Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Kriz dönemlerinde, yanlış-eksik bilgilendirme ve aşırılık, gündemi belirlemede birbirlerini karşılıklı olarak beslerler; halbuki kamuoyunun en çok doğru bilgilenmesi gereken zaman da kriz dönemleridir zira bu süreçte komplo teorileri, histeri, nefret, yalan haber her zamankinden çok pompalanır. Bilimsel bilgi akışı durduğunda, gedikleri klişeler, önyargılar, spekülasyonlar ve nefret söylemi doldurur.
Yanlış bilgilendirme, kafa karıştırıcı veriler ve sahte haberler şüphesiz kamu güvenliği ve sağlığı için açık ve mevcut bir tehlike oluşturmakta. Dengesiz ve sansasyonel sağlık haberciliğine bir de önyargılarımızı ve empati yokluğunu eklediğimizde, savunmasız insanlar adeta potansiyel “ölümcül mikrop taşıyıcıları” olarak gösterilerek, yalnız ırkçılık ve nefret değil, aynı zamanda korku kültürü de tetiklenmiş olur.
Aralık ayı başında, Çin'in merkezindeki yaklaşık 11 milyon kişinin yaşadığı Wuhan şehrinde baş gösteren ve daha sonra Dünya Sağlık Örgütü’nün Covid-19 adını verdiği Koronavirüs, küresel ve sosyal medyada –Instagram, Facebook, Twitter ve TikTok gibi diğer platformlarda-2020 yılının “yaratılan küresel krizi” haline geldi.
Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) açıkladığı üzere, sadece bir virüs salgını ile değil, aynı zamanda bir “infodemik” ile de karşı karşıyayız. Bu enformasyon salgını; doğru olsun olmasın, çok miktarda koronavirüs bilgisini tanımlamak için kullanılmış bir sözcük.
Koronavirüs salgını bir ilk değil. SARS ve Ebola virüs salgınları döneminde de aynı enformasyon bombardımanı içinde önyargı, kalıp yargılar, yaftalama, hedef gösterme, şeytanileştirme vs. mevcuttu. Anlaşılan o ki dünya medyası eski salgınlardan pek bir ders çıkaramamış.
Sosyal medya
Çin hükümeti uzun süre sosyal medyayı sansürledi, daha Ocak ayının başında insandan insana virüsün bulaştığını bilmesine rağmen hiçbir açıklama yapmadı, gerçek vaka ve ölü sayıları verilmedi, salgının ciddiyetini açıklamak isteyen sekiz kişi tutuklandı. Çin makamları, Weibo ve diğer platformlarda paylaşılan tüm bilgileri yakından izleyip, hükümeti eleştiren paylaşımlar hakkında yaptırım uyguladı.
Sosyal medya, yarattığı ve ışık hızıyla yaydığı bilgi kirliliğiyle ve ürettiği nefret söylemiyle, yalnız öfke patlamasını tetiklemekle kalmadı, aynı zamanda adeta linç kampanyalarına varan ve sonu nefret suçlarıyla neticelenen olaylara da zemin hazırladı.
Wuhan'da bir hastanede çekildiği öne sürülen, bir hastanın geçirdiği kriz nöbeti videosu, sosyal medyada izleyenleri dehşete düşürdü.
Virüs hakkında birçok dezenformasyon kampanyası -planlı salgın senaryosu, biyolojik silah saldırısı iddiaları, hemşire videosu, casusluk söylentileri-üretildi.Ölümcül Wuhan virüsünün laboratuvarda üretilip, yanlışlıkla patentlendiği ve bir aşının zaten mevcut olduğu dezenformasyonu da hızla yayılmaya başlandı.
Yarasa çorbası, Çin’de yaygın bir yiyecek olmamasına rağmen, sosyal medyada, Çinli bir kadının kameraya gülümseyerek yarasa çorbası içtiği videoda, virüsün Çinlilerin yeme alışkanlıklarından yayıldığı iddia edildi. Halbuki video Çin’de değil, 2016 yılında Batı Pasifik’teki Palau adasında çekilmişti.
Van Dijk, söylemsel manipülasyonun “bizim iyi şeylerimiz” in ve “onların kötü şeyleri” nin vurgulanmasında olduğu gibi, biz olarak görülenlerin olumsuzlukları gizlenirken “onlar” olarak görülenlerin olumsuzluklarının sergilendiğini ifade eder. Yarasa çorbası örneğinde olduğu gibi; “Bizim, yani Batının yeme alışkanlıklarına benzemeyen, onların yani Çinlilerin garip, anormal, sağlıksız ve ilkel yeme alışkanlıkları virüsün sorumlusu!” mesajı sıklıkla yinelendi.
Çin’den gelenlerin ülkeye alınmaması için başlatılan ve 650.000'den fazla Güney Korelinin imzaladığı kampanya dilekçesi Çin Devlet Başkanı’na sunuldu. Bazı muhafazakâr muhalefet milletvekilleri de bu konuda halka açık bir şekilde destek verdiler.
Hong Kong'da bir Japon restoranı olan Tenno Ramen, Çinlilere hizmet vermeyi reddettiğini Facebook hesabından şu şekilde açıkladı: “Daha uzun yaşamak istiyoruz. Yerel müşterileri korumak istiyoruz. Lütfen bizi affedin”.
Japonya’da da “Lütfen Çinlilerin ülkeye girişini yasaklayalım”, “Çocuğumun virüsü kapacağından endişeliyim” tarzı tweetler atıldı.
Malezya halkı, ülkeye Çinlilerin girişini yasaklamak ve hükümete “ailemizi ve çocuklarımızı kurtarma” amaçlı bir çağrıda bulunmak üzere 400.000’i aşkın imzalı bir sosyal medya kampanyası başlattı.
Japonya'da #ChineseDon’tComeToJapan (Çinliler Japonya'ya gelmeyin) yazılı etiket twitterın en trend başlıklarından biri oldu.
Batı medyası
Batı medyasında da durum daha farklı değildi.
- -İngiliz gazeteleri Daily Mail ve göçmenlik karşıtı manşetleriyle ünlü The Sun, Çin halkının yarasa ve diğer hayvanları yeme alışkanlıkları yüzünden bu salgına yakalandıklarını iddia ettiler.
- -Danimarka’da Jyllands-Posten gazetesi, Çin bayrağındaki 5 yıldızın yerine virüs sembollerini kullanan bir karikatür yayınladı.
- -Alman Der Spiegel dergisi, “Çin'de üretildi” başlığı ile maskeli, elinde telefon tutan bir Çinlinin fotoğrafını yayımladı.
- -Fransa'da, 26 Ocak'ta yayımlanan Le Courrier Picard gazetesinin, "Sarı Tehlike" başlığıyla koronavirüs salgını hakkında yaptığı haber sonrası, Asya kökenli Fransızlar öfkelerini ifade etmek için sosyal medyada #JeNeSuisPasUnVirus (#IAmNotAVirus-Ben bir Virüs Değilim) etiketini yarattı. Hatta Twitter hesabından Lou Chengwang “ben Çinliyim ama bir virüs değilim, virüsten korkmanızı anlayabiliyorum ama lütfen önyargılı olmayın” tweetini attı.
Bilindiği üzere, nefret söylemi bir şahıs veya grubu hedefleyen ve bu bireylerin doğuştan gelen birtakım mevcut ya da fark edilen özellikleri nedeniyle onları incitici, kişiliksizleştirici, taciz edici, aşağılayıcı ve en tehlikelisi de bu gruplara karşı duyarsızlık, gaddarlık ve şiddeti özendirici bir amaç gütmekte.
Koronavirüs vakasında da insanlar sadece Çinli oldukları için virüsü yaymalarının olası olduğunu düşünmekteler, hatta çekik gözlü herhangi bir ülke vatandaşı olmak bile potansiyel bir Çinli virüs taşıyıcısı olmak gibi algılanmakta.
Ülkemizde sosyal medyada Çinlilere yönelik üretilen nefret söylemi yeni bir şey değil. 2005’de Doğu Türkistan ve Uygur Türkleri ile ilgisi olmayan video ve fotoğraflar paylaşıldı, ‘-Boynumuza asarsın urgan ipi, Yediğin yemek köpek eti. Bir gün köşeye sıkıştığında, af dileme Çinli piçi.’ ‘-Köpek yiyen kızıl Çin. Köpek soyun kurusun. Kanlı intikam için. Tanrı Türk’ü korusun.’ Türü dehşet veren paylaşımlarda bulunuldu.
Ekşi sözlükte “Wuhan virüsü ve Uygurlar arasındaki gizemli ilişki” başlıklı entry deki paylaşımlara baktığımızda, Wuhan virüsünü ilahi adalet ve karma ile ilişkilendiren yorumlara rastlanmakta: “Çinliler Uygur Türklerini sebepsiz yere hapsediyordu, şimdi kendileri virüs yüzünden sokağa çıkmaz hale geldiler.
“Karma realitesi var, ettiğini bulmama gibi bir şansın yok”.
Türkiye’den atılan tweetlerde de “Hayvanları canlı canlı kaynar suya atarken düşünecektiniz”
“İlahi adalete bakın, Türkiye'de otobüsle seyahat eden bir Çinliye yapılan muamele... Düne kadar Müslümanlara mikrop gözü ile bakan Çinliler, şimdi dünyada hastalık, virüs, pislik, mikrop sembolü oldular”.
Neler yapılabilir?
“Küresel medya şirketleri, korku, panik ve öfkeye neden olabilecek yanlış, çarpıtılmış bilgilerin yaygın bir şekilde yayılmasını önleme, krizin acil olarak kontrol altına alınması ve hafifletilmesi amacına yönelik olarak Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) ile Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gibi önde gelen sağlık kurumlarıyla yakından çalışmalılar.
Etkileşimli platformlar, hasta hakları gözetilerek virüs salgını ve vakalar ile ilgili olarak ana akım medya tarafından göz ardı edilen, haber görüntülerine ve videolarına yer vermeye devam etmeliler.
Bizler de iyi birer medya ve dijital okuryazarı olarak sorgulamadan, resmi kaynak dışındaki, birincil kaynaklara ulaşmadan, çapraz okuma yapmadan önümüze gelen her habere inanmamalıyız.
Sevindirici olarak sayıları az da olsa iyi örnekler var, bunların da haber dolaşımı içinde hak ettikleri yeri almaları lazım, zira iyi örnekler özendirici nitelik taşıyorlar. İki örnek de Güney Kore’den. Biri, Çinli turistlerin uğrak yeri olan popüler bir Seul deniz ürünleri restoranının, kapısına “Çinliler giremez” yazılı bir tabela asması üzerine sosyal medyadan o kadar yoğun tepki geldi ki sonunda restoran tabelayı kaldırmak zorunda kaldı.
İkincisi de yüksek tirajlı Joong Ang Ilbo gazetesinin akılcı ve yerinde olan açıklaması. Gazete şöyle diyordu "Çinlilere karşı koşulsuz yabancı düşmanlığı yoğunlaşıyor, bulaşıcı hastalıklar, duygusal tepkilerle çözülebilecek bir sorun değil, bir bilim meselesi”.
Küresel gazetecilik, içinde çatışmayı ve krizleri barındırır; küreselleşmenin olmazsa olmazı sayılan –alan, güç, kimlik-unsurlarını formüle ederken sorduğu; “dünyanın farklı coğrafyalarında süregelen çatışma ve krizler ne ölçüde ve ne şekilde ele alınmaktadır?” sorusunu yanıtlamadan önce, küresel medyanın, ifade özgürlüğünü manipülatif amaçla kullanarak istismar eden elit bir güç olduğunu unutmamak lazım.
TIKLAYIN - Paris'te Irkçılığa Karşı Eylem ve Coronavirüs/ Covid-19
(YGİ/DB)