“Editions A-Eurysthée” adlı yayınevi yazar Suzan Samancı’nın üç farklı öykü kitabından sekiz öyküyü, Fransızca olarak okuyucu ile buluşturdu. “Rojînê” adıyla yayınlanan kitap, aslında iki kitaplık serinin ilki. İkinci kitabın Mart 2018’de yayınlanması planlanıyor. Samancı son yıllara kadar öykü ve romanlarını Türkçe yazan bir yazar olmasına rağmen, bir süredir Kürtçe roman, öykü ve şiirler yazıyor.
Çeviri ile ilgili olarak “Bir romanda geçen şu cümle gelir aklıma, ‘Çeviri bir kadını tülün arkasından öpmek gibidir’. Çok iyi bir çeviri, bazen vasat bir yazarı farklı bir boyutlara taşırken, kötü bir çeviri, usta bir yazarın yazdıklarına gölge düşürebilir” diyor Samancı.
1997 yılında “Reçîne Kokuyordu Hêlîn” kitabı Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Flamanca, İsveççe ve Kürtçeye çevrilen Suzan Samancı, “Anadiliyle bağ kuramayan insan yaralıdır, travmatiktir, eksiktir” değerlendirmesini yapıyor.
Kürtçe bir öykü kitabı yayınlanmayı bekleyen, Kürtçe romanını bitirmek üzere olan Samancı’nın Kürtçe bir şiir kitabı da kendi deyimiyle “mayalanmayı bekliyor. Samancı Fransızcaya çevrilen öykülerini, Kürtçe çalışmalarını ve Kürtçe edebiyat ile çeviri arasındaki ilişkiyi bianet’e anlattı.
Geçtiğimiz günlerde öyküleriniz Fransızcaya çevrilerek bir kitap olarak yayınlandı. Hangi öyküleriniz var bu kitapta? Öyküler neye göre belirlendi?
Çeviri denilince, bir romanda geçen şu cümle gelir aklıma, "Çeviri bir kadını tülün arkasından öpmek gibidir.” Çok iyi bir çeviri, bazen vasat bir yazarı farklı bir boyutlara taşırken, kötü bir çeviri, usta bir yazarın yazdıklarına gölge düşürebilir. İnsan kendi değerlerinden farklı olanı tanımadığı ve onlarla etkileşime girmediği sürece, gerçek anlamda toplumsallaşamaz; çünkü farklı olanı tanımak, bilmek, insanda eleştiri ruhunu geliştirirken, “kendine” ötekini tanıdıktan sonra başka gözle bakmayı öğrenir.
Roman ve öykülerdeki karakterler, yaşanılan çağın tanığıdırlar. İlk kez doksanlı yıllarda (1997) özellikle "Reçine Kokuyordu Hêlîn" birden bire Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Flamanca, İsveççe ve anadilim olan Kürtçeye çevrildiğinde, sanırım Türkçe edebiyatta, Avrupa dillerine çevrilen beş altı yazardan biriydim. O dönemler yazar ajansları da yoktu, Almancaya çevrildikten sonra, diğer dillere çevrildi. "Reçine Kokuyordu Hêlin, Kıraç Dağlar Kar Tuttu ve Suskunun Gölgesinde" öykü kitaplarımdan on altı öyküyü çeviri sırasında ben seçmiştim. Yazar, eleştirmenlerden de öte, toplumun yüreğini hisseder, hangi öykülerin sevildiğini bilir.
Çevirmen ve yayıncı seçimi neye göre belirlendi? Nasıl bir çalışma süreci yaşadınız?
Uzun yıllardır Cenevre'de yaşayan Mustafa Babayiğit öykülerimi çevirmişti, Lozan'da katıldığım "Göç, entegrasyon ve şiddet" konulu panelde bana kartını veren yayıncı Bernard A. Rouffaer'i tanımakla başladı. Ortadoğu'yla yakından ilgilenen Rauffaer, öykülerimi okuduktan sonra, "Güzel öyküler, basmak isterim" dedi. Tabii öyküler çevrilirken, bir Fransızın ya da İsviçrelinin anlamakta zorlandığı deyim ve sözcükler yeniden ele alındı. 16 öyküyü bir kitapta değil de sekizer öykülük iki kitap olarak yayınlamak istendi. İkinci kitap Mart 2018'de yayınlanacak. Bunun yanı sıra e- kitap olarak da yayınlandı.
Fransızca okur Kürt edebiyatını ne kadar biliyor? Neler düşünüyor Kürt edebiyatı ile ilgili? Kitabınız ile ilgili, aldıysanız, tepkiler nasıl?
Gerçekçi olmak gerekiyor, Kürt edebiyatı söyle dursun, Fransız okur Türkçe edebiyattan acaba kaç kişiyi tanıyor? Tanınan bir- iki kişidir ve elbette tanınan, bilinen isim Orhan Pamuk’tur. Avrupalılar Kürt edebiyatından çok Kürtleri çok iyi tanıyor ve sempatiyle bakıyorlar, özellikle Rojava'da savaşan Kürt kadınlarına. Entelektüel çevre ve yazarlar Kürt edebiyatını ve tarihini biliyorlar, Ehmedê Xanê'nin "Mem û Zin'i" için Kürtlerin Goethe'si ve Rebelais'si diyorlar. Kitap yenice ve yayınlanalı bir hafta oldu, "neler denmesi" için henüz erken.
Kürt/Kürtçe edebiyatın diğer dillere çevirisi ile ilgili neler söyleyebilirsiniz? Kürtçe yazan isimlerin eserleri diğer dillerde ne kadar biliniyor, tanınıyor?
Yaşanan ve gelinen bu süreçte, bunca baskı ve acı varken, Kürtçe yazmak, sağır ve dilsiz bir dünyaya seslenmek gibidir, çünkü insanı kendi dilinin turisti haline getirip, kursları dayatmak zulümdür, insanlık ayıbıdır.
Osmanlılar döneminde, kısmen Kürt dili üzerinde baskı olmadığından az da olsa eğitim ve yazım olarak kullanılıyordu; bu nedenle medreseler Kürtlerin gelişimine katkıda bulunmuştur. “Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra medreseler kapatılmak istenmiş, tek ulus, tek dil, tek bayrak sloganıyla Avrupalılaşmak istenmiş (!) o dönemlerde Arap alfabesi ile yazılan Kürt klasikleri yasaklanmış olsa da, okunması ve yazması zorlaştı. Yeni dönemde bunca baskıya karşın, Kürt edebiyatı kendini oluşturdu; şüphesiz dil konuşuldukça, yazıldıkça gelişir. Kürt öykü sanatı 1920’lerde ortaya çıkıyor. 19. yüzyılın sonlarına doğru düz yazıda hızlı bir gelişme görülüyor. Kürt dili ve edebiyatının iki büyük ana damarı besleyici olmuştur. Sovyet Kürtlerinin radyodaki çabaları ve 1932-1943 yılları arasında “Hawar ve Roja nû” 1943- 1946 dergilerinin yayınlanışıdır. Celadet ve Kamran Alî Bedir-Xan'ın direnişi ve çabaları...
Yüzyıllık devlet ve demokrasi, "Demokrasi denir mi (!)", geleneği olan Türkçe dili ve edebiyatı özgür olduğu halde, çağdaş dünya edebiyatının sınırlarını oldukça zorlamış. Türkiye'de eserlerin çevirisi ile ilgili ajansların açılış tarihi de çok yeni.
Sanırım şu gerçeği dile getirmek gerekiyor, şu an da var olan üç, dört çeviri ajanslarında bizlere yer yok, bu süreçte bunu beklemek de safderunluk olur. Özgür olamayan bir ülkenin çeviri ajansları da özgür değil! Bizlere verilen yanıt, "Çok yoğunluk!" ya da ajanslara kaydedilirseniz de sessizlik... Yıllarca söylemedim, gerek görmedim, dile de getirmedim, 1997'de Orhan Kemal Öykü Yarışmasına katılan "Kıraç Dağlar Kar Tuttu" adlı öykü kitabıma oy birliğiyle birincilik verilirken, Adana Gazeteciler Cemiyeti kurulda buna müdahale ediyor, seçici kuruldan Demirtaş Ceyhun, "Siz gerçekçi edebiyatın önünü tıkıyorsunuz" diye, jüri üyeliğinden çekiliyor. İkincilik ödülü verildi, törende çok şey duydum. Refik Durbaş henüz yaşıyorken, kulaklarını çınlatmak gerek, Diyarbakır'daki görüşmemizde, ödül ile ilgili kaygılarını dile getirmişti. Bu durumdan sonra hiç bir ödüle katılmadım, Leyla Erbil ne kadar haklıymış.
Kürtçe ile aranız nasıl? Kürtçe yazını ile ilişkinizi nasıl ifade ediyorsunuz?
Ana diliyle bağ kuramayan insan yaralıdır, travmatiktir, eksiktir, insana varoluşunu sunan anadilidir. Eğitim ve edebi beslenme dilimiz Türkçe olduğu halde, dil bilinci ve estetiğini oluşturmak kolay değilken, günlük dil ile edebiyat yapmaya kalkışmak, çalakalem yazmak, sadece Kürtçe kitap yayınlamaktan öteye gitmezdi. Zaman gerekiyordu, çalışmak gerekiyordu. Lengüistik dramı yaşamayan mı var! Türkçe yazarken, Kürtçe sözcükler ve deyimler bilincimden fırlıyordu, kültürler birbirlerini öylesine etkilerler ki, bir kültürün nerede başladığı ve ötekinin nerede bittiğini söylemenin anlamlı bir yolu yoktur; aralarında muazzam bir iç akışkanlık vardır; böylesi bir akışkanlık kuşkusuz kültürler arası çeşitlilik, kültür içi çeşitlilik kadar, insan hayatının zenginliğine katkı yapar. Bilinçaltı ve anadil, birbirini çok iyi tanır... İlk kez 2014 "Ew jin û mêrê bi maske" "O kadın ve maskeli erkek" adlı öykü kitabımı yazarken, kalemimin Türkçe kadar rahat olmasının hazzını yaşadım.
Şu anda üzerinde çalıştığınız bir kitap var mı?
İlk öykü kitabımdan sonra, "Çirokên jinên dil şikesti" (Kırık kalpli kadınların öyküleri) "Avesta Yayınları"nda yayınlanmayı bekliyor. Kürtçe romanım da bitti sayılır. Bir de "Darniqrokên Evinê" (Sevginin Ağaçkakanı) adlı şiir dosyam hep mayalanıyor. (FD/ÇT)