Ölmeyi öğrenmenin, varlığın bir sonu olduğunu bilmenin insanı her zaman sakinleştiren bir tarafı var. Her şey bir düzene bağlı bir şekilde olageldi, kusursuz bir denge var dünyada. Ya öyle olmasaydı diyebileceğimiz tek şey bizim varlığımız.
Mesela “Arılar yok olsa, insanlığın sonu dört yılda gelir” demiş Einstein. İnsanlık yok olursa, dünya şıp diye kendine gelecek halbuki. Biz habis canlılarız. Öleceğini bilen tek canlılarız. Ve belki de yıkıcılığımız bundan. Dünya bize kalmayacak madem, dünya da yerinde kalmasın…
Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. İnsan unutur. Ama insanı diğer canlılardan ayıran şey, insanın hatırlayabilmesidir. İnsanın belki de en iyi başardığı şeylerden biri, unutmak. Öleceğini bilen tek canlıyız, buna rağmen üzerine düşünmedikçe pek bunu hatırladığımız söylenemez.
Roy Scranton, Türkiye’de Deniz Tortum çevirisiyle Edebi Şeyler tarafından basılan, iyi ki de basılan “Ölmeyi Öğrenmek” kitabıyla sizi sallaya sallaya darmaduman ediyor, lakin en sonunda insanlığın yaptığı tüm hataları kabullenmiş, faniliğini kucaklamış bir halde bırakıyor sizi.
Scranton bu kitabı yazdığında Donald Trump henüz ABD Başkanı değildi. 2015’te yayımlandığında, Trump henüz “Ben iklim değişikliğine inanmıyorum, bence yalan haber” dememişti… Nereden, nereye. 2015’ten bu yana küresel ısınma 1,5 derece daha arttı. Dünya daha sıcak, iklim daha gelgitli. Evet, elektrikli otomobiller var, küresel ısınma daha çok radarımızda ama henüz bir şeyin düzeldiğini söyleyemeyiz. Ki zaten belli ki buradan dönüş yok.
Dünyanın ekonomisini dünyayı harcamaya dayadık. Biz, tüm insanlık. Telefonumuzu her şarja taktığımızda, ben tek başıma bu yazıyı yazarken, muhtemelen siz okurken, gezegenimizi biraz daha ısıtıyor olacağız. Et yiyenler et yiyerek yapacak bunu. Tweet atanlar tweet atarak, taksiye binenler takside giderken biraz daha ısıtacak Dünya’yı. Örnekleri çoğaltabilirim ama lüzumu yok. Scranton’dan alıntı yaparsam; “Karbon sayesinde kurulmuş ve sürdürülegelmiş bilgi, enerji ve nakliye altyapıları olmasa, kurtarmak için uğraştığımız küresel bir uygarlık da olmayacaktı. Sıkıntı, sıkıntının kendisi olmamızda.” (s.61)
Scranton, her şeyin nasıl olduğunu, insan denen şey olarak, bu koca dünyayı nasıl yaşanmaz bir hale getirdiğimizi dev bir ayna gibi yüzümüze tutuyor. Karbona bağlı kapitalizm, insanın içindeki engel olmasının mümkün olmadığı şiddet, içimizdeki geçicilik hissi ve elbette hırslarımız dünyayı üzerinde rahatça oturacak bir şey olmaktan çıkardı.
Kitaptan birkaç can sıkıcı detay…
Dünya önümüzdeki birkaç nesil boyunca 3 ila 5 derece ısınacak. 3 ila 5 derece daha sıcak bir gelecek demek. Olumsuz hava koşullarının tarım sistemlerini, bitkileri, hayvanların doğal yaşam alanlarını ve insan yapımı altyapı tesislerini altüst etmesi demek. Bu 3-5 derecelik ısınma, mercanların ve hızla değişen ekosistemlere ayak uyduramayan pek çok canlı türünün de nesli tükenmesi demek.
Peki, ne yapacağız? Yapılabilecek şey aslında belli: Toplam CO2 seviyesini sınırlandırarak ve salınımları sıfıra yakın bir yere düşürerek iklim değişikliğini azaltabilir ve küresel sıcaklıkları sabitleyebiliriz. Fakat ne yazık ki bu imkânsız. Yani dünyadaki enerjinin yüzde 80’ini kesilmedikçe imkânsız. Kısacası, imkânsız. Alternatif enerji kaynakları karbona göre güçlü değiller ve nükleer santraller yüzünden bugüne dek neler olduğunu büyüğümüz küçüğümüz biliyor.
Soruyu yineleyelim. Peki, ne yapacağız? Özet geçeyim: İyi yaşayacağız. Hafızamızı canlı tutacağız. Bu bilgi birikimini işleyecek, daha çok düşünecek, bilgi mirasımızı çoğaltacağız. Öldüğümüze değecek yani…
Roy Scranton aslında, yaşamın bir ışık gibi olduğunu hatırlatıyor. Hafızamız sayesinde varız, hafızamız sayesinde biliyoruz. Ölenler, kalanlar hepimiz biriz. Hele bir faniliğimizle barışalım. Küresel ısınma meselesini halledemeyeceğiz. Ama belki de sağ kalırız. Ne malum, belki de kalmayız. Bir alıntı daha yaparak, bitireyim; “Küresel ısınmayı engelleyemedik ve küresel kapitalizm uygarlığı çöküyor. Fakat insanlık olarak bu çöküşten sağ kurtulabilir ve Antroposen’in yeni dünyasına uyum sağlayabiliriz. Bunun için zayıflık ve faniliğimizle barışmalı, ortak kültür mirasımızın çeşitliliğini ve zenginliğini arttırmak için çalışmalıyız.” (Bkz. s 98)
Dayak yemiş gibi bir sükunetle baş başa bırakıyor sizi “Ölmeyi Öğrenmek”. Bu yazıyı yazmadan önce, bir kez daha okumak istedim, okudum da. Uzun zamandır okuduğum en etkileyici metinlerden biriydi. Gönülden tavsiye ederim. (SD/EKN)
* “Ölmeyi Öğrenmek”, Roy Scranton, Çev. Deniz Tortum, Edebi Şeyler, Şubat 2019