Gazze'deki son İsrail saldırısı, kendi varoluşunu militarizmle aynı tutan bir devletin, hiç bir zaman istenmediği için farklı bir biçimde militarize olmaya zorlanmış Filistin halkını sıkıştırıldığı konserve kalıbı içinde patlatmak isteyen bir saldırıdır. Bir bakıma 40 yıldır ve aslında 60 yıldır işgal altında olan bu topraklar tüm dünya kamuoyu gözünde bir katliama sahne olmaktadır.
Baskınlık savaşı
"Barış süreci" sözleriyle takip edilen İsrail-Filistin çatışmaları sade bir dünyalının gözünde hiçbir zaman eşit koşullarda gerçekleşmemiş bir çatışmadır, bir baskınlık savaşıdır. Bir yandan İsrail en yetkin ve gelişmiş öldürme, yok etme ve yıkma silahlarını kullanırken diğer yanda Hamas bir orduya sahip olmadan farklı taktiklere dayanarak başlattığı "ev tipi" silahlanmayı İsrail'le kurabileceği tek dil olarak görmektedir.
Hamas
Filistin halkı, yolsuzluklara bulanmış bir siyasi liderlikle halka hizmet sunamayan El Fetih yerine Hamas liderliğini desteklemiştir. Birkaç yıl önce Jimmy Carter gözlemciliğiyle yapılan demokratik seçimlerde bu örgütü iş başına getirmiştir.
Hamas'ın "iki devletli halk" formülüyle yaşaması söylem olarak varlığını sürdürse de ilk günden İsrail tarafından önü kesilmiş, liderleri hapse atılmış veya öldürülmüştür. Hamas üyeleri kendi topraklarında dışarlıklı göçmen statüsünde beklemede tutulmuşlardır. Hamas'la birlikte halk da terörist ilan edilmiş oldu.
Aynı muamele on yıllar önce Filistin Kurtuluş Örgütü'ne (FKÖ) de yapılmıştı. Sonradan İsrail, FKÖ arkasından gözyaşı döker gibi davrandı. Bu durum, "gelen gideni aratıyor" duygusallığı değildi, bir halka "sen her şeyi yanlış yapıyorsun senin hiçbir şekilde varlığın kabul edilemez" mesajıydı.
Uluslararası toplum
Genel hatlarıyla baktığımızda barış savunucularının ne İsrail'in devlet militarizmini ne de Hamas'ın farklı taktikler içeren militarizmini haklı çıkaracak görüşler ileri sürmesi mümkün. Ancak bu eşitsiz durum ve işgal altında bunca yıl tüm manevi gücü iliklerinden çekilmiş Filistinlilerin savunma güdülerini de teslim etmek zorunludur.
Eğer dünyanın örgütlü uluslararası kamuoyu bu eşitsiz savaşı durdurma iradesini tarafsız bir biçimde gösterebilseydi yani eşitsizliği doğru ve vicdanlı olarak açıkça lanetleseydi, İsrail'in ambargosuna izin vermeseydi, bu çifte militarizmin önünü almak mümkün olurdu.
Son katliam saldırısı ile yeniden güçlendirilmiş olan bu işgal karşısında uluslararası örgütler ve dünyadaki farklı yapılanmalar, ülkeler ne tür tedbirler alıyorlar?
Ne yazık ki 12. gününü dolduran ve 700 üzerinde ölü ve binleri aşan yaralının çoğu sivil ve üçte biri de çocuk olan bu katliamda uluslar arası örgütler fazla bir şey yapmıyorlar.
Sarkozi, ABD yandaşlığının zamanını doldurduğunu kavrayarak Mısır'la bir araya gelmeyi denedi, bir ateşkes umudu yaratıldı. Ancak ateşkeslerin bu soruna çözüm olmadığını çok gördük, iki tarafın da daima şartları var.
Üç gerçek
Bu esnada ölüler, yaralılar, ve çok sayıda açlarla dolu kapatılmış bir bölgeye BM kamyonla erzak taşırken kamyonu da bombaladı İsrail. Bu mızıkçı oyun ateşkesle de devam edebilir ve belki de 2006'da Lübnan'da olanlar tekrarlanır.
Üç gerçek var:
1. Birleşmiş Milletler (BM) Irak Savaşı başlamadan önce de sorgulanmıştı, çünkü dünya sivil güçleri BM'nin doğuş ilkelerinde olduğu gibi barış ve işbirliği özendiren bir örgüt değil tek bir devletin gündemini izleyen bir çeşit "Birleştirilmiş Milletler" olduğunu görüyordu. Yapı tekilleşti ve 08 Ocak'ta kamyon sürücüsü öldürülünce erzakı da kesti.
Şimdi uluslararası örgütlerin çoğu ABD ve Batı dünyasıyla birlikte İran'a karşı tavır aldığına göre İsrail'in katliamı "haklı" gösterme sebepleri açıktı: Hamas ve Hizbullah'ın arkasındaki güç olarak gördüğü İran'a karşı "savunma" dürtüsü, bir yandan da iç politikasında sertlikte yarışarak yakın gelecekteki seçimlerde pozisyon alma dürtüsü. Terörist kavramını en uzun soluklu kullanan İsrail, eşitsiz güçle yürüttüğü savaşı da bu kavramla gizliyor.
Daha 1981 yılında Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında asker kıyafeti giydirilmiş ve göğsünde mermiler dizili 5-6 yaşlarında gülümseyen bir çocuk "bu mu terörist" duyarlılığıyla fotoğraflanmıştı. Bugün bu duyarlılık yok çünkü terörist kavramı eşitsiz veya orantısız güç kullanımı için Türkiye de dahil tüm devletlerin arkasına sığındığı bir kavram oldu.
Üstelik İsrail terörist kavramını Gazze halkının tamamına yayılmış bir biçimde algılayarak tüm halkı vurduğunda BM okulları dahi hedef alınabiliyor.
John Berger'ın da çağrısında yazıldığı gibi "bir İsrail askerine karşılık yüzlerce Filistinlinin öldürülmesi on yıllardır meşru görülüyor". Bu noktada bir halkı yok etme iradesinden de bahsetmek mümkündür. Ve uluslararası örgütler bu gerçeği açıklamaktan ve telin etmekten acizdir.
2. Obama konuşamıyor, adeta daha göreve başlamadan önü kesilmek isteniyor. ABD'deki İsrail lobisinin de marifetiyle birkaç haftalık çökertme programını İsrail Gazze'de uyguluyor. İsrail her ne kadar "iki devlet olarak yaşayalım" diyorsa da sürekli ayak direyerek Filistin halkını bir konserve halk haline getirmeye çalışıyor, kapalı ve bir müddet sonra miyadı dolmuş ilan edilebilecek şekilde...
Yeniden kamplaştırılmış bir biçimde, kutulanmış bir Gazze'yi düşlüyor aslında ve Bush yönetiminin son günlerinden yararlanarak İsrail lobisinin ABD'deki katkılarıyla birlikte Obama'yı daha göreve başlamadan etkisiz ve sessiz hale getiriyor, 20 Ocakta göreve gelecek ABD Başkanı'nın İran'la herhangi bir diyaloğa girmesini istemiyor. Meşruiyeti ve piyasayı daima terör üzerinden sürdürme siyaseti izliyor. Örneğin İsrail'de güvenlik gereçleri piyasası ülkenin küçüklüğüne bakarsak olağanüstü bir orantısızlık taşıyor.
Yani sistem iki yönlü çalışıyor: Birincisi, ABD'nin Ortadoğu'da askeri istila yoluyla çıkarlarını uzun vadeli kılabilmek ve Irak, Filistin, Lübnan ve hatta İsrail'in tüm sivil muhalif toplumunu da etkisiz ve nefessiz hale getirmek. İkincisiyse, bölge hamiliğinin patronaj ve kayırma sistemine dayanan Arap ülkelerinden uzaklaşarak İran'ın eline geçmiş oluşunu ileri sürerek İran'a karşı ABD ile birlikte bölge halkını ve desteklerini tamamen etkisiz hale getirebilecek teknolojiyi, yani nükleer savaşın yolunu göstermek. Biri kamp olan "iki devletli toplum" nasıl olur?
3. Sivil inisiyatif, yani sokak kendini Filistin halkı adına ortaya koymaya başlıyor. Tehdit tüm dünya sivil toplumuna yani insanlığa yönelik algılanıyor. Çünkü "güvenliği koruyoruz" adı altında nükleer savaşa doğru ilerleme seziliyor. Bu denli yüksek dozda tehdit algılayan zengin ve teknolojik açıdan gelişmiş ülkeler acaba savaş sanayisi üzerinden mi geçiniyor, sorusuna olumlu cevap verenlerin sayısı artıyor.
Dünya sivil kamuoyu, Filistin halkının, Arap ülkelerinden ümidini kesmiş bir biçimde dünya örgütlerinin tamamen işlevsizleştiği ve tek kutba dizildiği bir ortamda tehdidi kendi üzerinde de görmesi hiç yadırganacak bir şey değil. Çünkü güvenliğin ne için kimler tarafından korunduğu açığa çıktı ve bu güvenlik Filistin halkını, savaşa topyekün karşı olan İsrail halkını ve tüm bölge halklarını korumuyor. Güvenlik alenen kısmi ve ayrımcı. Halklar bunu görüyor.
İsrail'e yani Filistin'e gidebilmeyi psikolojik açıdan göze alabildiğim 2000 yılı yazında yaptığımız tarih eğitimi atölyelerinde İsrailli ve Filistinli öğretmenlere sormuştuk, güvenlikten ne anlıyorsunuz, diye?
Filistin kesiminin anlatımının tamamen psikolojik ötekileşme hissinden kurtulmak anlamına geldiğini, İsrail kesimi içinse tamamen askeri tedbirler anlamına geldiğini gördük. Akşamları kafelerde dondurma yerken bile sivil halk arasındaki düşmanlığı sezdik. Oysa o zaman gelinebilmiş en ileri barış noktasıydı. Ama eşitsiz bir mücadelenin varacağı nokta anlaşılıyordu.
İsrail Filistin halkına her zaman "sen yok ol ve birlikte yaşayalım" anlamına gelen bir taktik uygulamıştır. Acı olan uluslararası toplumun bu denkleme alışık ve duyarsız kalabilmesidir. Ama İsrail halkının bir kesiminin de vicdanı var, savaş karşıtı ve abluka karşıtı güçleri var, savaşı destekleyenlerin sayısı azalmaya başladı. Vicdani retçiler var ve oranı az da olsa büyüyen bir Filistin İsrail vicdanı yaratabilir.
Ancak artık dünyanın her yerinde katliama karşı sokaklar var, artık sivil insiyatif daha güçlü, kendini Gazze halkıyla birleştirme mücadelesi veriyor çünkü güvenliğin içini dolduramıyor; bu inisiyatif kapalı kapıların ardında beklese de İsrail'in tek taraflı meşruiyet çabasını kırmakta başarılı olacaktır. (BE/TK)
* Büşra Ersanlı'nın yazısı ilk olarak 10aralik.org.tr'de yayınlandı. Ara başlıklar bianet tarafından eklendi.