Ben o sırada Almanya'daydım. Zaten bir dizi gösteriler yapılıyordu Demokratik Almanya'da, özellikle de Leipzig kentinde. Bu gösteriler anti sosyalist gösteriler değildi. Daha demokratik bir yönetim, daha insani bir sosyalizm talebiyle sokağa çıkmıştı kitleler.
Biz duvar yıkılacak mı yıkılmayacak mı bir tahmin içinde değildik. Daha çok "Erich Honacker yönetiminin yerini yeni bir yönetim alacak mı almayacak mı konusunu tartışıyorduk kendi aramızda. Fakat aniden bir gece, nerden geldiği bilinmeyen bir emirle kapılar açıldı ve Doğu Berlin'den Batı Berlin'e büyük bir geçiş yaşandı. Yani duvar yıkılmadı kapı açıldı. Duvarın yıkılışı daha sonra gerçekleşti.
Berlin Duvarın yıkılışı Hıristiyan Demokrat Partisi ile Hıristiyan Sosyal Parti'in demokratik sosyalizm amacıyla doğuya girmeleriydi. Ve bir anda demokratik sosyalizm için başlayan hareketler Demokratik Almanya'nın Batı Almanya tarafından ilhak edilmesiyle sonuçlandı.
Yani bir kapitalizm restorasyonu oldu ve batılılar Doğu Almanya'yı ilhak ettiler.
Bu bütünüyle yasadışı olan gelişmeydi ve bir anlamda II. Dünya Savaşının rövanşının alınmasıydı. Dolayısıyla bizim Türk sosyalistlerinin hesapsız bir şekilde duvarın yıkılmasına sahip çıkması pek akıllıca bir şey değildir. Esas yapılması gereken bürokratik sosyalist rejime karşı demokratik bir sosyalizm için yürütülen mücadeleyi desteklemekti. Dolayısıyla bir kere daha bizim bazı sosyalistlerimiz kendilerini o dönem Batı Almanya'daki iktidar güçleriyle aynı kapta buldular.
Sosyalizm bürokratik deformasyon yüzünden ağır bir yenilgiye uğradı ve elbette bu sadece Türkiye'dekileri değil dünyadaki tüm sosyalistleri ağır bir şekilde etkiledi. Fakat duvarın altında kalma jargonu anti-komünist intikamcı bir jargondur. Bunu kullananlar Doğu Almanya'daki sosyalist kazanımları yerle bir eden Alman emperyalizminin ağzıyla konuştuklarının farkında değiller. Burada esas olan bürokratik sosyalizmi eleştirmek buna karşılık emekçilerin elde ettikleri pek çok sosyal kazanımların önemini inkar etmemektir.(BÇ)