Geçtiğimiz günlerde Deutsche Welle öncülüğünde kurulan BBC, F24 ve VOA gibi kanalların da içerik sağladığı +90’da bir mini belgesel izledim.
Belgesel “İnşaat sektöründe kriz alarmı” başlığını taşıyordu ve İstanbul Esenyurt minvalinde Türkiye’deki ekonomik krizin, inşaat sektörüne olan yansımalarını izleyiciyle paylaşıyordu.
Belgeseli izlediğimde Çin’in “hayalet şehir” diye tanımlanan yapıları aklıma geldi.
Siz de muhtemelen Çin'in hayalet şehirlerinin hikayesini duymuşsunuzdur. İçinde kimsenin yaşamadığı, bir hiçliğin ortasına inşa edilen, fütüristik, beton yığını şehirler…
Bu şehirler ülkenin kırsal kesimlerinde yaşamını sürdüren yüzlerce milyon insanı şehirlere çekerek ekonomik büyümeyi sürdürmeyi amaçlayan bir projeydi ve 1980’lerin başında ortaya çıktı. Uygulamaya konulması 2000’li yılları buldu.
Ekonomik büyümeyle, insanların şehirlere yerleşmesi, böylece insanların daha fazla üretim toplumunda yer alması (belki de sömürülmesi) ve insanların tüketim toplumunun bir parçası olması amaçlanıyordu.
O zamanlar, Çin'in nüfusu ağırlıklı olarak kırsalda yaşıyordu ve şehirlerde sadece 180 milyon insan vardı. Hükümetin planı kırsal alanlarda yaşayan 300 milyon insanı kentsel alanlara taşımaktı.
Bu amaç doğrultusunda Çin hükümeti son birkaç yılda yüzlerce yeni şehir inşa etti. Ama insanların bu şehirlere gidip yaşamalarını sağlamak, devletin beklediğinden çok daha zor oldu.
Talep veya zorunluluk olmadan inşa edilen bu şehirler, zamanla ekonomik büyümenin bir kalemi, göstergesi haline geldi. Çünkü güçlü bir ekonomi için büyüme, büyüme için ise inşaat gerekli oldu. Kaldı ki şu andan sonra bu sektörün yavaşlaması Çin için iyiye işaret değil. Büyümenin yavaşlaması Çin ekonomisini zora sokacak.
Çin’in bu şehirleri yapması aynı zamanda küresel finansal krizden sonra ortaya çıkan borçlanma riskinden de kaynaklandı. Hükümet ve ülke genelindeki yerel yönetimler, daha fazla bina inşa ederek ve emlak piyasasını canlandırarak ekonomilerini sulamaya ve insanları harcama yapmaya teşvik etmeye çalıştı.
Yani bir başka deyişle Çin kağıt üzerinde sektörel büyüme gösterebilmek için boş şehirler inşa etti, etmeye de devam ediyor. Hiç gelmeyen bir nüfus için inşa edilmiş bu gerçeküstü şehirler, ülke genelinde hala ıssız durumda. Ancak yine de inşaatlar devam ediyor.
Çünkü dünyadaki çoğu ekonomi gibi Çin ekonomisi de bir şeyler yapmak için kullanılan borç birikimine bağlı ve potansiyel olarak sürdürülebilir olmaktan çok uzak.
Çin’de boş dairelerin sayısının 64,5 milyon kadar olduğu düşünülüyor. Yani neredeyse bir Türkiye nüfusu. Bir başka deyişle ülkede satıl(a)mayan yüzde 22,4 konut boşluğu var. Karşılaştırma yapmak adına bu rakam ABD’de yüzde 2,5.
Şimdi gelelim Türkiye’ye. Türkiye’deki durum Çin’deki kadar vahim değil. Çünkü nüfusu Çin kadar fazla değil.
Ama Türkiye’de ekonomi birkaç büyük şehirde sıkışmış durumda. Öyle ki 2017 verilerine göre İstanbul 970 milyar 189 milyon lirayla gayrisafi yurtiçi hasılada (GSYH) zirvede ve toplam hasılanın yüzde 31,2’sini oluşturuyor.
İstanbul'u yüzde 9 payla Ankara, yüzde 6,2 payla İzmir izledi. Yani bu üç şehir neredeyse Türkiye’nin 78 şehri kadar GSYH'ya sahip.
Çin’in yaptığını Türkiye’de TOKİ yapıyor ama bazı farklarla…
Öncelikle Türkiye’de ucuz konut talebi var. Krizden dolayı talep düşse de insanlar hala ev almak için uğraşıyor, evi bir güvence ve yatırım olarak görüyor. Öyle ki geçtiğimiz günlerde TOKİ’nin 67 ilde yapacağı 50 bin konuta 636 bin talep geldiği açıklandı.
Devletin yapmadığı projelerde ise durum daha farklı. Ekonomik krizin getirdiği yüksek kredi faizleri, güvencesiz ekonomi ile birleşince insanlar özel sektörden ev almak istemez oldu.
Krizle birlikte bir çok firma ya battı ya da konkordato ilan etti, projelerini sonlandırdı. Çünkü artık satamıyorlar.
Ülkede inşaat sektörü doyum noktasına ulaştığı için değil, insanlarda para olmadığı ve insanların borçlanmak istememesinden kaynaklı bir durumdan söz ediyorum.
Türkiye genelinde ise 800 bini aşkın satıl(a)mayan konut olduğu tahmin ediliyor. Türkiye’de ev almak isteyenlerin bu stoklara değil de TOKİ’ye yönelmesi söylediklerimi destekler nitelikte.
Beş sene önce ev yatırımı karlıydı. Çünkü yüzde 4,5 faize karşılık bir evin kira getirisi ve değerlenmesi yüksekti. Ancak artık yüzde 24’e çıkan faiz oranı karşısında yatırımcı parasını risksiz olarak bankada değerlendiriyor. Niye ev alarak enflasyonun altında gelir elde etsin?
İnşaat sektörü Türkiye’de küçüldükçe kriz işin içinden çıkılamaz bir hal aldı, hükümet kaynak yaratamaz oldu. Çünkü sınırlı katma değer yatırımı yapan bir ülke olarak tüm beklentimizi ve zenginliğimizi inşaat sektörü üzerine kurmuştuk. Zenginleştik çünkü “yerli ve milli” bir tek o vardı.
Hükümet de bunu kullanarak yıllar boyu ekonomiyi canlı tuttu. Tutabildi, çünkü zaten sıcak para akışı vardı. Küresel ekonomik krizden kaçan yatırımcı Türkiye’ye geldi.
İnşaat, böylece AKP'nin kalkınma modeli oldu. ABD toparlandı, Avrupa toparlandı, Çin toparlandı. Krizde olan ülkelerin hepsi büyük ölçüde toparlandı. Artık küresel bir kriz kalmadı. Aksine güçlü merkez bankaları piyasadan para çekerek kendi para birimlerini değerlendiriyorlar. Böyle bir koşulda yatırımcı niye Türkiye’ye gelsin? Bunun için bir neden var mı?
Kısacası Çin değilseniz inşaata, betonlaşmaya dayalı ekonomiler bir gün elinizde kalabilir. Hatta ileriki dönemde Çin’de bile krize yol açabilir. Ama su götürmez bir gerçek olarak bizler üzerinde yaşadığımız toprak parçasında gün geçtikçe fakirleşiyoruz. Betona baka baka fakirleşiyoruz… (HA/EKN)
TIKLAYIN - Vazgeçilemeyen Sektör; İnşaat