* Manşet görseli: Pixabay
Edinburgh Dükü Prens Philip 9 Nisan 2021 tarihinde Windsor Kalesi'nde hayatını kaybetti, bundan yaklaşık on gün sonra, 17 Nisan 2021'de yine aynı kalenin içinde yer alan St. George Şapeli'nde aile içinde düzenlenen bir cenaze töreninin ardından toprağa verildi.
Neredeyse bir asırlık ömrünün 73 yılını İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth'in eşi olarak geçiren Prens Philip, evlilikleri boyunca kamusal alanda protokol gereği eşinin iki adım gerisinde yürümüş, tahta çıkmadan önce hanedanın isminin ne olacağına Elizabeth karar vermiş ve babası 6. George'dan devraldığı Windsor Hanedanı ismini devam ettirmiş, Philip hayatını kaybettiğinde ise bu haber basına "Kraliçe 2. Elizabeth'in eşi Prens Philip yaşamını yitirdi" şeklinde yansımıştı.
69 yıldır tahtta olan ve İngiltere tarihinin en uzun süre tahtta kalan hükümdarı unvanını elinde bulunduran 2. Elizabeth şüphesiz dünya sahnesinde önemli bir figür ve güçlü bir kadın. Peki, bu durum kendisinin hiç söylemediği, bazılarının ise iddia etmeyi çok sevdiği gibi onu feminist yapar mı?
Kimin feminist kimin feminist olmadığına, feminizmin ne olup olmadığına veya ne olup olmaması gerektiğine karar vermek kimsenin olmadığı gibi bu yazının yazarının da hakkı ya da haddine değil elbette.
Diğer yandan, yıllar içinde bu konuda dile getirilen görüş ve tartışmaları gözden geçirmek, kimin ne dediğini ele almak da ilginç olabilir.
O zaman soralım: Kraliçe 2. Elizabeth feminist mi?
"En büyük feminist: Kraliçe 2. Elizabeth"
* Görsel: Pixabay
2. Elizabeth'in feminist olup olmadığı sorusunun yakın zamanda gündeme gelmesi Britanyalı oyuncu Olivia Colman sayesinde oldu.
"The Crown" dizisinde Kraliçe 2. Elizabeth'i canlandıran ve bu rolüyle 2020 Altın Küre Ödüllerinde Drama-TV dalında En İyi Kadın Oyuncu seçilen Colman, Kasım 2019'da Radio Times'a verdiği söyleşide Elizabeth'i "en büyük feminist" ilan etmiş, bunun sebebini şöyle açıklamıştı:
"Eve ekmek götüren o. Madeni paralarımızın ve banknotlarımızın üzerinde onun fotoğrafı var. Prens Philip onun arkasından yürümek zorunda. İkinci Dünya Savaşı sırasında araba tamir etmiş.
"Kadınların araba kullanmasına izin verilmeyen bir ülkeden gelen bir kralı (Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ı 1998 yılında Balmoral'de) arabayla gezdirmekte ısrar etmiş. O, ürkek bir menekşe değil."
Kraliçe'nin "en feminist anları"
Olivia Colman bu açıklamayı yaptıktan yaklaşık altı ay sonra, 13 Haziran 2020'de İngiltere'nin The Independent gazetesi "Kraliçe'nin doğum günü: Hükümdarın en iyi beş feminist anı" başlıklı bir haber yayınladı.
Söz konusu haberde 95 yaşındaki Kraliçe 2. Elizabeth'in "Britanya'nın en güçlü kişisi olmasının yanı sıra dünyanın en ilham verici kadınlarından biri" olduğundan dem vuruluyor, "neredeyse hiç kadın hakları hakkında konuşmasa da tahtta kaldığı süre boyunca kadınları güçlendirme konusunda dönüm noktası niteliğinde bir etkisi" olduğundan bahsediliyordu.
Olivia Colman'in açıklamasına atıfla Kraliçe'nin "pek çok kişi tarafından feminist bir ikon olarak tarif edildiğini" hatırlatan gazete, o günlerde 2. Elizabeth'in "en feminist anlarını" beş ana başlıkta toplamıştı.
Bu anlardan ilki, yukarıda da bahsi geçtiği üzere Kraliçe'nin Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ı arabayla gezdirmesiydi.
Britanyalı diplomat ve dönemin Suudi Arabistan Büyükelçisi Sir Sherard Cowper-Cowles'un anlattığına bakılırsa, Kral Abdullah'ın İskoçya'daki Balmoral Kalesi'ne ziyareti sırasında Kraliçe 2. Elizabeth bir öğle yemeği sonrası Abdullah'a dönüp civarda bir tur atıp atmak istemediğini sormuş, Kral'ın olumlu yanıtı üzerine Kraliyet araçları kalenin önüne getirilmişti.
Kendisine söylendiği üzere Kral aracın ön koltuğuna, çevirmeni hemen onun arkasına geçerken Kraliçe 2. Elizabeth sürücü koltuğuna oturmuştu.
O dönemde Suudi Arabistan'da kadınların araba kullanmasına izin verilmediğini hatırlatan The Independent'ın haberine göre, Cowper-Coles Kral'ın şaşkınlığını şu sözlerle anlatacaktı: "Abdullah bırakın bir kraliçenin, bir kadının sürdüğü araçta olmaya bile alışık değildi..."
"Tahta çıkma kuralları onun zamanında değişti"
Gazeteye göre, Kraliçe'nin diğer feminist anları ise şunlardı:
"Kraliçe 2011 yılında 16 Milletler Topluluğu ülkesinin liderlerinin onayıyla tahta çıkma kurallarında yapılan büyük bir değişikliğe nezaret etti; yapılan bu değişikliğe göre, gelecekte herhangi bir Britanyalı hükümdarın kızları ve oğulları tahta çıkma konusunda eşit haklara sahip olacak.
"O zamana kadar geçerli olan tahta çıkma kuralları, hükümdarın ilk oğlunun tahtın varisi olmasını emrediyordu.
"Kraliçe'nin bu kadar iyi bir sürücü olmasının sebeplerinden biri ise 1945 yılında, İkinci Dünya Savaşı sırasında Kadın Yedek Kara Hizmetleri bünyesinde kamyon sürüp araba tamir etmeyi öğrenmesiydi. O, İkinci Dünya Savaşı'nda hizmet eden ve şu an hayatta olan tek devlet başkanı.
"Kraliçe Haziran 2015'te Londra'daki Royal Albert Hall'de Kadın Enstitüsü'nün (WI) yüzüncü yıl toplantısının açılışını da yaptı.
"1943'te Sandringham Kadın Enstitüsü'nün üyesi olan Kraliçe, günün anlam ve önemine binaen beş binden fazla Kadın Enstitüsü üyesine ilham verici bir konuşmayla hitap etti. Konuşmasında kadınların son 100 yıl içinde gerçekleştirdiği en büyük başarıların altını çizdi.
"Belki fark etmişsinizdir, Edinburgh Dükü neredeyse her zaman Kraliçe'nin arkasından yürür. Bu durum, tesadüf değildir. Geleneğe göre, eğer Kraliyet ailesi bir geçit töreninde bulunuyorsa kıdem sırasına, yani tahta çıkma sırasına göre alana giriş yapar, yine o sıraya göre otururlar.
"Bu, bir seçim değil, bir zorunluluk olabilir. Fakat yine de Kraliçe'nin hem sembolik anlamda hem de kelimenin tam manasıyla Kraliyet ailesine öncülük ettiğini görüp de güçlü hissetmemek zordur."
"Tamirciliğe devam etse feminist diyebilirdik"
The Independent Kraliçe'nin doğum günü vesilesiyle yayınladığı haberle 2. Elizabeth'in "feminist anlarını" güzellerken o dönemde iki gazeteci kadının kaleme aldığı iki makale herkesin aynı fikirde olmadığını ve bunun için hayli ikna edici sebepleri olduğunu ortaya koyuyordu.
Bu makalelerden ilki, köşe yazarı Zoe Williams'ın The Guardian gazetesi için 12 Kasım 2019 tarihinde kaleme aldığı ve doğrudan "The Crown" oyuncusu Olivia Colman'e cevaben yazdığı bir yazıydı.
Williams yazının başlığında "Tam anlamıyla bir hata: Kraliçe en büyük feminist mi?" diye soruyor, kendi sorduğu soruya yine yazının başlığında peşin peşin cevap veriyordu: "Kesinlikle değil."
"Devletin Kraliyet ailesine parasal destek sağlamasına karşı olmadığını, para verilse de verilmese de ailenin hiyerarşik öneminin önemli bir kısmının sürüp gideceğini" söyleyen Williams, "Fakat buna 'ekmeğini kazanmak' diyemeyiz" diyor, itirazlarının sebeplerini şöyle sıralıyordu:
"Kocandan fazla kazanmak başlı başına bir feminist hareket değildir. Ve itibari bir devlet başkanının bile bütün banknotların üzerinde resminin olmasında bir sorun yoktur. Fakat şunu söylemek feminist bir hareket olurdu: 'Ben herhangi bir paranın üzerindeki tek kadın olmamalıyım.'
"İkinci Dünya Savaşı'nda araba tamir etmek ise ne feminist bir harekettir ne de feminist olmayan bir hareket... Savaş bittikten sonra araba tamir etmeye devam etmek ise feminist bir davranış olurdu.
"Kral Abdullah'a gelirsek... Tamam, bu konuda haklı. Ama Kraliçe'nin 'ürkek bir menekşe' olup olmadığı konusunda bir yargıda bulunmak imkânsız, çünkü hanedan nezaketini kesinlikle hiçbir şey söylememek anlamına gelecek şekilde dizayn etmiş görünüyor.
"2. Elizabeth'in sert görüşleri olduğuna, öfkeli olduğuna dair söylentiler zaman zaman ortalıkta dolaşır. Belki birkaç on yılda bir, bir başbakanın hoşuna gitmediği olmuştur, fakat bundan tahminin ötesine geçecek ideolojik bir istikrarlı çizginin izini sürebilmek imkansızdır."
"Feminizmin değil, eşitsizliğin sembolü"
Sadaf Ahsan'ın Kanada'nın The National Post gazetesi için kaleme aldığı yazı ise Williams'ın The Guardian'daki yazısından daha da sertti.
Colman'in savlarını tek tek sıralayan Ahsan, tüm bunların doğru olduğunu, fakat hiçbirinin Kraliçe 2. Elizabeth'i feminist yapmadığını söylüyordu.
Ahsan'a göre bir kişiyi feminist olarak tanımlayabilmek için en temel kriter o kişinin toplumsal cinsiyet eşitliğini savunmasıydı.
İngiltere Kraliyet ailesi üyelerinin konumları gereği siyaseten tarafsızlıklarını korumaya dikkat ettikleri hatırlatmasında da bulunan Ahsan 14 Kasım 2019 tarihli yazısını kısaca şu sözlerle sürdürdü:
"Kraliyet ailesi siyasi bir görüşe sahip olunduğu konusunda kafa karışıklığına mahal verebilecek en ufak şeyi bile sıkı sıkıya kontrol altına alma konusunda haklı bir üne sahiptir.
"Onu eleştirenler aynı zamanda 2. Elizabeth'in kraliyetin, yani tarihsel olarak büyük bir baskıdan sorumlu olan bir kurumun sembolik lideri olduğuna da dikkat çekiyor. Eğer kadın bir hükümdar olarak konumunun onu tek başına feminist yapmaya yettiğini iddia edeceksek, o zaman tahtın da onu eşitsizliğin sembolü yaptığını göz önünde bulundurmamız gerekir.
"Görev süresi boyunca 'görev' ruhuyla sessiz kalmayı seçerek Kraliçe'nin 'en büyük feminist' olduğunu iddia etmek zordur.
"Bu şekilde bir çeşit feminizm polisliğine soyunmak bir yandan pis bir iş. Elizabeth pekâlâ sarayının mahremiyetinde güçlü feminist görüşlere sahip olabilir, ki bunların hepsi çok güzel ve harika şeyler. Fakat eğer söz konusu olan konular bu konular ise sembolik liderleri daha yüksek standartlara göre değerlendirmenin tamamen mantıksız olmadığını düşünüyorum.
"Bir şey çok açık: Bir kadının belli bir unvanının olması onu tek başına feminist yapmaz. Tüm farkı yaratan, inandıkları ve fiilen yaptıklarıdır."
"Başkaldıran hiçbir kadın için işler iyi gitmedi"
Diğer yandan, Kraliçe 2. Elizabeth'in feminist olmak ya da öyle tanımlanmak gibi bir iddiası, bu yönde bir açıklaması da yoktur.
Hatta kızı Prenses Anne de 15 Ağustos'taki 70. doğum günü öncesi Vanity Fair dergisine verdiği röportajda Kraliyet muhabiri Katie Nicholl'ün kendisini feminist olarak tanımlayıp tanımlamadığı sorusunu cevaplamış, kendisini feminist olarak tanımlamayı reddederek bunun yerine "her genç insanın tam potansiyeline ulaştığını görmek istediğini" söylemişti.
"Bir kadın tarafından yönetilmesine rağmen Kraliyet ailesinin feminizme ilişkin resmi bir görüşü yoktur, aslında hiçbir siyasi konuya ilişkin resmi bir görüşleri yoktur. Tarafsız kalmak zorundadırlar" diyen Harper's Bazaar'dan Ella Alexander'a göre durum kısaca şundan ibarettir:
"Kraliçe'nin dünyadaki en güçlü ve etkili kadın olduğu iddia edilebilir, fakat onun işi görevini yerine getirmeye, kamusal etkinliklerde havadan sudan konuşup performans sergilemeye dayanır.
"Ve unutmayalım Kraliyetin sınır ve geleneklerine başkaldıran, dikkatleri üzerine çeken hiçbir kadın için işler hiçbir zaman iyi gitmemiştir."
Alexander'ın bu yorumunu okuduğumuzda ise aklımıza ister istemez özellikle iki kadın gelir: Leydi Diana ve Meghan Markle.
Kraliyet ailesinde kadın olmak: Diana
* Fotoğraf: Kraliyet ailesi resmi internet sitesi
Kraliçe 2. Elizabeth ve Prens Philip'in en büyük oğulları Prens Charles ile ilk eşi Galler Prensesi Diana 29 Temmuz 1981 tarihinde başkent Londra'daki St. Paul Katedralinde gerçekleştirilen bir düğünle evlendi.
Fakat evlilikleri uzun sürmeyecek, çift 1992 yılında ayrılacak, 28 Ağustos 1996 tarihinde ise resmen boşanacaktı. Diana bundan yaklaşık bir sene sonra, 1 Ağustos 1997'de Fransa'nın başkenti Paris'te sevgilisi Dodi Fayed ile birlikte gazetecilerden kaçarken trafik kazası geçirerek hayatını kaybetti. İddialar ise olayın kaza değil, planlı bir cinayet olduğu yönündeydi.
Prenses Diana gerek evliliği boyunca gerekse sonrasında yaptıkları ve söyledikleriyle güçlü bir kadın figürü olarak öne çıktı.
O, şüphesiz İngiltere Kraliyet ailesi için alışılagelmiş bir gelin değildi. Hello dergisinden Natasha Hornsby'nin de ifade ettiği üzere, "Diana dönemine kadar Victoria zamanından kalan idealler kraliyet eşinin davranışlarını dikte ediyordu, fakat o bunların hepsine bir son verdi."
Hornsby'e göre, "Diana toplumun ondan sessizce acı çekmesini beklediği yerlerde, bulimia rahatsızlığı, kendine zarar vermesi ve doğum sonrası depresyonu ile ilgili açık açık konuşmuş, insanların ondan kendisine taçlar ve kurdeleler seçmesini beklediği yerlerde, kelimenin tam anlamıyla mayın tarlasına dalmış, AIDS hastalarıyla ve Hindistan'ın 'Dokunulmazlar'ı ile el sıkışmıştı. En sonunda televizyona verdiği tek röportajda büyük bir keyifle 'güçlü bir kadın olarak üzerine düşeni yaptığını' söylemişti."
1995 yılında verdiği başka bir röportajda ise şöyle diyecekti: "Bilirsiniz, insanlar günün sonunda tek cevabın bir erkek olduğunu düşünürler. Aslına bakacak olursak, tatmin edici bir iş benim için daha iyi..."
Feminizm ve ırkçılık birlikte var olabilir mi?
* Fotoğraf: Kraliyet ailesi resmi internet sitesi
Kraliyet ailesinde işlerin iyi gitmediği diğer bir kadın ise, bundan yıllar sonra Diana'nın oğlu Prens Harry ile evlenecek olan Meghan Markle idi.
Evlenmeden önce başarılı bir kariyeri olması bir yana, onu herkesten farklı kılan bir özelliği de siyasi tarafsızlıklarına halel gelir korkusuyla bu konularda açıklama yapmaktan kaçınan diğer Kraliyet üyelerinin aksine feminist kimliğini seve seve sahiplenmeye devam etmesiydi.
Markle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle 2015 yılında Birleşmiş Milletler (BM) etkinliğinde BM Kadın elçisi sıfatıyla bir konuşma yapmış, konuşmasında, "Bir kadın ve bir feminist olmaktan gurur duyuyorum" demişti. Bu kısa ama etkili cümle sonrasında İngiltere Kraliyet ailesinin resmi internet sitesindeki biyografisine büyük harflerle eklenecekti.
Harper's Bazaar'ın aktardığına göre, Kraliyet ailesine katıldıktan sonra da "Me Too" (Ben de) ve "Time is Up" (Vakit doldu) hareketlerine desteğini açıklamaya devam eden Meghan Markle'ın toplumsal cinsiyet eşitliği için yaptığı çalışmalar bundan çok daha öncesine dayanıyordu.
Örneğin, henüz 11 yaşındayken bir bulaşık deterjanı reklamındaki cinsiyetçi dilden rahatsız olarak dönemin First Lady'si Hillary Clinton ve kadın hakları avukatı Gloria Allred'e mektuplar yazmış, en sonunda kampanyanın sloganının değiştirilmesini sağlamıştı.
2017 yılında ABD'nin TIME dergisi için regl yoksulluğu üzerine yazan Markle, sonraki yıllarda da sosyal medya üzerinden ABD eski Başkanı Donald Trump'ın "kadın düşmanı" olduğunu söyleyerek başkanlık yarışında Hillary Clinton'a destek verecek, Brexit'i sert bir dille eleştirecekti.
Örnekleri çoğaltmak mümkün olsa da bu kadarı bile Markle'ın da tıpkı Diana gibi İngiltere Kraliyet ailesi için alışılagelmiş bir gelin olmadığını gösteriyor. Nitekim Harry ve Meghan Ocak 2020'de yaptıkları bir açıklamayla Kraliyet ailesinin "üst düzey" üyeliğini bırakacaklarını duyurdu.
Bundan bir sene sonra Oprah Winfrey'e verdiği röportajda Markle, Kraliyet ailesinden ayrılma gerekçelerini açıklayacak, doğrudan Kraliçe 2. Elizabeth'e olmasa da aileye ırkçılık suçlamasında bulunacaktı...
Sonuç yerine...
Peki bu noktada en başa dönecek olursak: Tüm bu bilgilerin ışığında Kraliçe 2. Elizabeth'in feminist olduğunu söyleyebilir miyiz?
Ya da belki bu soruyu şöyle sormak gerekiyordur:
Dünyadaki pek çok halk ve insanın baskı ve sömürgeciliğin sembolü olarak gördüğü bir kuruma liderlik eden, konumu gereği siyaseten tarafsızlığını korumaya özellikle dikkat eden bir kişiye sırf kadın olduğu ve söz konusu konumundan ötürü güçlü olduğu için feminist denebilir mi?
Feminist olmanın, kendinizi böyle tanımlayabilmenin yolunun her şeyden önce toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadın haklarını savunmaktan, erkek şiddetinin her türlüsüne karşı sesinizi yükseltmekten geçtiğinde hemfikirsek eğer, özellikle Leydi Diana ve Meghan Markle'ın yaşadıklarını bu fotoğrafın neresine yerleştirmemiz gerekiyor?
Bu sorulara cevap vermek bir hayli zor...
Yazının başında da belirttiğim üzere, kimin feminist olup olmadığına, feminizmin ne olup olmadığına ya da ne olup olmaması gerektiğine karar vermek kimsenin hakkı ya da haddine değil elbette.
O zaman belki de bu sonuca bağlanamayan yazıya, bambaşka bir coğrafyadan, Şili'den bir kadının Las Tesis protestoları ile ilgili kaleme aldığı bir yazıyla son verebilir, cevabını bulamadığımız sorulara bu yazının ışığında bir kez daha kafa yorabiliriz.
Çatlak Zemin'den Ayşe Çetinkaya Aydın'ın çevirisiyle 2019 yılında bizlere ulaşan yazısında Luna Follegati Montenegro kısaca şöyle diyordu:
"Feminist hareket, her zaman içinde bulunduğu dönemi ve tarihsel koşulları sorgulayan düşünceler ortaya koymuştur.
"Medeni ve siyasi haklar mücadelesinden cinsel sağlık ve üreme sağlığı haklarına dair taleplere kadar; feministler, toplumsal yaşama katılımlarını marjinalleştiren ve özgürlüklerini kısıtlayan politik-hukuki yapıyı görünür kılmanın yollarını aramışlardır.
"Tıpkı 20. yüzyılın başlarında olduğu gibi bugün de ortak eksenleri, mevcut durumu değiştirme ve güncel olanı dönüştürme kapasiteleridir. Feminizm, kadınların mahkûm edildiği ikincil konumu ve baskıyı normalleştiren genel düzeni dönüştürme yolu arar. Bu dönüşüm için gerekli olan ise patriyarkal formların yeniden üretilmesine olanak tanıyan yapıların değişmesidir.
"Feminizm her zaman koşullarla iç içedir, çünkü hem hayatın tüm düzlemlerinde yaşananlarla hem de döneminin siyasi yapısıyla – anayasal sistem, neoliberal ekonomi, çalışma koşulları ve sosyal güvenlik biçimleri gibi – diyalog halindedir.
"Bugün için önemli olan, bir dalgadan ya da hareketin çeşitli 'geliş' ve 'gidiş'lerinin kazanımlarından çok, feminizmi her türlü ikincilleştirme, baskı ve şiddetin bir sorunsallaştırması olarak, kamusal alanda daim kılmaktır."
(SD/AÖ)