Kuşkusuz modern roman geleneğimizin kurucularından, edebiyatımızın ölümsüz kalemlerinden biridir Halid Ziya. Tıpkı isminin anlamının işaret ettiği gibi edebiyatımız için adeta “ebedi bir ışıktır”.
1865 doğumlu Halid Ziya, edebiyat dünyasına ilk adımını yaptığı çevirilerle, çeşitli dergi ve gazetelere yazdığı yazılarla atar. Çok geçmeden kendini döneminin popüler edebiyat akımı olan Servet-i Fünun topluluğunun içinde bulur ve Servet-i Fünun dergisinde romanları yayımlanmaya başlar. Ne var ki Abdülhamid döneminin ağır sansür mekanizması romanlarına tesir edip yazdıkları sansürlenmeye başlayınca sanatçı naifliğiyle kabuğuna çekilir, II. Meşrutiyet dönemine dek yazmayı bırakır. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Sabah gazetesinde bir müddet başyazarlık ve Sultan Mehmed Reşad’ın döneminde mabeyn başkatipliği yapar.
Cumhuriyet’in ilanından sonra ise dil devrimiyle başlayan dilde sadeleşme sürecinde, yazılarında kullandığı ağdalı dil sebebiyle siyasi iklime uyarak dilde sadeleşme bayrağını elinde taşıyan dönemin edebiyatçıları tarafından dışlanır, edebiyat mahfillerinde hak ettiği ilgiyi uzun süre göremez. Aşk-ı Memnu, Mai ve Siyah, Kırık Hayatlar, Sefile, Ferdi ve Şürekası, Nesl-i Ahir, gibi çok sayıda roman ve öykü kaleme alır.
Halid Ziya, Osmanlı imparatorluğunun en çetin döneminde yaşamış, türlü savaşlar ve art arda rejim değişiklikleri görmüş olmasına rağmen, çağdaşı pek çok yazar gibi toplumsal meselelere el atmak yerine, -biraz da bireyi merkeze alan Fransız romanının etkisiyle- bireyi, onun sorunlarını ve olaylar karşısındaki iç gerilimlerini anlatmayı seçer. Edebiyatının en güçlü tarafı da zaten, romanlarındaki bireyleri, onlarını hayat karşısında duyduğu arzuları, arzularıyla mücadelelerini ve gelgitlerini derinlemesine irdelemesidir.
Bazı eleştirmenler onun, romanlarında toplumsal sorunlara,- mesela Aşk-ı Memnu’da uygunsuz evliliklerin ne gibi felaketlere sebep olacağına ve Batılı yaşam tarzının olumsuzluklarına- değindiğini ileri sürse de, ben Halid Ziya’nın romanlarında böyle bir amacı olmadığını ileri süren Berna Moran ile aynı kanaatteyim.* O, toplumsal sorunlara çoğu kez bir görev ahlakıyla yaklaşmaz. Toplumsal meseleleri bireyleri ve onların yaşadığı çatışmaları anlatmak için vasıta olarak görür. Gözlemlerini pür gerçekçilikle yazısına aktarır. Nitekim onun en bilinen romanı olan Aşk-ı Memnu’da anlattığı bugün pek çok insana “marjinal” gelen aile içi yasak ilişki –Behlül’ün hem yengesi Bihter, hem de akrabası Nihal’le olan gönül ilişkisi-, aslında Abdülhamid’in baskı ortamında erkeklerin kamusal alandan ev hayatına çekilmesi sonucu büyük yalılarda ve konaklarda hayatının büyük bir kısmını özel alanda geçiren kalabalık hane halkı arasında zaman zaman görülen ve gazete sütunlarına sirayet eden vakalara benzemektedir.
Halid Ziya’nın toplumsal gözlemlerini pür gerçekçilikle romanlarına taşıma alışkanlığı, kadın meselesinde de görülür. Toplumda kadına ilişkin gördüğü sorunları, kadınların uğradığı haksızlıkları romanlarına aktarır. Ne var ki Halid Ziya, kadınların eğitimi, miras ve boşanma hakları gibi kadına dair sorunları toplumu değiştirmek için yazılarına taşımaz. O, yarattığı kadın karakterler ekseninde, kadın hareketinin ivme aldığı, kadınların bazı haklara sahip olmaya başladığı döneminin izlerini olduğu gibi yansıtır. Keza sosyoekonomik yönden yüksek tabaka bir aileyi anlatırken, o dönemde varlıklı ve yüzünü Batı’ya dönmüş ailelerde görüldüğü gibi eğitim almış, birkaç yabancı dil bilen, piyano çalabilen, romandaki diğer erkek karakterlere göre entelektüel derinlikli kadın karakterlere yer verirken, toplumun sosyoekonomik yönden alt tabakadaki kadınları anlatırken, onların etrafındaki erkekler yüzünden çektiği sıkıntıları, eğitim haklarının elinden alınışını, eşlerini seçemeyişlerini, geleneğin dayattığı normlar karşısındaki çaresizliklerini ele alır.
Nihayetinde Halid Ziya romanlarında yer verdiği kadın hakları söylemleri radikal değildir, resmettiği kadın karakterler de kadın hareketine emsal olacak karakterler değildir. Keza biz Halid Ziya’nın romanlarında kadınların ekonomik bağımsızlık kazanmalarına dair bir söylem bulamayız. Onun romanlarındaki kadınlar çalışıyor olsa da, bu kadınlar hayatın güçlükleri karşısında buna mecbur olan sosyoekonomik yönden alt sınıfa mensup kadınlardır. Eğitimini layıkıyla tamamlamış ekonomik açıdan üst sınıfa mahsus kadınların onun romanlarında iş hayatına atıldığına rastlamayız.
Buna karşın Halid Ziya, roman sanatı topraklarımızda doğduğundan beri kadınları kimi yazarın doğaüstü varlık olarak, kiminin düzen bozucu, baştan çıkartıcı olarak, kiminin kutsal anne, kiminin ise vatan için mücadele eden fedakar nefer olarak tanımlamasının aksine yalnız be yalnız insan olarak ele alır. Romanlarındaki kadın karakterlerin duygularını, güçlü yanlarını, buna karşın arzularını, zaaflarını, ikirciklerini, hırslarını tüm açıklığıyla gösterir. Onun en beğenilen romanı olan Aşk-ı Memnu, bir kadın karakterin –Bihter’in- ilk defa bu kadar ayrıntısıyla el alınması yönüyle edebiyatımızdaki ilklerdendir.*
Halid Ziya, her ne kadar romanlarında kadınların iç dünyasını, gelenek karşısındaki çaresizliklerini ele alsa da, hatta Mai ve Siyah, Ferdi ve Şürekası gibi romanlarında kadınların toplumsal rollerinin olumsuzluklarını yansıtsa da, Aşk-ı Memnu’da toplumun ondan beklediği annelik görevini yerine getiremeyen Bihter’in annesi olan Firdevs Hanım’a “fettan/kötü kadın” imgesi yüklemesiyle ve Bihter’in hikayesi bağlamında kadının arzularına kapıldığı takdirde bunun felaketle sonuçlanacağını göstermesiyle geleneği bir nevi onaylar. Halid Ziya’nın aynı romanda, kadınların erkeklerle her alanda eşit olduklarında, mesela kadınlıklarının/cinselliklerinin ortaya çıkması durumunda doğabilecek sorunları göstermesi ise geleneğe başka bir onayıdır. Ama diğer yandan, Bihter’in aşık olduğu erkekle kendi talebiyle ve seçtiği zamanlarda ilişkiye girdiğini anlatmasıyla, kadını edilgen/fethedilen, erkeği ise etkin/fetheden olarak tanımlayan ataerkil geleneğe aykırı bir durum tasvir eder.
Halid Ziya’nın edebi hayatında pek çok dergi, gazete ve kitapta yer almış, yayımlanmış öykülerinden oluşan bir derleme kitabı olan Bitmemiş Defter, geçtiğimiz ay Can Yayınları tarafından yayımlandı. Kitaptaki öykülerin ortak özelliği, her birinin kadınları ve onların dünyalarını anlatıyor olması. Bu kitaptaki öyküler, Halid Ziya’nın şahit olduğu 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın ortalarına kadar uzanan süreçteki kadınların karşılaştığı sorunları, geleneğin karşısında çaresiz kalmalarını, evlenecekleri kişiyi seçemeyişlerini ve boşanamayışlarını, aileleri tarafından hayatlarının nasıl cehenneme dönüştürüldüğünü, eğitim almak istedikleri halde alamayışlarını yazarın güçlü gözlem gücüyle anlatıyor. Halid Ziya’nın sadeleştirilmiş diliyle derlenen bu öykülerle okuyucular, içinde her yaştan, sınıftan ve fıtrattan kadınların bulunduğu bir dünyaya, Halid Ziya’nın açtığı pencereden bakma şansı buluyor ve baktıkça aslında bir asır sonra bile kadınların hala benzer sorunlarla karşı karşıya kaldığını düşünüp hayıflanıyor.
* Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, Berna Moran, İletişim Yayınları, 2011, İstanbul.
* Bitmemiş Defter - Kadınlara Dair Öyküler, Halid Ziya Uşaklıgil, Can Yayınları, Mart 2018, İstanbul.