* Ücretli İşsiz Mimarlar Forumu'ndakiler, bir araya geliş nedenlerini, bir araya gelişlerinin etkilerini, çalışmalarını ve çağrılarını birlikte kaleme aldı.
"Bizi bir araya getiren şey, acı çekmemiz. Sevgi değil. Sevgi akla boyun eğmez, zorlandığında da nefrete dönüşür. Bizi birleştiren bağ seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeylerde kardeşiz. Hepimizin tek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta, yoksullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz, çünkü onu öğrenmek zorunda kaldık. Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz. Uzattığınız el de boş, tıpkı benimki gibi. Hiçbir şeyiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizin malınız değil. Özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir."
Ursula Le Guin / Mülksüzler
Çok mu dramatik bir giriş oldu? Sanırız öyle ama biraraya gelişimizin arkasındaki manzara pek de süt liman sayılmazdı. Bir arkadaşımız ofisteki diğer genç mimarlarla birlikte “ünlü” bir ofisten atılmıştı. İflas ettiğini iddia eden ofis sahibi tazminatları öde(ye)mezken iki gün sonra yeni iş ilanı vermişti. Nasıl olur diyorduk, bu kadar göz göre göre. Şikayetlerimiz whatsapp gruplarında hedefini bulamayan öfkeli bir gürültüye dönüşüp kabarıyor sonra öylece duruyordu.
Bizi birleştiren bağ seçebileceğimiz bir şey değildi. Sonuçta ucuza, güvencesiz çalışmanın seçilebilir bir tarafı yoktu. Kardeş miydik orasını bilmiyorduk ama tek başına çektiğimiz sıkıntılardan birbirimizi tanıyorduk. Bitirdiğimiz türlü okullara ve onca saat mesaiye rağmen ellerimizin boş olduğu da şüphe götürmezdi.
İlk forum
Geçtiğimiz senenin sonunda biraraya geldik. Şantiyelerden ofislere, sigortasız, güvencesiz, düşük ücretlerle fazla mesaili çalışmanın bizi ne kadar yıprattığını dillendirdik. Ancak çaresizlik ve "sektör böyle" kabulu dışında merak uyandıran bir takım sorular da sorduk. Kendimiz ve birbirimiz için elimizden birşeyler gelir miydi? Çokça dillendirilen bir "dayanışma" sözcüğü vardı. Kasvetli serzenişleri yumuşatıyordu ama süreklilik ve gelecek vaat ediyor muydu?
İlk forumdan çıkan sonuç bize anlatılan “Mimar dediğin memur değildir. Yaratmak için 24 saatini vereceksin” külliyatı bir tarafa baya bildiğiniz işçiydik. Sabahlıyorduk, fason üretim yapıyorduk, dışarıdan proje çizip paramızı alamıyorduk. Şantiyede sarı baretliler ödenmeyen ücretlerini direnerek koparırken biz dava açıp beş sene sonuç almayı bekliyorduk. Daha da beteri birbirimize yanaşmıyorduk.
* Büyütmek için üzerini tıklayın.
İlk forum bir hukuk çalıştayı yapılması kararı ile sonlandı. Bir ay sonra Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi'nde buluştuk. Kendi yaşadıklarımızdan süzerek yazdığımız beş hikaye üzerinden beş gönüllü avukatla atölye yaptık ve yine avukat arkadaşlarımızın desteği ile bir yasal haklar broşürü hazırladık.(1) Amaç hukuk öğrenmek değildi, ihtiyaç duyduğumuzda bir ağı tesis edebilecek güce sahip olduğumuzu kendimize göstermek ve evlerimizden, bilgisayar başından kalkıp beraber çözüm arayabileceğimiz bir zemini inşa iradesi göstermekti. Bir ay sonra tekrar buluşmak için sözleştik, bu sefer her beyaz yakanın kamçısı mobbing’ti konu.
Konuşmacıların arasında psikologlar vardı. Garip bir şekilde tedirgindik, hatta sohbet öncesi psikolog olan katılımcıya yanaşıp “Bizi ağlatmayacaksınız di mi?” diye soran bir arkadaşımız bile oldu, sonrası gülüşmeler. Neyse ki korktuğumuz gibi olmadı çünkü Psikologlar Derneği ile İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi'nden katılımcıların kuvvetle altını çizdiği ve sohbeti dertleşmenin ötesine taşıyan şiar şuydu: Karşı çıkmak mümkün ve bunu yaparken yalnız olmak zorunda değiliz. Hatta ne kadar çok olursak o kadar iyi, ilk önce birbirimize iyi geliriz. Sonra bir adım ötesi elimizden ne gelir, ne verebiliriz onu planlarız. Ve sonra yaparız, bir kolektif olarak yaparız.
Çok mu imkansız göründü? Eh bir çok mücadele çağrısının hüsranla sönümlendiği, en örgütlü grevlerin bile başlamadan bittiği şu dönemde yeni bir girişim daha mı? Üstelik yatay-dikey bütün çalışmaların tıkandığı, eleştiri-özeleştiri sürecinin devamlı türlü çağrı ve yeni başlıklarla geçiştirildiği, hevesin kursakta kaldığı günlerde silkinmeye gerek var mı?
Bu soruya ancak başka bir soru ile cevap vermek mümkün. Üzerimizdeki ölü toprağını silkinmeyip de ne yapacağız? Yoksa daha bıçak kemiğe dayanmadı mı? Dayanmadıysa sınırları neler? İş bulmak için ücretsiz sigortasız aylarca çalışmak, sabahlamak, fazla mesai, mobbing, taciz, düşük ücretler ve sistemli, sürekli şekilde yoksullaşma. Bir beyaz yakalının sınırları nelerdir?
Boyun fıtığından müzdarip bir meslektaşımız yaptığımız sohbetler sırasında atıldığı ofiste karşısında çalışan arkadaşının da bel fıtığı olduğunu anlatıyor. Tuvalete bile gitmeden çizim yetiştirmeye çalışan arkadaşı sonunda o masadan ameliyatlık olunca kalkmak durumunda kalmış. Demek ki hem fiziki hem de psikolojik sınırlarımızda geziniyoruz.
Fıtıktan söz açılmışkan, yaptığımız son çalıştay da meslek hastalıkları üzerineydi. İSİG Meclisi yine bizden desteklerini esirgemedi ve Doç. Dr. Emre Gürcanlı ile İşyeri Hekimi Ahmet Tellioğlu çalıştayımıza katıldılar. Ancak yaptığımız sohbet sonucu anladık ki çalıştayın başlığını yanlış seçmişiz! Doğru başlık çok daha geniş bir kapsamı olan “İşe bağlı hastalıklar” olmalıydı.
“İşe bağlı hastalıkların etkilediği nüfusun genişliği ve neden olduğu sağlık sorunlarının çeşitliliğine rağmen dünyada esasen işe bağlı hastalıkların tamamını değil hastalığa neden olan maruziyetin tamamen işten kaynaklandığı ‘Meslek Hastalıkları’nı (MH) teşhis etmeye ve tanımaya dönük sistemler bulunuyor. Meslek hastalığı ise Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından işe bağlı risk faktörlerinden kaynaklanan maruziyetler sonucu ortaya çıkan hastalık olarak tanımlanmış. Oysa iş olağanüstü çok sayıda insani, maddi ve sosyal koşulun olağanüstü çok sayıda farklı kombinasyonu içinde ifa edilen bir etkinliktir. Üstelik işe bağlı hastalıkların büyük çoğunluğu işyerindeki ya da çalışma sırasındaki etkene maruz kalınmasından yıllar sonra ortaya çıkmaktadır.” (2)
İşe bağlı hastalıklara zemin hazırlayan sebeplerin arasında ise fazla mesai (OECD ülkeleri arasında Türkiye’nin, haftada 50 saatten fazla çalışan işçi sayısı bakımından en yüksek orana (yüzde 43) sahip olduğunu not edelim), iş güvencesizliği, performans baskısı, cinsiyet ayrımcılığı(3), mobbing, taciz yer alıyor.
Burada iş güvencesizliği denilince basit bir dil sürçmesi ile aslen “iş güvenliği”ni kastettiğimiz sanılmasın. Yaptığımız son çalıştayda sağlığımızın, yaşam koşullarımızın İŞ GÜVENCESİZLİĞİ(4) ile nasıl yakından ilişkili olduğunu konuştuk.
Üzerinizde yoğun bir performans baskısı varsa ve her an işten çıkarılma tehdidi altındaysanız beliniz kopsa da, gözleriniz acısa da, stresten kurdeşen dökseniz de o teslimi yetiştirirsiniz, haftasonu mesaiye kalırsınız. Hastalık izni kullanmaktan kaçınır, limitlerinizi zorlarsınız. Daha da kötüsü siz mesaiye kalınca işyerindeki arkadaşınız, arkadaşınız kalınca da siz bu döngüyü kıramadan aynı tempoyu sürdürmeye çalışırsınız. Meslek hastalığı sayılmadığından migreniniz, ülseriniz bir mazeret olamaz. Bu rahatsızlıkların işe bağlı olduğunu deklare etmek adeta bir meydan okumadır ve iş güvenceniz yoksa bu meydan okumayı göze alamazsınız.
İşte bu yüzdendir ki son 10 yılda işçilerin sendikasızlaştırılması, örgütsüzleştirilmesi ve güvencesizleştirilmesi ile yine aynı dönemde Türkiye’de rapor edilmiş meslek hastalıkları sayısının Avrupa ülkelerine kıyasla mucizevi şekilde düşmesi arasında doğrudan bir ilişki vardır. Grev hakkının yasaklandığı bir siyasi iklimde hangi sendikasız güvencesiz yalnızlaştırılmış işçi sağlıksız çalışma koşullarını ifşa etmeyi göze alabilir? Hangi işçi meslek hastalığı tanısı ile işsiz kalmaktan korkmadan hastalığını hem kendi hem de diğer işçilerin sağlığını korumak için rapor etmeye cesaret edebilir?
Yaptığımız son çalıştay oldukça ufuk açıcıydı. Çünkü baş ağrısı ve fıtıktan ziyade iş güvencesizliğini konuştuk, yani sorunun ana kaynağını. Ve eninde sonunda bu sorunla yüzleşmenin tek yolunun biraraya gelmek, örgütlenmek, taleplerimiz etrafında kolektif bir mücadele vermek olduğunu farkettik. Çünkü ekonomik krizin gölgesinde çalışan haklarının kırıntılarının da eriyeceği şu dönemde bu bizim için artık ertelenemeyecek bir ihtiyaç.
Peki nasıl yanyana gelelim?
Yanyana gelmenin türlü yolu var, hayatın içinden çoğaltmak mümkün. Biz hepsini denemeye ve çeşitlendirmeye karar verdik. 8 Mart’ta kadın mimarlar olarak “mesaiye kalmak yerine sokağa çıktık” ve eşit işe eşit ücret için beraber yürüdük.
8 Mart Feminist Gece Yürüyüşünden bir kare / Ücretli İşsiz Mimarlar Forumu / 8 Mart 2018
Önce safları sıklaştırıp, hayatı örgütlemek ve bağları kuvvetlendirmek gerek dedik. İşte bu nedenle haftasonu mesaiye kalmak yerine güneşli bir pazar gününü parkta beraber geçirmek önemli. Kent hakkını, yeşil hakkını tartışırken masabaşı yerine açık havada, kent parklarında, meydanlarda buluşmaktan daha anlamlı ne olabilir?
Yaz mevsiminin kısmen ilk güneşli gününde masa başında çalışmaktan, hareketsizlikten şikayet etmek yerine gönüllü yoga eğitmeni eşliğinde yoga yapmak için Maçka Parkı'nda buluşmayı planlıyoruz.
Yoğun mesailer kıskacında unuttuğumuz güneşi tekrar görmek, yazın keyfini çıkarmak ve kendimize daha fazla zaman ayırmak için bu mevsim çokça bir araya geleceğiz.
Bizce her etkinliğin dayanışma usulü yapılması esas. Yoga atölyesinden revit atölyesine...
Ofislerde, şantiyelerde yanyana ama birbirimizden uzağız. Çoğumuz birbirimize soru sormaya çekiniyoruz, yardım istemekten kaçınıyoruz. Oysa ki çalışırken öğrenmenin en iyi yolu mesai arkadaşına sormaktır. İşte revit atölyesi ile de amaçladığımız işyerindeki dayanışmayı hayatımıza yeniden sokacak “beraber öğrenme” pratiğinin hatırlanması.
İş ilanlarında talep edilen bilgiyasar programlarının listesi sonsuza uzarken kendimizi eğitmeye, yenilemeye vaktimiz yok çünkü devamlı mesaiye kalıyoruz. Okul hayatımızda sıkça yaptığımız en temel şey olan arkadaşımıza sorma, birbirimizden öğrenme alışkanlığı ise bize unutturuluyor. Bu nedenle amaç cv’ye bir program daha eklemenin ötesinde. Forum üyesi gönüllü genç mimarların yürüttüğü bir atölye ile, yalnız bilgisayar ekranına bakmaktansa beraber öğrenmeye, birbirimizden öğrenmeye çağırıyoruz.
26 Haziran 2018 – 28 Haziran 2018 – 3 Temmuz 2018 – 5 Temmuz 2018 tarihlerinde ve 19.30 – 22.00 saatleri arasında dört atölye olarak yapacağımız ve işsiz meslektaşlarımıza öncelik tanıyacağımız Revit Dayanışma Seminerleri kayıtları çok yakında. (UİMF/BK)
Kaynaklar:
- https://issuu.com/ucretliissizmimar/docs/yasal_haklarimiz_soru_cevap2
- http://www.guvenlicalisma.org/index.php?option=com_content&view=article&id=17313:turk-mucizesi-meslek-hastaliklari-sifirlaniyor-dr-arif-muezzinoglu-a-dr-ahmet-tellioglu&catid=128:meslek-hastaliklari&Itemid=234
- http://www.guvenlicalisma.org/index.php?option=com_content&view=article&id=19026:once-kadinlar-isten-atilir-emre-gurcanli&catid=130:makaleler&Itemid=240
- https://bianet.org/biamag/emek/195914-is-guvencesi-ama-nasil