Hiç şüphe yoktur ki dünya edebiyatının devlerinden biridir Marcel Proust (1877-1922) ve dünyanın en iyi romanlarından biridir, onun yedi ciltten oluşan en büyük yapıtı Kayıp Zamanın İzinde.
Bu romanı edebiyatın en iyilerinden biri, Proust’u da bir edebiyat dahisi yapan, anlattığı karakterlerin ruhsal değişimlerini ve bunalımlarını oldukça başarılı bir şekilde yansıtması kadar, olayların kronolojik sırayla meydana geldiği klasik anlatım tekniği kullanmak yerine, olayları kendi istediği sırada anlatması, yazarlığını bir öykü anlatıcılığı şeklinde değil de farklı kumaşları birleştirerek elbise diken bir tezi maharetiyle eda etmesidir.
Proust, Kayıp Zamanın İzinde’de bir terzi gibi olayları ve ayrıntıları anlatısına ekleyip onu biçimlendirirken, sanata dair görüşlerine, çeşitli sanat eserlerinin iç dünyasında yarattığı etkilere de yer vererek anlatısını zenginleştirir.
Okuyanlar bilir, Kayıp Zamanın İzinde otobiyografik öğeler barındırır, dolayısıyla Proust’un edebi kişiliğinin, gerçek kişiliği değerlendirilmeden anlaşılması olanaksızdır. Keza eserleri üzerinde çalışan araştırmacılar da metinlerinin işaret ettiği anlamları kavramak için hayatını, kişiliğini, zevklerini, bulunduğu muhitleri, iletişimde olduğu insanları mercek altına almak durumundadırlar. Proust’un hayatına bakıldığında ise ilk göze çarpan, onun için sanatın büyük bir önem taşıdığı, adeta hayatının merkezinde olduğudur.
Proust, her büyük edebiyatçı gibi sanatın çeşitli dallarıyla iç içe yaşar. Onun bu tutkusu, yazdığı metinlerde de kendini gösterir. Kayıp Zamanın İzinde’yi kendi sanat felsefesi doğrultusunda biçimlendirdiği gibi çeşitli sanat eserleri hakkındaki düşünceleri de romanın satırlarında sıkça yer alır. Öyle ki okur kimi zaman anlatının roman ve deneme arası bir tür olduğu hissine kapılır. Romandaki anlatıcıların ağzından çeşitli sanatçılara ve eserlerine eleştiride bulunduğu gibi kimi zaman da sanat eserlerini karşılaştırır, bu eserlerin estetik düzeyinden ve uyandırdığı duygulardan bahseder.
Proust, eserlerinde çoğunlukla resim, müzik ve edebiyat alanındaki sanatçıları ele alır. Nitekim Kayıp Zamanın İzinde’de yarattığı üç karakteri -biri ressam Elstir, biri müzisyen Vinteuil, diğeri de yazar Bergotte- bu sanat dallarından seçer. Bilhassa müzik Proust’un metinlerinde resim sanatına göre kendine daha geniş yer bulur, tıpkı gerçek hayatında olduğu gibi. Evet, Proust resim sanatının inceliklerine vakıftır, ressam dostları vardır, çeşitli müze ve sergilere gitmek gibi alışkanlıklara sahiptir lakin müziğin yeri çok daha başkadır. Bunda Proust’un müziğe son derece önem veren bir aileden gelmesinin payı vardır. Nitekim ailesinin resim sanatına dair ilgisinin herhangi somut bir kanıtı bugüne ulaşmamış olmasına karşın annesi ve anneannesinin de tıpkı Proust gibi piyano çaldığı, hatta büyük teyzesinin Chopin’in öğrencilerinden biri olduğu bilinmektedir.
Proust sık sık opera, konser ve balelere gider, çeşitli salonlardaki müzik dinletilerinde bulunur, romanlarında hicvettiği monden hayat içinde türlü besteciler tanır, Reynaldo Hahn, Jean Cocteau, Jacques Rivieree gibi döneminin müzik eleştirmenleriyle yakın dostluk kurar. Erken yaşlarından beri sıkıntısını çektiği astım hastalığı yüzünden bu gibi dinleti ve gösterilere gidemediğinde ise sahnenin yanına yerleştirilmiş bir mikrofon aracılığıyla sahnedeki sesleri odasından dinler. Edindiği müzik zevkini çeşitli mecralarda yazdığı eleştirilerde de gösterir. Nitekim denemelerinin ve makalelerinin yer aldığı Edebiyat ve Sanat Yazıları isimli çalışması Proust’un müzik konusundaki engin bilgisinin en somut kanıtıdır.
Proust müzik tutkusunu, Kayıp Zamanın İzinde’de anlatının başından sonuna dek sık sık hissettirir. Nitekim gerçek hayatta beğendiği bestecilerden ilham alarak Kayıp Zamanın İzinde’de yarattığı besteci Vinteuil’in iki önemli yapıtı –Sonat ve Septuor- ekseninden müzik zevkini, yaşadığı çağdaki adı işitilmiş ya da işitilmemiş bestekarlara karşı düşüncelerini yansıtır.
Aşk, sıkıntı, eşcinsellik, uyku, ölüm gibi kavramları ele alan Arthur Schopenhauer’ın sanat felsefesinden oldukça etkilenen Proust tıpkı Schopenhauer gibi müziğin mimesis (duyguları taklit edebilme) gücüne, insanı zamandan yalıtma, duyduğu acılardan kurtarma ve kendine ayna tutma etkisine inanır. Ne var ki denemelerinde veromanındaışık tuttuğu bestelere dair tavrı zaman zaman Schopenhauer’ınkinden farklı bir seyir izler. Proust sanat eserlerinin, bilhassa bestelerin sanatsal kıstaslar açısında “güzel” olup olmadığı kadar uyandırdığı duygularla ilgilidir. Zira müzikologların “kötü” diye yaftaladıkları bir bestenin insanları coşturabileceğini, onları duygulandırabileceğini, bu yüzden yabana atılmaması gerektiğini düşünür. Nitekim Kayıp Zamanın İzinde’de Vinteuil’in eserlerinin estetik ölçülere göre seçkin olup olmadığının yanı sıra roman kahramanları üzerlerinde yarattığı duyguları da anlatır. Hazlar ve Günler isimli çalışmasında ise kötü müzik hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle belirtir:
“Kötü müzikten nefret edin ama onu küçümsemeyin. Kötü müzik iyi müzikten çok daha fazla ve çok daha tutkulu biçimde çalınıp söylendikçe, gitgide iyi müzikten çok daha fazla düş ve gözyaşıyla dolmuştur. Ona bu yüzden saygı duyun. Sanat tarihinde yeri olmadığı halde toplumların duygusal tarihinde muazzam bir yer kaplar…”
Proust üzerine derinlikli çalışmaları sebebiyle edebiyatımızda adeta bir Proust uzmanı kabul edilen Mehmet Rifat’ın Ruhların İletişimi Proust ve Müzik isimli çalışması geçtiğimiz günlerde Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.
Çalışmasını iki ana başlık altında toplayan Rifat, ilk bölüme Proust’un sanat zevkini, resim ve edebiyat alanında yarattığı Bergotte ve Elstir karakterlerin üzerinden nasıl yansıttığını anlatarak başlıyorsa da, çalışma isminden de anlaşılacağı gibi Proust’un müzikle serüveni üzerine. Nitekim Rifat, çalışmanın seyrini, Bergotte ve Elstir’den kısaca bahsettikten hemen sonra diğer kurmaca karakter Vinteuil’e doğru çeviriyor ve Vinteuil ekseninde yazarın müzik zevkini meydana getiren sanatsal alışkanlıklarını, müzik zevkinin üzerinde etkili olan kişileri, iyi müzik ve kötü müzik üzerine düşüncelerini de anlatarak Proust’un yazarlığının yanı sıra eleştirmen tarafına da ışık tutuyor.
İkinci bölümde ise, romanlarında ismi geçen bestecileri, eserleri tek tek sıralıyor. İsmi geçen bestecilerin ve eserlerin Proust’un edebiyatını nasıl etkilediğini, romanda yer verdiği iki bestenin -Sonat ve Septuor- hangi bestelerden, onların bestecisi Vinteuil’in ise hangi bestecilerden ilham alınarak yaratıldığını çeşitli Proust araştırmacıların görüşleri ışığında ayrıntısıyla anlatıyor.
“Otantik Snoplar”, “Barthes, Proust, Baudelaire ve Ötekiler”, “Marcel Proust ya da Bir Roman Yaratmak” isimli çalışmalarında olduğu gibi Mehmet Rifat Ruhların İletişimi Proust ve Müzik’te bir kez daha Proust’un anlaşılması güç dünyasına bir kapı aralıyor ve Proust okurlarının Kayıp Zamanın İzinde’nin satır aralarında dolaşmaları için bir yol haritası sunuyor. (MK/BK)
* Ruhların İletişimi Proust ve Müzik, Mehmet Rifat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018.