Geçtiğimiz aylarda Notabene Yayınevi tarafından basılan Önsevişmesiz Çocuklar romanının yazarı Ertan Meyan ile kitaba, edebiyata, yazarlığına ve tabii memlekete dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
Önsevişmesiz Çocuklar, bir solukta okunan bir roman. Elden bırakılamadan okunmasına rağmen, gerek kahramanları gerekse de konusu itibariyle tıpkı bir sinema filmi gibi akılda kalıyor. Alışık olduğumuz merkezler dışında roman Erzurum'da geçiyor!
"Kahramanlar, Erzurum'da üniversite okumak zorunda (!) kalan öğrenciler!" denmiş arka kapak yazısında. Neden bu konuyu ele aldınız, bu konu hangi yönleriyle kendini yazdırttı?
Neden böyleyiz, çıkış noktam bu soruydu aslında. Edebiyatımızda bu sorunun peşine düşen baş tacı ettiğim yazarlarımız var. Ben de farklı bir yerden, deniz seviyesinin çok üstünde bir yükseltiden cevap vermeye çalıştım bu soruya.
Erzurum'da okudum, şehri tanıyorum. Bunun yanında Erzurum'un sosyal, kültürel, ideolojik kodlarıyla Türkiye ortalamasına denk düştüğünü düşünüyorum. Biz'i anlatmak için daha iyisini bulamazdım.
Hemen ilk soruyla bağlantılı olarak şunu da sormak isterim; edebiyatımızda genellikle, büyük metropollerdeki kent hayatı içinde sıkışmış birey gerçekliği ele alınıyor. Pek çok kitapta tek bir kitabı okur gibi, konu olarak aynı'lık göze çarpıyor.
"İleride kentli bunalımına düşersem, yazarım"
Bunu, kent insanının bunalımları olarak özetlemek mümkün. Herkesin baktığı yere bakmayıp, merkezi dışarda bırakmışsınız gibi görünüyor. Bu konu hakkında neler söylersiniz?
Dünya geçirdiği felaketler çağından sonra roman sanatı, toplumsal gerçekçilikten, o büyük büyük idealardan vazgeçip bireye yöneldi; hiçlik, anlamsızlık, sıkıntı gibi temalar romanın merkezine oturdu. "Kent insanının bunalımı" bu bağlamda anlamlı elbette.
Rahatsız edici kısmı bu temanın bir moda akımı olarak işlenmesi ve çoğunlukla sahici olmaması. Son dönem üretilen birçok öykü ve romanda puslu, karanlık, muğlak noktalara rastlamak mümkün.
İyi edebiyat metinlerinde yazarın yarattığı bu boşluklara okuyucu olarak siz de düşersiniz ancak boşluklar suniyse metnin kendi boşluğunda kaybolması kaçınılmaz bir hal alıyor. Kendi yazım deneyimimden söz edecek olursam bana dokunan, dert edindiğim meseleleri konu ediyorum.
Özsel sorunlarımızı dert edinmediğim düşünülmesin ancak bu coğrafyada hala canlılığını koruyan varlık sorunumuzu görmezden gelemeyiz. Size dayatılan kimliklere bürünme kabiliyetiniz oranında kabul görüyorsunuz.
Buradan bakıyorum henüz. İleride kentli bunalımına düşersem onu da yazarım, kuşkunuz olmasın.
"Gülünecek kadar ciddiler"
Önsevişmesiz Çocuklar, mizahi dille yazılmış bir roman. Aslında önemli ve son derece 'ciddi' sorunları çevreleyen bir metin olmasına rağmen, neden bu dili tercih ettiniz?
Gülünecek kadar ciddi oldukları için sanırım. Dil ortak kullanıma açık bir alan. Herkes ihtiyaçları doğrultusunda eğip bükebiliyor bu anlamda. Ben gülmesem, sen gülmesen kim gülecek?
Gülmece yazın ya da mizaha en çok ihtiyaç duyulan coğrafyalardan birinde yaşıyoruz. Travmatik, trajik olaylar insan olarak hayatlarımızı kuşatıyor ve nefessiz kalıyoruz bir bakıma. Sizce edebiyatımızda gülmece ve mizahın halen küçümsenebiliyor ya da 'yüksek edebiyat' katında görülmüyor olmasının hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Gülmek insani bir durumdur ve zeka üzerinden yürür. Kas gücünü, kaba kuvveti ellerinde bulunduran, bizi her daim er meydanına, erkekçe kavgaya davet edenlere karşı tek silahımız mizah.
Dolayısıyla bu alanı terk etmeye niyetim yok. Derdim mizahın hakkını verebilmek. Kimin beni hangi kata koyacağını umursamıyorum.
"Anti-kahraman romanı"
Önsevişmesiz Çocuklar'ın bir anti-kahraman romanı olduğunu belirtebilir miyiz? Bu anlamıyla kitabı post-modern yazının neresinde görüyorsunuz? Bağlantılı olarak kahramanlar çağının kapandığını da belirtebilir miyiz?
Kahramanlık romanı olmadığı kesin. Büyük idealler peşinde koşan, iş bitiren kahramanlar yok bu romanda. Dolayısıyla anti-kahraman romanı olduğu söylenebilir. Post-modern yazının sınırlarını bilsem bu konuda bir sınıflandırma yapabilirdim.
Ancak romanın kendi yaratım sürecinden bahsetmesi, farklı metinlere göndermeler yapması ya da yerelden seslenmesi gibi teknikler post-modern edebiyattan alıştığımız yöntemler. Buradan hareketle post-modern yazınının neresine yerleşir roman, onu ben bilemem.
Kahramanlar çağı edebiyat için kapanmış olabilir ancak yaşadığımız coğrafya kahraman üretme konusunda oldukça mahir. Gözüken o ki, kahramanların gölgesi bir süre daha örtecek sorunlarımızın üstünü.
Önsevişmesiz Çocuklar'ın, milli olmayan yerli bir roman olduğu ifadesi dikkatimizi çekti. Günceli çağrıştıran, politik bir tanımlama olmuş, ancak burada da bir ironi var. Yine romanda, açık açık olmasa da gömülü birtakım politik sorunların ele alınış biçimi de dikkat çekiyor. Örneğin Kürt sorunu, ezberci eğitim, özgünlük, hatta edebiyattaki iktidar sorunu gibi.
Millilik egemenlerin bize biçtiği dar bir elbise. Hainlerin, kahramanların, dost ve düşmanların Orwell'ın 1984 romanını aratmayacak bir hızda değiştiği, dolayısıyla millilik tezgâhının farklı tonlara boyanıp önümüze konulduğu bir coğrafyada bu kavram karşıtlıklar üretmekten öte bir işlev görmemektedir. Yerli bir roman, çünkü bu toprakların çocuklarının romanı.
Bu toprakların romanı diyorsak, kimlik, eğitim, kadın, iktidar sorunlarına değmemek olmazdı sanırım. Romanın sınırları elverdiği ölçüde tabii.
"Sallinger'ın önünde saygıyla eğilerek..."
Romanın dikkat çeken taraflarından biri de popüler kültür öğeleri ile yerel unsurların birlikte kullanılarak dilde bir tür melezleşmeyi meydana getirmesi. Bu, oldukça önemli bir biçimsel deneme ya da tercih. Ben anlatıcı kahraman, farklı şair ve yazarlardan alıntıladığı mısraları zaman zaman bozma/değiştirme yoluna giderek kendi dilini bulma çabasına girişiyor sanki. Burada metinler arası göndermelerle neyi amaçladınız?
Kahramanımız bir yazar adayı. Anadili Kürtçe, okuduğu, yazdığı, yaşadığı dil Türkçe. Bunun yanında beslendiği dünya edebiyatı, sineması vs. var. Kahramanımız tüm bunların toplamı. Dolayısıyla bu diline de yansıyor.
Metinler arası göndermeler romanın ana izleklerinden biri olan özgünlük sorunuyla ilintili. Yazdıklarımızın ne kadarı bize ait? Bunun cevabını biz bile bilmiyoruz.
Bu soruyla bağlantılı olarak, Önsevişmesiz Çocuklar'da gerek kullanılan dil, gerekse alıntılardan kitabın, Çavdar Tarlasında Çocuklar'a göndermeler olduğunu seziyoruz. Batının Çavdar Tarlasında Çocuklar'ına karşı, doğunun Önsevişmesiz Çocuklar'ını mı koyuyorsunuz?
Karşısına koymaktan ziyade Salinger'ın önünde saygıyla eğilerek, işte bizde de durum bu, diyorum. Büyümeyen/büyüyemeyen çocukların dünyasına farklı bir coğrafyadan bakmak istedim. Ne kadar becerebildim, bilmiyorum. (FA/PT)