Fransa’daki göçmenler ve yakınları, 15 Ocak 2009’da François Fillon kabinesinde Fransa Şehir, Dayanışma, Aile ve Sosyal ilişkilerden sorumlu Çalışma Bakanı görevine getirilen Brice Hortefeux’nün bir önceki görevindeki başarısının sonuçlarını tedirginlikle izliyor.
2007 yılında Avrupa’da pek çok platformda varlığı ve işlevi tartışılan Göçmenlik ve Ulusal Kimlik Bakanlığı’na getirilen ve yakın arkadaşı Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin önüne koyduğu rakamsal hedeflerin üzerine çıkan Hortefeux görevinden ayrılmadan kısa bir süre önce 2008 yılında 29 bin 799 göçmenin sınır dışı edildiğini duyurdu.
Göreve gelirken Fransız halkına Fransa’yı göçmenlerden arındıracağı sözü veren Sarkozy’nin 26 binlik hedefini hayli geçerek iktidar nezdinde şaşkınlık ve takdir uyandıran Hortefeux, göçmen ve sosyal dayanışma derneklerinin, muhalif sol partilerin tepkisine “görevini başarıyla tamamlamış mutlu bir bakan” olarak yanıt verdi.
2008 yılı sonunda karşımıza çıkan bu sonuç, Nicolas Sarkozy’nin İçişleri Bakanlığı sırasında izlemeye başladığı ve 2003 yılından bu yana çeşitli kanunlarla uygulamaya soktuğu göçmen politikasının rakamsal izdüşümünden başka bir şey değil. Söz konusu politika Hortefeux döneminde, göçmenlerin resmi işlemlerini gerekleştiren memurlara verilen direktiflerle beceriyle uygulandı.
Bakan temelde, çeşitli yayın organlarında dile getirdiği gibi, ülkede yasal statüye sahip olmadan sans papiers (kağıtsız) olarak çalışan göçmenleri hedeflemiş, göçmen toplulukları arasındaki yaygın işsizliğe, göçmen çocuklarının okuldaki başarısızlığına dikkat çekmişti. Bu sert göçmen politikası, “uzak banliyölerden, hırsızlık yapmaya, huzuru ve güveni bozmaya şehre inen, üstelik Fransa’nın gerçek halkının arasında pay edilmesi gereken milli gelire ortak olan, bu da yetmezmiş gibi diploma alabilecek düzey ve beceride olmadıkları için potansiyel işsiz çocuklar üreten göçmenlerden yılmış” ve Nicolas Sarkozy’yi iktidara taşımış Fransız halkının talebi olarak yansıtıldı. Böylece çıkan kanunlar, bu kanunların gelişi güzel uygulanışı ve bakanın söylemleri tam bir tutarlılık içinde aktarıldı.
Göçmen avı
Oysa siyasi bir projenin “Fransız seçmenine vaat ettiklerini” yerine getirmenin çok ötesine geçti göçmen avı. Fransız üniversiteleri, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İngiltere gibi ülkelerde uygulanan, kendi ülkelerinde sınırlandırılan başarılı gençleri hedef alan göçmen politikasına övgüler yağdırıp, yabancı öğrencilere kucak açarken, yüksek lisans öğrencileri takıldı bu ava. Fransa’da bilişim alanında istihdam edilecek iş gücünün azlığından yakınan şirketler başarılı çalışanlarını kaybetti.
29 bin 799 sayısı, eğitimini Avrupa’da sürdürmek, deneyim kazanmak için Fransa’yı tercih etmiş ve niyetleri burada kök salmak dahi olmayan pek çok genci de yuttu. Yeni göçmenlik sistemi bu gençlerin salt yaşamın başında oldukları için kafalarının karışık olmasını, tam da bu yüzden okul ve iş değiştirmelerini hazmedemedi, onları birer tehdit olarak algıladı ve Paris’teki evlerinin posta kutularına birer hoşçakal mektubu gönderdi.
Söz konusu “mektup”, oturma izninin uzatılması için başvuran göçmenin ülkede kaldığı süre içinde izlediği parkuru, ülkeye geliş amacını, bu amacı gerçekleştirip gerçekleştirmediğini -ki genelde sorun tam da bu noktada kendini göstermektedir- özetledikten sonra, kişinin geçtiği aşamaları ve parkurunu “tutarsız” ya da “pek tutarlı değil” şekilde yargılamakta ve göçmene Fransa sınırlarını terk etmesi için 1 ay süre tanımaktadır.
Göçmen bu mektup eline geçtikten sonra elbette duruma itiraz edebilir ve yargı sürecini başlatabilir. Ancak söz konusu mektup “son aşamada verilen ve kesin yargı içeren bir belge” olduğu için göçmen 1 ay sonunda ülkeyi terk etmezse illegal statüye geçecek ve durumu fark edildiği anda tutuklanacaktır. Hoşçakal mektubunu alan göçmenlerin önemli bir kısmı avukat parası bulamadıklarından ya da illegal halde mahkeme tarihi beklemeyi göz alamadıklarından “gönüllü” olarak Fransa’yı terk etmektedirler. Bu gönüllülük bakan Hortefeux’nün övünerek değindiği bir başka noktadır.
Bir deneyim
Paris’e yüksek lisans eğitimi için beraber geldiğim, Türkiye’de üniversite eğitimini başarıyla tamamlamış, yüksek lisanstan sonra Fransa’nın önemli şirketlerinden birinde 6 ayı aşkın süre staj yapmış ve işindeki becerisi takdir görmüş bir arkadaşım da bu mektubu aldı. Stajı bittikten sonra yaygın olduğu üzere, istihdam prosedürü şirket için pahalı ve karmaşık olduğu için, ona da kalıcı iş teklif edilmedi, iş arayabilmek için oturma iznini uzatması gerekiyordu ve alanına yakın bir lisans programına geçici olarak yazıldı.
Kısa bir süre iş aradıktan sonra Türkiye’ye döndü. Ancak geride hem Fransız erkek arkadaşını, hem de Avrupa’da deneyim kazanma hayallerini bırakmıştı. Türkiye’deyken, aldığı eğitimi ve staj sırasında edindiği deneyimi değerlendirebileceği bir doktora projesi hazırladı ve Fransa’nın en iyi okullarından birinde doktoraya kabul edildi. Bundan sonrası kendiliğinden gelecekti, ancak dosyası yeterince “tutarlı” bulunmayan arkadaşım oturma izni yerine o meşhur mektubu aldı. Çünkü evet kafası biraz karışıktı, yüksek lisanstan hemen sonra doktoraya kaydolmamıştı, evet profesyonel hayatının başındaki pek çok genç gibi biraz bocalamış, zaman geçirmişti.
Arkadaşım geçtiğimiz Pazar günü, elindeki hoşçakal mektubunu pasaport polisine damgalatıp, Türkiye’ye döndü. Oldukça becerikli bir insan olduğu için kısa zamanda çok başarılı olacağına şüphem yok, ancak o mektubu aldıktan sonra yüzüne, devinimlerine, sesine, davranışlarına sinen o tuhaf hali, o güvensizliği, bir de duruma isyan eden Fransız erkek arkadaşının seçmen kartını yırtışını hiçbirimiz kolay kolay unutamayacağız.