafor çerçeveleri kansere yaklaşım üzerinde belirleyici yol oynuyorlar. Militarist dil insanları ürküttüğü için kansere karşı alınacak önlemlerin bir kısmını almamalarına neden oluyor, diğer bazı önlemleri almaları için de onları cesaretlendirmiyor. Dolayısıyla, kanserin militarist bir dille temsili kansere karşı önlem alma konusunda herhangi bir işe yaramıyor.
Bu metaforlar insanların kanser tedavisini olduğundan da zor algılamasına neden olduğu ve savaşta savaşmak yerine teslim olmak da mümkün olduğu için, insanları kaderciliğe sevk ediyor ve kanseri önlemek konusunda kendilerini çaresiz hissetmelerine neden oluyor. Savaşmakla ilgili metaforlar insanların onları tedirgin eden bir semptom fark ettiklerinde doktora gitme sürelerinde de bir değişiklik yaratmıyor (s. 4-5).
Özetle, militarist metaforlar onu kendi tecrübelerini tanımlamak için kullanan kanser hastaları dışında kimsenin işine yaramıyor. Hatta kanser olmayan insanların kanserle ilgili önlem almak konusunda daha isteksiz olmalarına yol açıyor. Çalışmalarda ulaşılan sonuçlardan biri olmasa da savaş metaforunun beni yalnız hissettirdiğini de söylemeliyim. Zira belli ki, bu bir seferberlik durumu değil. Ben savaşa tek başıma gitmek zorundayım.
Lancaster Üniversitesi’nden araştırmacılar ileri evre kanser hastaları, yakınları ve sağlık çalışanlarıyla yaptıkları röportajlarda ve online forumlarda kullanılan metaforlardan yola çıkarak yaptıkları incelemede metaforların iletişime yardımcı olabileceği ya da zarar verebileceğini belirtiyorlar (Semino vd., 2017). Metaforlar hastanın iyioluşunu da olumlu ya da olumsuz yönde etkiliyor. Araştırmacılar içinde sık kullanılan metaforların yer aldığı bir metafor menüsü de oluşturmuşlar. Semino, önemli olanın kişinin kendi tecrübesini nasıl metaforlaştırdığı, hangi metaforun onu iyi hissettirdiği ve ona metaforların empoze edilmemesi olduğunu söylüyor. Hastalığın veya tedavinin farklı aşamalarında kişiler kendileri ve tecrübeleri için farklı metaforlar kullanabiliyorlar.
Susan Sontag ise şöyle yazıyor: “Benim anlayışım, hastalığın bir metafor olmadığı, hastalığı ele almanın en doğru yolunun (ve hasta olmanın en sağlıklı yolunun) metaforik düşünme biçiminden en fazla arıtılmış ve bu düşünme biçimine en iyi direnç gösteren yaklaşımın benimsenmesinden geçtiği yönündedir” (2015, s. 13).
Sonuçta, bir kanser hastası olarak ve en azından bir kısım kanser hastasıyla aynı rahatsızlığı paylaştığımı bildiğim için, eğer kanser hastalarına destek olmak istiyorsak, metaforlarını kendilerinin seçmelerine, tecrübelerini kendilerinin tanımlamalarına izin vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Kahraman savaşçılar olarak tanımlanmak istiyorlarsa, haklarıdır. Fakat militarist dil onları daha çaresiz hissettiriyorsa, tecrübelerini dille gasp etmekten imtina etmeliyiz. İfade etmek istedikleri duygular bizde bazı korkuları tetikliyorsa onları susturup pozitif olmaya zorlamak yerine kendimize neden korktuğumuzu itiraf etmeye çalışabiliriz.
Bir kanser hastası her gün pozitif olamayabilir. Çocuklarını, ebeveynlerini, sevgilisini, birlikte yaşadığı kedileri geride bırakma ihtimali canını yakabilir. Ölüyorsa bundan bahsetmek isteyebilir. Son zamanlarını yan etkilerle boğuşmak yerine nispeten sağlıklı bir şekilde geçirmeyi seçebilir. Bu pes ettiği, öldüğünde de herhangi birine yenildiği anlamına gelmez.
Kanserin insanlıkla ilişkisi illa ki savaşmak eylemi üzerinden tanımlanacaksa bu savaşın tarafı da kaybedeni de kendileri istemedikleri takdirde kanser hastaları olamaz. Kanseri veya ölümü tabulaştırmak, olağanüstü halleştirmek kanser hastalarına zarar veriyor. (CÖÖ/AS)
Kaynakça
Byrne, A., Ellershaw, J., Holcombe, C., & Salmon, P. (2002). Patients’ experience of cancer: Evidence of the role of “fighting” in collusive clinical communication. Patient Education and Counseling, 48, 15–21.
Donovan, T., & Mercer, D. (2003). Onward in my journey: Preparing nurses for a new age of cancer care. Cancer Nursing, 26, 400–404.
Granger, K. (2014). Having cancer is not a war or a battle. The Guardian, 25.04.2014. https://www.theguardian.com/society/2014/apr/25/having-cancer-not-fight-or-battle
Hauser, D. J., N. Schwartz. (2015). The war on prevention: cancer metaphors hurt (some) prevention intentions. Personality and Social Psychology Bulletin. 41(1), 66-77.
Hauser, D. J., N. Schwartz. (2019). The war on prevention II: Battle metaphors undermine cancer treatment and prevention and do not increase vigilance. Health Communication. 35(13), 1698-1704.
Kao S., Shafiq J., Vardy J., Adams D. (2009). Use of chemotherapy at end of life in oncology patients. Ann Oncol. 20(9):1555-1559.
Marron, J., M., Don S. Dizon, Banu Symington, Michael A. Thompson, and Abby R. Rosenberg, (2020). Waging war on war metaphors in cancer and COVID-19, JCO Oncology Practice, 16(10), 624-627.
Riba, M. (2019). Changing the way we talk about cancer. Medicine at Michigan, Winter. https://www.medicineatmichigan.org/gray-matters/2019/winter/changing-way-we-talk-about-cancer
Semino, E., Z. Demjen, A. Hardie, S. Payne, P. Rayson. (2017). Metaphor, cancer, and the end of life: A corpus-based study. Routledge.
Sontag, S. (2015). Metafor olarak hastalık: AIDS ve metaforları. Can Yayınları.