"Benim benden başka dostum yok Sandor.
Benim benden başka sevenim yok!
Gel otur karşıma dertleşelim."
Beyaz tülüyle kapattığı dudakları hafif aralanmıştı. Odadaki her sicim merak içinde… Kimdir bu ölümsüz kadın?
Kediler yüzüme bakıyordu. Bir bana kayıyordu bakışları bir onun efsunlu duruşuna.
“Sandor Farkoş” diyorum onu gösterip. Nam-ı diyar Nigar Hanım!
Babası Osman Paşa sebebiyle Nigar bint-i Osman (Osman’ın kızı Nigar ) denilen, ruhlu kadın.
Macar ihtilâlinden kaçarak İstanbul’a yerleşen Nigar, Kadıköy’de seçkin bir okulda eğitime başlamış. Tam yedi dil bilmek kolay mı? Yüzüme bakıp gülümsemiş gibi geliyor bana tülün ardından. Ona bir yudum su uzatasım geliyor ama evde bir damla su yok. Nasıl içime oturuyor. Alev gibi dağılıyor böğrümden yukarılara, ona bir damla serinlik sunamamak.
‘Efsûs’ ilk şiir kitabı.
‘Nirân’ bir diğeri ve son şiir kitabı ‘Aks-i Sada’
Bir şiirini açıp ona okumaya hazırlanıyorum. Yüzü düşüyor, biliyor ki bende yalnız bırakılmış ve güçlü olması gereken kadınlardan biriyim. Bu, cennete götürüp ardından insanı cehenneme taşıyan kelimeler nereden geliyor? Tüller içinde, ölümsüz, konuşmayacak biliyorum.
"Aşk... O hunhar... O cellad-ı kaza
Yalınız öldürür etmez ihya
Feryad ki feryadıma imdad edecek yok
Enfûs ki gamdan beni azad edecek yok"
Su gibi akıp gidiyor şiir. Hüznün matematiğini çözmüş kadından bir şeyler öğrenmek niyetim.
Ancak öğrenemeyeceğimi biliyorum. Cevabı olmayan bir soru sordum çünkü. Mutsuz kadınların, mutsuz şair kadınların bu sorulara cevabı şiirleridir. Buna mutsuzluk demek yanlış, eskimişlik belki epeyce fazla eskimiş olmak. ANLAMAK... Fazlaca anlamak her şeyi…
16. yüzyıl şairi Mihr-i Hatun’dan sonra kadının ruhuna eğilen, kadının ruh dünyasını şiirlerine emanet etmiş bu kadından bir parça taşıdığımı biliyorum. O dönemin yumuşatılmış feminizmine, kadın olmaya, kadınları yazmaya, okumaya ve yaşamaya sevk edişine hayranlıkla bakıyorum. Su veremedim ona canım sıkılıyor.
Kalkıp Aşiyân Mezarlığına atıyorum kendimi. Güneşsiz, karanlık bir ilkbahar gününde. Arayıp buluyorum mezarı. Anasıyla babasının yanı başında yatıyor. Ilık, temiz ve yağmur olarak inip yeryüzünde unutulmuş birkaç damla suyu sunuyorum ona.
Bir kadın duruyor karşısında, düşleri onun düşlerine, öyküsü çok parıltılı olmasa da yaşamak inancıyla çevrelenmiş. Belki vaktinden önce büyümüş ve yaşlanmış bir kadın.
Birbirimize sesleniyoruz bir kap sudan olur mu azık!
Ve diğerlerine, aşkı anlamayanlara, onu tanımak isteyecek kadar cesur olamayanlara seslenip ayrılıyoruz: Efsûs: Yazık!
Nigar Hanım hakkında1848 yılında yaşanan Macar İhtilâli'nden kaçarak İstanbul'a yerleşen Osman Paşanın kızıdır. Müslüman olmadan önceki adı Sandor Farkoş idi. Yedi yaşında Madam Garos'un Kadıköy'deki okuluna gitmeye başladı. Bu esnada yedi dil öğrendi ve pek çok sanatsal alanda kendini yetiştirdi. Zamanının ötesinde bir kültürel hazineye sahip olan bu güzel ve alımlı kadın Tanzimat döneminden sonra Türkiye edebiyatının ilk kadın şairi olarak tarihteki yerini aldı. Efsûs (Yazık) adlı kitabını 1877 yılında çıkaran Nigar, dönemin edebiyatına büyük katkılar sağladı. Efsus II'yi (1891), Nirân (Ateşli Şiirler) adlı kitabını ise 1896 da yayınladı. Bunu Aks-i Seda (Yankı -1900) adlı kitabı izledi. Şiir haricinde düzyazıları ve oyunları ile de önemli bir yere sahip oldu. Dünyanın pek çok şehrine geziler düzenleyen Nigar, buralarda tanıştığı edebiyatçılarla yakın ilişkiler kurarak kendi edebi çizgisini doğuyu ve batıyı harmanlayacak şekilde çizdi. Köstence dilinde Carmeb Sylvia takma adıyla şiirler yazan şair, 2. Abdülhamit tarafından 'Şefkat' nişanıyla ödüllendirildi. Kendi yazdıklarını 'Elem Teraneleri' diyerek nitelendirmişti. Parlak hayatının arkasına saklamaya çalıştığı hüzün o dönem kadınlarının dili haline geldi. Bu içli, kelimelere hakkını veren kadın şiir dünyasının temel taşlarından biridir. 1862'de doğan Nigar Hanım, 1 Nisan 1918'de hayatını kaybetti. Şair Nigâr'ın tüm eserleri * Efsus I, İstanbul, 1877, şiir |
(HH/EKN)