Fotoğraf: Nazeela Elmi
Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Barış sessizlik değildir. Savaş da sessizliğin bitmesi değil. Biz, Afganistan’ın 11 Eylül sonrası nesli, ülkemiz Taliban’ın eline ikinci kez düştüğünde, bunu her zamankinden iyi anladık.
Barışın sessizlik olmadığını söylediğimde, aslında ülkem düştüğünde Kabil’in üstüne çöken ve tüm sokaklarını baştan sona süpüren ürkütücü sessizlikten bahsediyorum. Huzurlu bir sessizliğin ucundan bile geçemeyecek bir sessizlik.
Daha çok korkunun sessizliğinin hakim olduğu sessizlik, lime lime edilmiş genç erkek cesetlerinin sessizliği, hem polis ve hem de kadın olmak “suç”undan ötürü Negar’ın, çocuğunun gözleri önünde oyulmuş beyninin sessizliği kastettiğim.
Savaş, sessizliğin yokluğu olarak tanımlanmamalı. Çünkü herkesin bittiğine inandığı o hiç-bitmeyen savaş hala sessizce devam ediyor.
Afganistan’daki savaş, yalnızca şeklini değiştirdi ama bitmedi. Orada sessiz bir savaş sürüyor. Bu sessizlik, incelikli suskunluklarıyla, çok gaddar ve acımasız olabilir – direnen insanların vadilerde sessizce katledilmelerinin yayın yasaklı olmasında gördüğümüz gibi. Geceleyin sessizce evlere yapılan baskınlar, sessizce tutuklanan insanlar ve suçsuzların yargılanmadan, sessizce infaz edilmesi gibi. Orwell’in tanımladığı bir sessizlik anlayacağınız, ama hayali olmayanından. Distopya artık bir gerçeklik.
Savaş aslında bitmedi. Başladı. Ülkem ve kadınlarının gelişimiyle ilgili tüm araştırma makalelerimin işe yaramaz hale gelmesiyle başladı.
Savaş Kabil'in kalbinin koparılmasıydı
Tıpkı sevdiğiniz biri için yazdığınız tüm şiirlerin, o gittiğinde artık bir amaca hizmet etmemesi gibi. Kadınlara karşı bir savaş başladı; resimlerimiz sokaklardaki posterlerden, mağazaların pencerelerinden, ilan tabelalarındaki reklamlardan kaldırılınca.
ArtLords ve Shamsia Hassani'nin grafitileri beyaza boyandığında. Kız kardeşlerimiz, annelerimiz ve teyzelerimiz, pek güvenli olmayan bir evden başka bir diğerine sessizce saklanmaya başladıklarında başladı.
Savaş, Kabil'in kalbinin, tıpkı bizim kalplerimiz gibi, yerinden koparılmasıyla başladı. “Büyük Birader” özel hayatımıza girip erkeklerin sakallarını ve kadın kıyafetlerini, erkeklerin görünüşü ve kadınların gözden kayboluşu ile ilgili kurallar düzenlemeye başladığında başladı. Bir erkek ve kız kardeş, sevgili oldukları düşünüldüğü için katledildiğinde.
Dünyanın sessizliği
Aryana Saeed'in sesini radyolarda ve televizyonlarda duyamamaya başladığımızda. Taliban, Badahşan'da protesto eden kadınları öldürdüğünde ve onlara karşı yapılan yürüyüşler sessizce durduğunda. Sessiz savaş başladı.
Fakat başka bir sessizlik de vardı, sağır edici bir sessizlik. Arkadaşlarımızdan gelmişti. Tüm dünyadan yüksek sesle ve net olarak duyduğumuz bir sessizlik, ve suskunluk.
Tüm bunlar ülkede olurken boş boş dönüp duran bir dünya; biz, bir yıldan fazla bir süredir Afganistan'da kadınlara, etnik azınlıklara, çocuklara ve tüm insanlara karşı açılacağını ön gördüğümüz bir savaş için yardım çığlıkları basarken sessiz kalmayı tercih eden bir dünya.
Bizim bir uçaktan düştüğümüzü veya Kabil havalimanı çevresindeki kanalizasyon kanallarını kanla dolduran yüzlerce cesedi görmemek için yerinden kıpırdamayacak kadar kayıtsız bir dünya sessizliği. Ve sessiz savaş tüm bunların arasında birikmeye devam ediyor, bu yüzden de gerçekleşmesine sebep olduğu her şey birkaç gün içinde rafa kaldırılmaya yüz tutuyor.
Bazı sessizlikler çok gürültülü olabilir. Hele zor zamanlarımızda arkadaşlarımızdan gelen tüm o suskunluklar huzurlu olmanın aksine yalnızca haşindir.
Ben Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldum. 2017’de, ilk Uluslararası İlişkiler dersime katıldığımda hoca bize Goethe’nin “Faust” oyunundan bir dize okuttu:
Diğer kentli: Pazar ve bayram günlerinde en güzel
konu,
Savaşlar ve savaş çığlıklarıdır;
Bir yandan, ta Türkiye denen yerde,
Halklar birbirine girmişken,
Sen cam kenarında durur bir kadeh içersin,
Öte yandan nehirden renkli gemiler geçer;
Sonra da akşam hoşnut olarak eve döner,
Barış ve barış zamanları için şükredersin.
Üçüncü kentli: Evet, sayın komşu!
Ben de sizinle aynı fikirdeyim:
Yaradursun onlar kafalarını,
Birbirine girsin elalem;
Yeter ki evimizde herşey eskisi gibi kalsın.
Sonra hoca bize, işte bu yüzden uluslararası ilişkiler ve barış teorilerinin varlığının önemli olduğunu belirtti, çünkü dünya artık Goethe'nin dizelerinde tanımladığı dünya değildi.
Oldukça çelişkili bir şekilde, bu birkaç satırdan ilham almıştım. Uluslararası İlişkiler okumamdaki gerçek amacımı, tüm dünyanın birbirine bağlı olmasında bulmuştum. Bir bölgedeki savaşın başka bir bölgedeki sükûnet ve barışı etkileyecekti. Aynı ilkokulda öğrendiğim Sa’adi şiirinde söylendiği gibiydi:
Tüm insanlar tek bir çerçevenin üyeleridir,
çünkü hepsi başlangıçta aynı özden geldi.
Zaman bir uzvunu ağrıyla
kapladığında, diğer uzuvlar dinlenme halinde kalamaz.
Şimdi, Faust'taki aynı ruh kırıcı kayıtsızlık gibi, bunların hepsi anlamsız hale geldi. Ülkemdeki savaş ve kargaşa, günün sonunda hoşnut olarak ev ve yatağının konforuna dönen dünya için sadece boş bir gösteri ve üstünkörü yapılan tartışmalara konu oluyor. Dünya, ahlak, savaş ve barış anlayışında geriye doğru bir paradigma kaymasından geçmiş görünüyor.
Gelecek belirsiz
Bunu, anavatanım Afganistan'ın çöküşünden sonra günlerce sesimi ve her türlü amaç duygusunu yitirdikten sonra ve kaybettiğimiz her şey karşısında çaresiz hissederken yazıyorum.
Aynı zamanda, bunu yazarken gerçekten yanımızda duranlara haksızlık etmediğimi umuyorum. Peşimi bırakmayan pek çok ruh karartıcı sessizlikten muzdaripim.
Sosyal medyada hesaplarını kapatıp sessizleşen bir çok aktivist, seslerini kaybeden birçok arkadaşımın suskunluğu gibi, Taliban tarafından kaçırılan ve günlerdir haber alınamayan gazeteciler gibi.
Bununlar beraber, başka bir tarihi yapıt yıkılırken çığlıklarımızı bastırdığımız gibi kadınlar sokaklarda kırbaçlanıp, evlerine kapatılıp tüm hakları ellerinden alınırken, insanlar evlerinden sürülürken bir diğer yandan hala kurtarılmayı bekleyen yüzlerce kişi orada sessizce tıkılıyken, bir kuzenim Türkiye’deki bursunun iptal edildiğini belirten bir cevap aldığında, ve ben ve benimle birlikte birçok Fulbright yarı-finalistleri bir e-posta ile birlikte geleceğimizin belirsizliğinin çözülmesini, tüm bu sessizliklerden en az birinin bitmesini beklediğimiz gibi…(NE/EMK)