Hiç unutmuyorum, 18 Aralık 2000'de cezaevleri ve ölüm orucuyla ilgili haberi yazmış, geç vakitte gazeteden çıkmıştım. Yolda Alemdağ, Buca, Ümraniye, Diyarbakır ve Ulucanlar cezaevlerine yönelik baskınlarını düşünüyordum, kaygılıydım, görüşmeler tıkanmıştı, devlet kararlıydı, operasyon bekleniyordu artık. Yine de 12 yaşamın solduğu 1996 ölüm orucu ve açlık grevi eyleminde olduğu gibi bir son dakika anlaşması da bekliyordum. İşte bir umut...
Sabaha karşıydı, acı acı çaldı telefon, arayan kimdi hatırlamıyorum, önemi de yoktu, 20 cezaevine yönelik eş zamanlı kanlı operasyon başlamıştı. Apar topar gazeteye giderken, bana ilk ulaşan, tutuklu ve hükümlü yakınlarıydı. Evlatlarını soruyorlardı, telaşlı ve ağlamaklıydılar.
Sağlıklı bir haber almak mümkün değildi, gelen bilgilerin kaynağı ise malumdu. Toplumsal muhalefet susmuş, hükümet ve medya tek ses olmuştu. İçeride akıl almaz bir yıkım vardı, dışarıda ise koyu bir sessizlik.
İlk durağım Bayrampaşa Cezaevi idi, çünkü 83 saatlik Hayata Dönüş adlı kanlı baskının, ana hedefi, nam-ı diğer Sağmalcılar'dı. Sonra Ümraniye Cezaevi, Adli Tıp, hastaneler, gösteriler, cenazeler... Gazetecinin mesaisi başlamıştı, günlerce sürecek, gördüklerim, tanık olduklarım ve yaşadıklarım asla aklımdan çıkmayacaktı.
Tam 32 can almıştı Hayata Dönüş... Yüzlerce de yaralı. Ölüm orucu sona ermediği gibi katılım artmıştı. F tipi cezaevlerine yaşanan sevklerin ardından Hayata Dönüş'ün "baskın" bölümü bitmiş, bu kez daha da çok can alacak "tecrit" bölümü başlamıştı.
Evet, Hayata Dönüş'ün ardından 90 can daha gitti, ölüm orucunda ve diğer eylemlerde.
Kanımca, Hayata Dönüş, ölüm orucunun sonlandığı 2007'de sona erdi ve gerçek bilânço: 122 ölüm, yüzlerce yaralıydı. Ayrıca beş yüzden fazla insan da Wernicke-Korsakoff'a yakalandı, hafızalarını yitirdi.
Söz operasyonu yaşayan tutuklu ve hükümlülerde
Burada sözü, operasyonu yaşayan tutuklu ve hükümlülere bırakalım. Eski ölüm orucu eylemcisi Gamze Turan, Ümraniye'deki Hayata Dönüş'ün tanığıydı:
"Operasyon sırasında henüz 1,5 aylık tutukluydum. Üzerimize incecik bir sıvı sıktılar. Bir süre sonra sıvının değdiği yerler yanmaya başladı. Sonra tazyikli su, sonra yine aynı sıvı... Bu bir süre böyle devam etti. Ardından ateş etmeye ve gaz bombaları yağdırmaya başladılar. Çok yakıcı, kas gerilmesi yaratan bir duman arasında kaldık. Ölüm orucundakileri ve yaralılarımızı ayırdık. Asker kurşunuyla ölenler oldu. Ercan'ı o cehennemden çıkarıp aldığımızda ölmüştü. Rıza için ise çok uğraştık."
C-1 koğuşunda nasıl yandığını anlatıyor Birsen Kars:
"Bomba atmak için deldikleri koğuş tavanından demir kafes içerisinde bir cisim indirdiler. Kara bir duman çıkaran bu farklı nesne nedeniyle plastik gibi eridiğimi hissediyordum. Kimyasal gazla yakılıyorduk. Üstüm başım sapasağlamdı ancak derim adeta sıvılaşmıştı. Çevremden saç ve deri yanığı kokusu geliyordu. Sonra önümde saçlar uçuşmaya başladı. Uzandım, benim saçlarımdı. Önce gaz odalarından geçirildik, sonra fırınlarda yakıldık."
Ebru Dinçer de baskın sırasında C-1 koğuşundaydı. Genç kadının yüzünde, kafa derisinde, sırtında ve kolunda yanıklar oluştu:
"Yarı baygın durumdaydık. Kendimizi gazdan savunacak ıslak havlu dışında bir şey yoktu elimizde. Deliklerden sinir gazı ve biber gazı püskürtmeye başladılar. Sinir gazı boğulma etkisi yaratıyor. Öleceğinizi sanıyorsunuz, çıldıracak gibi oluyorsunuz. Artık nefes alamaz hale gelmiştik. Koğuştan kurtulmalıydık. Sürüne sürene kapıya yaklaştık. İşte o anda kapı girişini yaktılar. Tavandan yayılan bir yangındı bu. Çığlıklar yükseldi. Vücudum alev almadı ama ani bir sıcaklık hissettim. Bazı arkadaşlar alev makinesi tutulduğunu görmüş. Yananların çoğunun elbiselerinde yanık izi yoktu. Ancak bedenlerimiz kavrulmuştu. Yandığımı hissetmedim. Elimi başıma götürdüğümde derimin sıvı gibi eridiğini gördüm. Alev yok. Sıvı ya da gaz, yakıcı bir kimyasal madde olabilir. Tavandan üzerimize döküldü ve yüksek ısıyla birleştiğinde kafa derimi, yüzümü, kollarımı ve sırtımı kavurdu. Kendimi kaybetmişim."
Yaralılar
Baskın sırasında eli, kolu, kafası, burnu kırılanları, kulak zarı patlayanları, yüzü, gözü, bedeni moraranları yazmak sayfalar sürer... Diğer yaralanmalardan bahsedelim. Sadece Bayrampaşa Cezaevi'nde 77 kişi yaranmıştı.
Ümraniye Cezaevi'nde yaralanan, ölüm orucu üçüncü ekip üyesi Mızrap Ateş'in sol bacağını diz kapağından kestiler. Özlem Civelek'in bedeninde üç şarapnel parçası vardı. Birini arkadaşları çıkardı.
Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne kaldırılan Bülent Özdemir'in dalak ve bazı iç organları alındı. Zeki Demir, elinde patlayan gaz bombasıyla yaralandı.
Ayhan Engin, sırtından yedi mermiyi... Serdar Salman sağ omzundan, Veysel Bulut elinden, Feyzi Saygılı sol bacağından, Aslan Bahar sağ topuğundan, Dinçer Otluçimen ve Erol Arıkan sağ bacaklarından, Engin Çoban sol kolundan, Bekir Şimşek kalçasından, Serdar Karaçelik sağ ayak bileğinden kurşunlandı.
Muhabbet Kurt, kulak ve bacaklarından, Düzgün Demirpençe omzundan, Gülay Boran sol diz altından, Dursun Önder kafasından, Işıl Eylem Bardak göğsünden bomba yarası aldı.
Doğan Çelik, Hanım Harman ve Binali Sarıelmas, şarapnel yağmuruna yakalandı. Serdar Turan'ın sağ elinin üç parmağı koptu. Hücresinde kendisini yakan ölüm orucu eylemcisi İbrahim Erler'in parmakları da...
Songül İnce'nin sol koluna önce bomba pimi sonra kurşun isabet etti. Aylarca tedavi görmediği için neredeyse kolunu kaybediyordu. Ölüm orucu eylemcisi Bülent Özdemir, üç kurşunla ağır yaralandı. Hasan Türkal'ın kalbinin yakınına girdi kurşun... Ciğerlerindeki kanı tüple boşaltabildiler.
Mehmet Kulaksız'a beş kurşun isabet etti, Bülent Özdemir'e ise üç... Kenan Taybora'nın kafasına saplandı kurşun... Karnından yaralanan Okan Barış Ekinci, bazı iç organlarını ameliyat masasında bıraktı.
Aslan Aksoy'un sol ayak topuğundan giren kurşun ayak parmaklarını parçalayarak çıktı. Orhan Dağdelen, Özgür Sağlam ve Mehmet Doğan birer gözlerini yitirdiler.
Çanakkale'de Vefa Serdar'ın kolu koptu. Cuma Şat'ın dirseği parçalandı. Kurşun Rasim Öztaş'ın sağ bacağının kalça hizasından girip çıkmıştı. Başının üstünde bomba patlayan Yıldız Baguş iki kere beyin ameliyatı oldu. Kısmi felç geçiren Baguç'un tedavisi yıllarca sürdü.
Ölenleri hiç anlatmayalım, Fırat Tavuk'un bedeninin yüzde 90'ı yandı, Özlem Ercan'ın bedeni kömüre dönüştü, ailesi üç hafta kızlarının yaşadığını düşündü, acı gerçek, ancak DNA testiyle ortaya çıkabildi.
C Blok'ta savaş sonrası manzarası
Günler sonra Bayrampaşa Cezaevi'ne götürüldük, daha önce haber için birçok kez girdiğim cezaevini tanıyamadım. Tüm ranzalar yanmış, duvarlar yer yer tahrip olmuş durumdaydı. Yerlere dökülmüş yemekler, lime lime olmuş giysiler, çiftini bulmak imkânsız olan ayakkabı tepeleri, tarumar durumdaki sebze ve meyve çuvalları çatışmanın boyutunu gösteriyordu.
C-13 ve C-14'ün havalandırma duvarında operasyon sırasında askerlerin girmesi için açılan büyük bir deliğin önünde ise tutuklu ve hükümlülerin beslediği kuşlar, devrilmiş kafeslerine sığınmışlardı. Ölüm orucuna yatanların kaldığı C-14 koğuşunda yangın her şeyi kül etmişti.
Operasyonla girilen koğuşların durumunun özeti, karanlık, yanık karası, gaz ve yanık kokusu, enkaz ve yürümeyi yer yer olanaksızlaştıran kullanılmış bomba kümeleri, cam kırıkları ve çamurdu.
Kısacası C blok koğuşları yatakhaneleri, meydanları, avluları, koridorları tam bir savaş sonrası görüntüsü veriyordu.
İnsanlar yanarken pankartlar ve kitaplar sapasağlam
Aydın heyetinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Hakları Alt Komisyonu üyelerinin Adalet Bakanlığı ile eylemci tutuklu ve hükümlülerin görüşmeleri sürdürdükleri C-12 koğuşu daha az hasarlıydı.
Giysiler, kitaplar, yataklar etrafa atılmış, davullar patlatılmış, saz ve gitarlar parçalanmış, eylemcilerin yetiştirdiği çiçekler yere dağılmıştı. Arabulucuların yazılarında dile getirdikleri akvaryum ise boştu.
Koğuş avluları, gazete, dergi, ayakkabı, terliklerle dolmuştu. Yarısı yanmış fotoğraf, mektup ve günlükler etrafa saçılmıştı.
Eylemcilerin bir müdahale sırasında yapılacaklarını sıralayan kâğıtlar ise masa üzerinde ıslak duruyordu.
Sergilenenler arasında, açlık grevlerinin bitiminde kalıcı sakatlığı önlemek için vitamin olarak kullanılan Ensure (mama), tahrip olmuş Lenin büstü, Che Guevara, Mao, Karl Marks'ın yanı sıra Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya'nın resimleri, Yılmaz Güney'in fotoğrafı, İngilizce dil öğrenme kitapları, ansiklopediler, daktilo, çoğu piyasada satılan kitaplar, kasetler, fotoğraf albümleri, saz, gitar ve davul gibi eşyalar da bulunuyordu.
İlginçti, insanlar yanarken pankartlar ve kitaplar sapasağlamdı. Tutuklu ve hükümlüler, "Bizi bir kimyasal sıvı yaktı" dediler, uzmanlar bile bu maddenin ne olduğunu anlayamadı.
Bugün hâlâ hayata tutunmaya çabalıyorlar
İnşaat işçisi, muhasebeci, konfeksiyon işçisi, işportacı, tekstil işçisi, pastacı, berber, öğretmen, sanatçı, gündelikçi, mühendis, iktisatçı, maden işçisi, asker...
Onlar senin, benim gibi insanlardı, sadece içerdeydiler, sadece cezaevlerinde insani yaşam koşuları istediler. Ve karşılığında Hayata Dönüş adlı cehennemi yaşadılar.
Aradan 10 yıl geçti, bu gün hala operasyon sırasında cezaevinde olanlar, hayata tutunmaya çabalıyorlar. Bir kısmı hala mücadele içerisinde, bir kısmı Türkiye'de, diğerleri Avrupa'da...
Telefonla, yüz yüze, internet üzerinden konuşuyoruz, çoğunun psikolojisi bozuk, kâbuslar görüyorlar, yitirdiklerini ve yaşadıklarını unutamıyorlar. Nasıl unutsunlar ki? (AT/BB)