“Hayır gitmiyoruz, buradayız!" dediğimizde, fakültemizin Şubat günleriydi.
"Şubat günleri", 7 Şubat 2017'de OHAL kapsamındaki 686 sayılı KHK'nın yayınlanmasıyla başlayan ve Siyasal'ın tarihine kazınan günler için kullandığımız bir tanım. Bu KHK, Siyasal'da "686. Tertip" diye yeni bir terimi de tedavüle soktu. Sayelerinde lügatimiz zenginleşti yani…
686 sayılı KHK ile en fazla bilim insanının atıldığı fakülte, Siyasal Bilgiler Fakültesi olmuştu. 686 sayılı KHK ile, tamamı "Bu Suça Ortak Olmayacağız" başlıklı barış bildirisi imzacısı olan 23 bilim insanının Mülkiye'den atılmasıyla, 1 Eylül 2016'dan 7 Şubat 2017'ye kadar geçen beş buçuk ay içinde fakültemizden OHAL KHK’larıyla atılan hocalarımızın sayısı 33'e ulaşmıştı.
10 Şubat'ta, atılan hocalarımıza veda etmek için Siyasal'a gittiğimizde, polisler fakültemize yaptıkları baskında akademisyenlerin cüppelerini ayakları altında çiğnediler, hocalarımızı, mezunlarımızı, öğrencilerimizi gazlayıp coplayarak yerlerde sürüklediler.
13 Şubat'ta, Siyasal'da Bahar Dönemi “Büyük Ders” ile başladı. Fakültedeki hocalarımızın, atılan akademisyenlerin ve öğrencilerin katıldığı ders, Konferans Salonu’nda yapıldı. Büyük Ders'te söz alan hocalarımızla birlikte hepimiz, “Hayır gitmiyoruz, buradayız!" dedik o gün.
16 Şubat ise fakültemizin Anayasa Hukuku Kürsüsü’nün unutulmaz hocalarından Prof. Dr. Yavuz Sabuncu'nun 10. ölüm yıldönümünde yapılması tasarlanan “Başka başkanlık Şeb-i Arus” başlıklı Anayasa Sempozyumu için çok önceden kararlaştırılan tarihti. 686 sayılı KHK, 16 Şubat 2017'de, Anayasa Sempozyumu’nun afişinin kararını Ayhan Yalçınkaya ve 686. Tertip Zeliha Etöz ile Murat Sevinç hocalarımızın verdikleri gün yayınlanmıştı.
Polisin, sempozyumu dinleyebilmek için mektebimize girmemizi engelleme çabalarını boşa çıkararak Aziz Köklü Salonu'na ulaştığımda, Fakülteye başladığımdaki adı Büyük Amfi olan salonda kırk dört yıl önce Mümtaz Soysal hocamızdan ilk dersi dinlediğimdeki heyecanımı hatırladım. Siyasallı olmanın heyecanını… Büyük bir geleneğin, muktedirlere karşı direniş geleneğinin bir parçası olma heyecanını…
"Biz, odalarımızdan başımız dik çıkıyoruz, bu da onlara dert olsun!"
O ilk dersin üzerinden geçen yıllarda fakültemize ve ülkemize reva görülen baskı ve kıyımları, yaşadığımız kayıpları, çekilen acıları düşünerek kendime bir yer bulup oturduğumda, Ayhan Yalçınkaya hocamız sempozyum açış konuşmasını yapıyordu.
Ayhan hocamız konuşmasını Siyasallı şair Ece Ayhan'ın Meçhul Öğrenci Anıtı'na gönderme içeren şu sözlerle bitirdi: "Bizler, SBF'nin mensupları, hocalarınız sizlere belki de altına gömüleceğiniz kara tahtaların önünde devlet dersi veriyoruz, ama asıl siz, bizlere o kara tahtanın arkasında dinmeyen bir halkın uğultusunun derslerini veriyorsunuz. O uğultu kulaklarınızdan hiç eksik olmasın." Ardından SBF öğretim üyeleri, polis postalı altında ezilen cüppelerinin mücadele ile yerden kalkacağını belirtip, kendi cüppelerini üzerlerinden çıkartarak atılan öğretim üyelerine giydirdiler.
Ayhan hocadan sonra kürsüye çıkan Murat Sevinç hocamız, çoğumuzun ağlayarak dinlediği sempozyumun açılış konuşmasına, atılan hocalarımızın fotoğraflarının yansıtıldığı perdeyi işaret ederek, "Hakikaten çok atılmışız. Şuraya dizilince insan daha çok fark ediyor. "İhraç" sözcüğünü sevmiyorum. Daha kibar bir şey yapmışlarmış gibi geliyor "ihraç" sözcüğünü kullanınca" diyerek giriş yapmıştı.
Hocanın konuşmasını, Siyasal'ın hocalardan mahrum bırakılmasının verdiği kederle ağlayarak dinledim o gün. Yıllar önce Kumrular Sokak'la ilgili yazısını Ankara gazetesi Solfasol'de okuduğumda, "…Kumrular’dan söz etmenin ve gökyüzünü örten ağaç dallarının, gözyaşı olabileceğini fark etti. Özlem böyle bir şeydi. Bazen koku, bazen isim, bazen mekân oluyordu özlemenin adı…" cümlelerinin altını çizmiş, demek Kumrular'ı benim sevdiğim gibi sevenler de var diye düşünmüştüm. Murat hocanın yazılarını arşivlemeye o zaman başladım. O günden beridir de, aksatmamaya çalışarak, dosyalıyorum yazılarını hocanın. İnternete, dijital aleme bu memlekette güven olmaz diyerek, eski usül, çıktısını alarak dosyalıyorum yazıları.
Yazılarının her birini, satırların altını çizerek okuduğum bu kıymetli hocayı, makalelerini ders çalışır gibi okuduğum nice hocamızı, kariyerinin başlangıcındaki nice parlak akademisyeni, araştırma görevlilerini attılar okuldan. "Şubat günleri"nde yaşadıklarımızı dikkate alınca, OHAL KHK’ları ile kürsülerinden uzaklaştırılan hocalarımız için ihraç edildiler demektense, "atıldılar" demek gerçekten de en doğrusuydu.
Murat Sevinç hoca, arada bir boğazı düğümlenerek yaptığı konuşmasında fakültemizdeki kürsü geleneğini, Anayasa Hukuku Kürsüsü örneği üzerinden anlattıktan ve bu kürsünün hocalarına geçmişte, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde reva görülen baskılara, 1402'lik hocalarımıza değindikten sonra günümüze getirdi sözü: "Bu tuhaf haftadan ne kaldı geride? Pespayelik ve ilkellik... Atıldık, okula geldiğimizde baktık ki, internetimiz kesilmiş. Okula gelen hocalarımızı almadılar geçen gün okula. İleride bu ülke neler yaşar, biz ne yaşarız, bilmiyoruz. Bizim üniversitelerimizin yöneticilerinin bu garip telaşının altından neler çıkar, bu cevvaliklerinin altından neler çıkar bilemiyoruz. Ama şunu iyi bilsinler: Biz, irili ufaklı mütevazı odalarımızdan başımız dik çıkıyoruz, bu da onlara dert olsun!"
Anayasa Sempozyumu, KHK ile ihraç edilen akademisyenlerin ardından kampüsteki en geniş katılımlı etkinliğe dönüşmüş, fakültemizden atılan hocalarımızı, Attila İlhan'ın bir şiirinden alıntıyla, "Ayrılık da Sevdaya Dahil" diyerek uğurlamıştık.
"Siyasal’I nice gördün?"
O sempozyumun üzerinden bir yıl geçti. Mezunların, atılan hocaların Siyasal'ın kapısından içeri adım atmasına fakülte yönetimi tarafından izin verilmeyen koca bir yıl…
25 Mart Pazar günü yine Aziz Köklü Salonu'nda, bu kez Mülkiyeliler Birliği'nin 46. Genel Kurulu için toplandık. Genel Kurul, fakültemize özlemimizi bir günlüğüne de olsa dindirebilmek demekti. Atılan hocalarımızın odalarının kapılarına öğrencilerin astıkları şiirleri okumak, o gün bizlerle olmayan hocalarımızın fotoğraflarına bakarak olsun hasret gidermek, Recep dayının acı kahvesini içmek, sütunlu salondaki kabartmalı Türkiye haritasında gençliğimizin pusulasıyla gezinmekti Genel Kurul biraz da... Biraz da Cankatan Piknik'te oturup, karşı kaldırımdan mektebimize bakarken, Murat Sevinç hocamızın, "Atıldıktan bir gün sonra akşam odayı toplarken aradım Cankatan’ı, haberi verdim. On dakika sonra benim menüden geldi. Çırak verdiğim parayı almıyor, zorluyorum ‘hayır’ diyor. Kesinlikle almayacakmış, öyle tembihlemişler. Nasıl anlatılır şimdi bu duygu?" cümlelerini anımsamaktı. O gün, Siyasal'a karşıdan bakarken Ayhan Yalçınkaya hocamızın "Siyasal'ı nice gördün?" sorusunu anımsadım.
Ayhan Yalçınkaya hocamız, "Gördüm Gördüm (Yavuz Sabuncu için Bir Deneme)" başlıklı denemesine şu sorularla başlar: “Ben Siyasal’ı gördüm.” Nice gördün? Sanki “niçin” diye sorulmuş gibi, “çünkü orada okudum.” Ben Siyasal’i gördüm? Nice gördün? Sanki “neyi” diye sorulmuş gibi, “eski usül bir yatılı okul binasını andırıyordu.” Ben Siyasal’ı gördüm. Nice gördün? Sanki “nasıl” diye sorulmuş gibi, “kıyas kabul etmez.” Ben Siyasal’ı gördüm. Nice gördün? Sanki “ne zaman” diye sorulmuş gibi “Siyasal’ın Mülkiye, Siyasal’ın ‘siyasal’ olduğu zaman.”
"Siyasal'ı nice gördün?" sorusuna cevap vermek zor. Ben, Siyasal'a girdiğimdeki hayalimle başlarım belki soruyu cevaplamaya. Siyasal’ı seçmiştim üniversite sınavlarına girdiğimde ben çünkü, Mülk'e talip değildim. Sanırım bencileyin Siyasal’ı seçmiş, Mülkiye'den Mülksüz çıkmış sayısı çoktur. "Siyasal'ı nice gördün?" sorusuna vereceğimiz cevabı tekrardan düşünmemizi sağladı 46. Genel Kurul.
Ne geçmiş tükendi, ne yarınlar
Yetiştik Çünkü Biz diyerek yola çıkanlar, Mülkiyeliler Birliği yönetimine seçildi 25 Mart'ta. Seçim sonucu kesinleştiği anda Aziz Köklü Salonu'ndan yükselen, "Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet!" sloganı damgasını vurdu 46. Genel Kurul’a.
46. Genel Kurul'un ayırt edici en belirgin özelliği, olağan koşullarda yapılan genel kurullar gibi adaylar arasındaki yarışla, gruplar arasındaki oy farkıyla anılacak olması değil, Mülkiye'nin muktedire karşı birleşmesine zemin yaratacak bir dönemin başlangıcı olarak Mülkiye tarihine düştüğü kayıttır. Çünkü, mektebimizin kürsülerinden zorla koparılan hocalarımızı, o kürsülerden bu kez Mülkiye adına seslendiklerinde, dinleme onurunu Mülkiye topluluğu olarak kendimize bağışladık biz...
Farklı kuşaklardan yüzlerce Mülkiyelinin desteği, inancıyla yönetime geldi Yetiştik Çünkü Biz. Hep birlikte kazanılmış bu başarıyı Mülkiyeliler Birliği yönetimine taşımanın sorumluluğunu üstlenen Yetiştik Çünkü Biz Grubu, şimdi iki yıllık meşakkatli yönetim yoluna revan olmanın heyecanını taşıyor. Bu yolu, tüm Mülkiyelileri kucaklayan bir anlayışla yürüyeceklerini beyan ederek, Mülkiye camiasına teşekkür eden yeni yönetim, bu kapsayıcı yaklaşımıyla daha şimdiden tüm Mülkiye topluluğunun sözcüsü olmaya kararlı olduğunu kanıtladı. Bu kapsayıcı, kucaklayıcı yaklaşıma cevaben, bütün mezunların güçlerini Mülkiyeliler Birliği çatısı altında birleştirmeleri gereken yeni bir dönem başlıyor şimdi. "Gördüğümüz" Siyasal nice olursa olsun, Mülkiyeliler Birliği çatısı altında gücümüzü birleştirme zamanıdır artık.
Ne geçmiş tükendi ne yarınlar diyerek, yollardan, yıllardan sonra şarkılar söyleyerek yanyana gelenlerle yola çıktı yeni yönetim. Bozkırlardan geçen yollarımızın Denizlere çıkan sokaklara ulaşacağı umudunu bize yeniden aşılayan Yetiştik Çünkü Biz diyerek Mülkiyeliler Birliği yönetimini devralanların yolu açık olsun. İyi ki yetiştiler…
Efendimiz Acemilik
Samimiyetle itiraf ediyorum, Yetiştik Çünkü Biz seçimler için adaylığını 2017 ekiminde açıkladığında, karşılarına başka bir aday çıkacağını hiç tahmin etmemiştim. Daha doğrusu, başka aday çıkmayacağından emindim. Bütün mezunlar gücümüzü birleştireceğiz ve Genel Kurul’u, "Hayır Gitmiyoruz, buradayız!" sesini hep birlikte yükselteceğimiz bir eyleme dönüştüreceğiz diye ummuştum. Aslında, başka türlüsü aklıma bile gelmemişti. 2018 martında yapılacak seçimlerin, olağan koşullarda yapılan seçimler gibi adaylar arasındaki yarışa sahne olmayacağını düşünmüş, bundan başka bir ihtimali aklıma bile getirmemiştim.
Öyle olmadı...
Ben, Yetiştik Çünkü Biz diyerek Mülkiyeliler Birliği yönetimine talip olan anlayışa, 'Mülk’ün ve her türlü iktidar tutkusunun uzağında, emek, demokrasi savaşımında safını tutmuş bir Mülkiyeliler Birliği hayalimi gerçekleştireceği inancı ve umuduyla sarıldım.
Hep acemisiyim, hiç bir zaman ”ustalarından” olmadım dört yıl boyunca başkanlığını yürüttüğüm Mülkiyeliler Birliği'nin.
Bencileyin sıklıkla kendi acemiliklerine hayretle bakanlar, "yine" ve "acemilik" kelimelerini birlikte kullanırlar çoğunlukla. Acemilik, huydur bizim gibilerde çünkü... Bir türlü ustalaşamayız biz. Hep yineleriz acemiliklerimizi. İki acemilikten bir ustalık çıkarmayı beceremeyiz bir türlü.
"Halbuki acemilik. Efendimiz acemilik. Bir taş. Yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka taş daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever, tamamlar. Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız, korkunuz yenidir, tazedir. Başaramamak endişesinin zevkiyle çalışacaksınız."
Şiir yazmaya dair söyler bunları Turgut Uyar, ama kendimin ve benim gibilerin acemiliğini de bulurum ben bu tanımda.
Ustaları efendi edinmektense, ustalığa özenmektense, acemiliğin efendiliğine boyun eğmek iyidir her zaman. Mülk'e biat etmektense Mülksüzlüğün iyi oluşu gibi…
Ayhan hoca, "Gördüm Gördüm" yazısında kediler için, "Siz, kediyi seçtiğinizi, onun efendisi olduğunuzu, kedinin size arkadaşlık edeceğini filan düşünürsünüz. Oysa gerçek tam tersidir; sizi kedi seçmiştir, efendi odur, siz ona arkadaşlık edersiniz" der. Kim bilir, bencileyin Mülksüzlerin Siyasal aşkı, kedilerle ilişkileri gibidir belki de. Biz Siyasal'ı seçtik zannındayken, Siyasal bizi seçmiştir; efendimizdir. Ömrümüzce ona arkadaşlık edişimiz bundandır belki…
Efendimiz Siyasal, kediler ve acemilik olsun hep... (ŞA)