İthaki Yayınları'ndan iki cilt halinde çıkan 'Kontrgerilla ve Ergenekon'u Anlama Kılavuzu" ve "Ergenekon'da Kim Kimdir?" ile Ertuğrul Mavioğlu ve Ahmet Şık, Ahmet Öz'ün deyimiyle bir anlamda 'Toplumu zihinsel bir felce uğratan bu deli gömleğini bedenimizden ve bilincimizden söküp atmaya' çalışıyor.
İki gazeteci yazar, kitabı yazma süreçlerini, Ergenekon soruşturmasını ve medyanın bu konudaki tutumunu bianet'e anlattı. Ertuğrul Mavioğlu, kitabın mottosunu "Dibini kazarken üstünü örtmek..." cümlesiyle açıklıyor.
"Bu kitap, her şeyden önce bir anlama kılavuzu. 'Kafa karışıklığı var' deyip kendimizi kenera çekmek ve birilerinin bu kafa karışıklığını çözmesini beklemek de mümkündü. Ama biz bu ülkede yaşıyor ve olup bitenlerden dolaysız biçimde etkileniyorsak, kollarımızı kavuşturup seyretme lüksüne sahip değiliz. Kafa karışıklığı operasyonların niteliğiyle doğrudan ilişkili. Gözaltına alınan isimler başlangıçta belirgin bir biçimde sanki yarım kalan Susurluk operasyonunu tamamlıyor gibi bir izlenim verirken, daha sonra işin içine aydınlar, akademisyenler, siyasi partiler, günlük yayın organları dâhil edildi. Bu karmaşık tablodan ilk anlaşılan da yapılanların hiç de Susurluk’u tamamlamaya yönelik olmadığıydı. Peki neydi? İşte biz de bunu anlamak üzere yola çıktık."
"Medya haberleri kendine göre verdi"
Ahmet Şık da kitabı yazma ihtiyacı duymasının nedenlerinden birinin medyanın Ergenekon sürecini hatalı aktarış biçiminden kaynaklandığını dile getiriyor:
"Medya, var olan ciddi kutuplaşmanın üzerinden Ergenekon sürecine dair haberleri kendi meşrebine göre verdi ve vermeye devam ediyor. Ergenekon iddianamesi ve ek belgeleri bir gazeteci için maden. Ama her şey bize yansıtıldığı gibi mi? Yani it izinin at izine karıştığı bir durum var ortada. İddianamelerin soyut tüm yönleri medya yoluyla 'rıza' üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldı."
Mavioğlu da kitabın yazım sürecinde "İstihbarat savaşları sırasında ortaya çıkan olayları olduğundan farklı gösterme çabalarının etkisine girmemeye çalışmanın zorlayıcı bir süreç" olduğunu anlattı:
"Bu güne kadarki bütün o devlet okumalarınıza, yaşamışlıklarınıza rağmen, bu süreçle birlikte ortaya çıkan söylemin getirdiği yanılsama ile gerçeklik arasındaki farkı çözüp ortaya koyma çabası son derece zorlayıcıydı. Günbegün üretilen illüzyonlar toplamıyla savaşmak, bunun karşısında bir duruş oluşturmak zorundasınız. Üstelik üretilmiş bir kutuplaşmanın tam ortasındasınız. Üzerine çalıştığımız konu itibarıyla, son derece sıkıntılı ve yorucu bir çaba gerekliydi. Ama meselenin özünü kavradıktan sonra kısmi bir rahatlama yaşadığımızı söyleyebilirim."
"Ergenekon katharsis gibi sunuluyor"
Ergenekon belgelerine ek olarak Susurluk sürecini, JİTEM ve Şemdinli olaylarını yeniden değerlendirmeye aldıklarını belirten Mavioğlu, "Ortaya çıktı ki aslında devlet, bazı şeylerin üstünü çok iyi örtüyor. Bir yandan 'Nereye varırsa varsın, ucu nereye uzanırsa uzansın' diyen bir takım politikacılar, bürokratlar ve yargı çevreleri var. Diğer yandan hepimizin gözü önünde 'dibi kazılıyormuş' gibi gösterilen olguların üzerini örtme çabası var. Hem müthiş bir gizem yaratılıyor hem de müthiş bir istihbaratçılar savaşı var. Kitapta, Ergenekon iddianamelerini daha anlaşılır hale getirmek, diğer yandan da Ergenekon iddianamelerinin sunulduğu gibi 'demokratikleşmenin bir adımı, katharsis, Temiz eller operasyonu' gibi sunulmasının aslında ne kadar sahte olduğunu anlatmaya çalıştık" diyor.
Ergenekon süreci yıllardır form değiştirerek devam etse de böyle bir örgütün varlığına ilişkin tartışmaların son bulmadığı konusunda ise Mavioğlu, "En son Danıştay saldırısı sırasındaki kamera kayıtlarının silinmesi, bize bunun organize bir eylem olduğunu anlatıyor. Bunun adı Ergenekon mudur değil midir bu başka bir şey. Ama kaynağı devlette olan bir saldırı olduğu net. Ama bu devletin hangi kanadıdır?" sorusunu yöneltiyor.
"Esas faili gizlemek üzerine kurulu bir dava"
Türkiye'de bugüne kadarki tüm faili meçhul yaşanmışlıkların Ergenekon ile ilişkilendirilmesinin ne derece sağlıklı olduğu konusunda ise Şık, şu görüşlerini paylaştı:
"Savaşın şiddetlendiği ve devam eden süreçteki ateşkes sürecinde maytap bile patlasa adres olarak PKK gösterilirdi. Şimdi ise öyle bir sürece gelindi ki her olayda Ergenekon işaret ediliyor. Alarko Holding'in kurucularından Yahudi asıllı Türk iş adamı Üzeyir Garih cinayetinden Bingöl-Elazığ karayolunda 33 erin öldürülmesine kadar bütün bu olaylar Ergenekon'un işi olduğu söylenerek ısrarla insanlarda bir Ergenekon algısı yaratıldı."
"Her iddianamede Hrant Dink'e atıf yapılıyor. Dink cinayeti kesinlikle eli devlete uzanan bir cinayet. Niye Ergenekon soruşturmasıyla birleştirilmiyor? Müdahil avukatların bu dava genişletilsin biz tetikçilerin dışındaki failleri bilmek istiyoruz çığlığını görmezden geliyor. 'Santa Maria İtalyan Kilisesi'nin rahibi Andrea Santoro'yu milliyetçi saiklerle 17 yaşındaki bir çocuk gidip vurdu' demek olur mu?"
"Medya yoluyla bilinçli bir kafa karışıklığı yaratılarak 'Türkiye'de gerçekten bir derin devlet temizliği yapılıyor' algısı yerleştiriliyor. Ergenekon soruşturması, Türkiye'de bir şeyleri soruşturuyormuş gibi gösterip ama hiçbir şeyin soruşturulmadığı, esas faili gizlemek üzerine kurulu bir dava süreci benim gözümde. Bir yıl sonra yeni tutuklamalar olmazsa Ergenekon'dan bir kişi bile cezaevinde kalmayacak."
"1 numara kim? metaforu yaratıldı"
Eski DTP eş başkanı Emine Ayna'nın "Derin devlet el değiştiriyor" sözlerine atıfta bulunan Mavioğlu ve Şık, TSK ile AKP arasındaki var olduğu öne sürülen 'Ergenekon pazarlığı' konusuna ilişkin şunları söyledi:
Mavioğlu: "Devlet içerisinde bir tasfiye yaşandığı kesin. Devletin içerisinde gerçekleştirilen bu tasfiyenin kime ve neye hizmet ettiğini sorgulayan yok. Ergenekon'a ilişkin TSK ile AKP arasındaki 'pazarlık' diye adlandırılan duruma da bakmak gerekir. Şöyle ki; müebbet hapisle yargılananlardan hiçbiri tutuklanmadı bile. Bu isimler sadece gözaltına alınmış. Türkiye'de bunun örneği ilk defa bu davada görünüyor. Kitapta da 'Bu soruşturma niye var' demiyoruz. Bu soruşturma niye 2002-2004 yılları arasında çerçevelendi diye soruyoruz."
Şık: "Derin devlet olduğu gibi kalıyor ama aktörleri değişiyor. Soruşturmayı yürütürken 'Bir numara kim?' diye bir metafor yaratıldı. Bir dolu isim ortaya atıldı. Dönemsel olarak herkes 1 numara oldu. Bu örgütün o birinci isim denilen kişisi bulunmadan bu dava kapanmaz."
Ergenekon, küresel sermaye operasyonu
Ergenekon operasyonunu 'küresel bir sermaye operasyonu' diye nitelendiren Mavioğlu, "12 Eylül sonrasında üstü örtülü biçimde Komünizme karşı ılımlı İslam’a destek veren TSK, 28 Şubat’taki ‘balans ayarı’ ile Kemalizm’i keşfetti. TSK’daki kimlik bulma çabasında başlangıçta Kemalizm’in ‘laiklik’ damarı önde gibi görünürken, 2002 yılına gelindiğinde milliciliğe meyletmiş bir damar çıktı. Ama bu rütbeli askerlerin NATO’nun rahle-i tedrisinden geçtikleri için millicilikleri de son derece karikatürizeydi."
Mavioğlu, "Bu rütbelilerce tezgahlanmaya çalışılan darbenin" Amerika'dan neden onay alamadığını ise şu sözlere açıklıyor:
"Şu anda Türkiye'de yaklaşık 800 milyarı bulan iç ve dış borç toplamı var. Bu borçta küresel sermayenin ciddi bir payı var. Dolayısıyla, Amerika, Balyoz eylem planında anlatılan 'kurulacak yeni hükümetin ilk iş olarak küresel sermayenin akışı üzerinde ciddi bir denetim kuracağı' yönündeki olası bir planın riskini, karikatür düzeyinde dahi olsa almak istemiyor. İşte bu, operasyonun ve devlet içerisindeki yeniden yapılanmanın özünü oluşturuyor aslında."
Ergenekon soruşturmasının ucunun açık kalmasının AKP'nin işine yaradığını savunan Şık, bunu neye dayandırdığını şu sözlere açıklıyor:
"Hükümete ya da bir cemaate yönelik muhalif tutum takınan herkes kendisini bir anda bu davanın sanıkları arasında buluyor. Sürekli ucu açık kalan bu soruşturma, siyasal olarak bir takım insanların elini güçlendiriyor. Derin devlet yalnızca 28 Şubat postmodern darbesi ile başlayan bir olgu mu ki? Ama bakıyorsunuz yalnızca 28 Şubat zihniyetinin yargılamasına dönmüş. O nedenle yakın zamanda bu davanın kapanacağını düşünmüyorum."
Lobi belgesi'nde de Savcının "bir puzzle'ın boşlukları doldurur gibi isimleri yerleştirdiğini" belirterek, "Bu yüzden de bu iddianameler çok soyut" diyen Şık, "Ergenekon'un işaret fişeği" sayılan Tuncay Güney dahil olmak üzere bir çok ismin neden sanık olarak dinlenmediği sorusunu yöneltiyor.
"Bizlere kapılar açıldı mı?"
NATO kaynaklı gladyo örgütlenmelerinin olduğu bütün ülkeler Soğuk Savaşın bitimiyle birlikte ortadan kalkan 'komünizm tehlikesi' ile artık böylesi bir yapıyı çözerken neden Türkiye'de böyle bir sürecin yaşanmadığını Mavioğlu, şu cümlelerle açıklıyor:
"Türkiye'de de buna ihtiyaç olduğu düşünülseydi bu yapı çoktan çözülürdü. Bu çerçevede esas olanın devletin veya gladyonun tasfiyesi yerine derin devletin el değiştirmesi olduğundan bu yapı varlığını hala koruyor. Çünkü Türkiye'deki işlevi sadece Sovyetlere karşı bir cephe oluşturmak değil aynı zamanda ülkedeki haksızlıkların ve adaletsizliklerin bir biçimde devamlılığını sağlamak. O yüzden Hrant Dink, Rahip Santoro, Bahriye Üçok ve Uğur Mumcu öldürüldü, Danıştay baskını, 1 Mayıs 1977, Maraş, 16 Mart, Bahçelievler katliamları hala çözülemedi.
"Birileri kalkıp da 'Kontrgerilla tasfiye edildi' dediğinde ben de 'Kürt meselesini mi hallettiniz?', 'Ezenler ile ezilenler arasındaki bu büyük uçurumu mu hallettiniz?' diye sorma ihtiyacı duyarım. İtalya'da Temiz Eller operasyonu savcısı Antonio Di Pietro, gladyo için "onlar bize kapılarını açtılar" der. Bizlere kapılar açıldı mı? Bizim ülkede ise gladio’nun soruşturmak gayesiyle kapısını çalan olmadığı gibi, gladio’nun da kapılarını açmak gibi bir niyeti yok."
"Medya Ergenekon'a çanak tuttu"
Medya ve Ergenekon ilişkisine dair Şık da, Cumhuriyet gazetesinin Ankara temsilcisi iken geçtiğimiz günlerde gazetesi ile ilişiği kesilen Ergenekon tutuklusu gazeteci yazar Mustafa Balbay üzerinden gazetelerin Ankara temsilcilerine ilişkin şu tespitlerde bulunuyor:
"İddianameleri incelediğim kadarıyla Mustafa Balbay bu tezgâhın içinde bir biçimde yer almış. Ama tezgahı planlayanlar dışarıdayken o niye içeride diye de haklı bir sorusu da var. Önce bu yanıtlanmalı.Medyanın diğer Ankara temsilcileri de Balbay'dan farklı bir ilişki modeli geliştirmedi. Ankara temsilcileri, gazeteler ile bütün güç ilişkilerini organize etmek için orada duruyorlar. Ama Balbay'ın, gazetecilik faaliyetlerini çok aşan sıkı ilişkileri olduğunu da gördük. Örneğin, Cumhuriyet gazetesinin satışı için Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ile niye konuşuyor?"
Mavioğlu da medyanın, Ergenekon'u 'terör örgütü' diye adlandırılma çabasına çanak tuttuğunu ifade ederek, "1985 yılından bu yana gazetecilik yapıyorum ama böyle habercilik görmedim. Savcının muhabirleri odasına çağırıp, brifing verir gibi bahsettiği haberin ertesi gün tüm gazetelerde yayımlandığını biliyoruz. Medyanın tamamı da buna bile bile lades dedi. Kaynağı belli olmayan çok sayıda haber yapılıyor. Gazeteciyseniz elinize gelen belge gerçek mi diye araştırmak zorundasınız" görüşünü dile getirdi.
"Ergenekon belgelerinin içerisindeki sahte MİT raporu gerçekmiş gibi bütün gazetelerde yayımlandı. Ardından MİT reddetti. Ancak sahte olduğu ortaya çıktığında hiçbir medya kuruluşu özür dilemedi. Üzeyir Garih'in Ergenekon'un öldürdüğüne dair Yeni Şafak'ta haber oldu. Ama şimdi hiçbir Ergenekon iddianamesinde biz buna rastlamadık. Adı anılmıyor bile. Bunların hepsi gazetecilik açısından utanç verici." (BT/EÖ)