Yakın zamanlarda bir mübaşir, eski ceza avukatlarından birinin yanına gelip, "Abi" dedi, "Nerede o eski günler? Ülkenin bütün kaymak takımı buradaydı; ne güzel görüyorduk onları, artık kalmadı öyle zamanlar." Gülüştüler biraz garip, biraz buruk bir şekilde.
Beşiktaş Adliyesi bir zamanlar ifade özgürlüğünün geçit alanı gibiydi. Özellikle Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) olduğu dönemde, özel yetkili düşünce özgürlüğü mahkemesi gibiydi. Sıkıyönetim mahkemelerinden geçip de yaşamayı başaran hemen hemen herkes burada da yargılandı.
Tahliye bazen "paçayı kurtarmak" oldu, bazen ülkenin demokrasi mücadelesinde kazanılmış bir adım.
Ama herkes için karabasandı. Yargılamaları, akmayan muslukları, sönüp duran ışıkları, havasızlığı, kırılmış zemini, yorgun duvarları, neden içeride olduğunu anlamaya çalışan sanıkları, ne zaman başlayacağı ve nasıl biteceği asla belli olmayan duruşmalarıyla izleyici olarak bile "Allah kurtarsın"dı.
Her bakımdan tehlikeliydi. Suçsuz olduğunuz kanıtlanana kadar yıllarca tutuklu kalma, duruşma çıkışında darp edilme, içeride havasızlıktan bayılma, açık duruşma olmasına rağmen çocuğunuzu görememe gibi tehlikeler hep vardı.
Zamanla konu yelpazesi genişledi. İfade özgürlüğü müdavimlerinin yerini "terör, mafya, çete" gibi suçlardan yargılananlar almaya başladı.
Yine de müthiş bir buluşma alanıydı. Mehmet Ağar'la Pınar Selek'in, Deniz Seki'yle Devrimci Karargah'ın, Ergenekon paşaları ve Yaşar Kemal'in, Yasin Hayal ve Noam Chomsky'nin, Orhan Pamuk ve Yıldız Tilbe'nin dünya üzerinde buluştuğu tek yer oldu.
Bahçeşehir Üniversitesi'nde sınava yetişmeye çalışan öğrencilerle, tutuklu öğrencilere destek olmak için sınavlarını kaçıran diğer öğrencileri polis barikatı önünde yan yana getirdi.
Gözyaşıyla, sevinç çığlıklarını birleştirdi. Haksızlıkla, hakkı buluşturdu. İyisiyle kötüsüyle o eski püskü duvarlar, Türkiye'nin en önemli duvarlarındandı.
Beşiktaş Adliyesi tarihe gömülüyor
En korkunç olaylar bile aradan geçen zamanla "nostalji" olarak anılabiliyor, bazı kötü olaylar hiç ummadığınız gibi sonuçlanıyor.
Şimdi Beşiktaş Adliyesi kapılarını kapatırken kim onu özler, kim arkasından lanet okur bilinmez.
Mesela Yaşar Kemal. Şimdi onun yargılandığı duruşma salonu tarihe gömülürken, o 90 yaşında adını tarihe yazdırıyor.
1995'te yargılandığı davayı hatırlayın.
Almanya'da yayımlanan Der Spiegel'de Kürt sorunuyla ilgili bir yazısı çıkmıştı: "Zulmün Artsın." Bu yüzünden DGM'de yargılanmış, "halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek" ve "bölücülük propagandası yapmak"tan 20 ay ceza almıştı.
20 ayın sebebi şu cümlelerdi: "Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu 29 Ekim 1923 tarihinden bu yana, kendi içindeki insanlara baskı ve vahşet uygulayan bir sistem yarattı. TC, Anadolu halkları üzerinde bir tiranlık kurdu.(...) 70 yıldır Anadolu'daki kültürleri yok etmeye çalışıyoruz. (...) Baskı altında ezik bir yaşam sürdürürken Kürt halkı direnişe geçti. Çünkü bütün baskılar altında en acımasızca ezilenler, açlıktan kırılanlar, etnik katliamlara kurban gidenler onlardı; onların lisanı kanunla yasaklanmıştı; 'dağ Türkleri' adı takılarak kimlikleri yadsınmıştı; her 10-15 yılda bir Anadolu'nun dört bir yanına sürgün edilenler onlardı. (...) Bildiğim kadarıyla Türkiye'de bağımsız devlet isteyen Kürtlerin sayısı çok azdır. Bunu talep etmek üstelik, onların hakkı değil midir?"
Fikirlerini dile getirdiği için cezalandırılan Yaşar Kemal'e destek olan aydınlar, bir sivil itaatsizlik eylemiyle o dönemde suçlanan makaleleri kitap haline getirdiler.
Adalet Ağaoğlu
1080 imzayla yayımlanan Düşünceye Özgürlük isimli kitapta o dönemde dava konusu olmuş 10 makale vardı.
1080 kişinin içinden sembolik bir heyet Düşünceye Özgürlük'ün yayıncısı olarak yazarlarla aynı suçu işlediklerini söyledi ve DGM savcısına giderek kendilerini ihbar etti. Sonra guruplar halinde savcının kapısı önünde "ifade kuyrukları" oluşturdular. Sonuçta 185 sanıklı, eğlenceli dev bir dava açıldı.
Nadire Mater, Orhan Aydın, Gencay Gürsoy
Yaşar Kemal, Der Spiegel davasından beraat etti. Ancak hakkında yine Kürt sorunuyla ilgili görüşlerinin bulunduğu "Türkiye'nin Üzerindeki Kara Gökyüzü" başlıklı yazısı nedeniyle başka bir dava açıldı.
Kısaca, bu dava süreci hiç bitmedi. Yaşar Kemal ve arkadaşları (onun gibiler) hep Beşiktaş'ın duvarlarına dertlerini anlatmaya çalıştılar. Yaşar Kemal, dostu Eşber Yağmurdereli tutuklandığında ''Ölünceye kadar Türk Devleti'ni bağışlamayacağım. O serbest bırakılıncaya kadar roman da yazmayacağım" demişti.
Beşiktaş Adliyesi Türkiye'nin önemli insanlarının yargılandığı yerdi. Adalet, bu yargılamalarla olgunlaşabildiği kadar olgunlaştı ama o duruşma salonları adaletin anlamının kavranmaya çalışıldığı mekanlar olmanın ötesine geçemedi. Çağlayan Adliyesi'nin gerçek adaletin evi olacağına herkes inanmak istiyor.
Siz sakın inanmayın. (IC)