Çok eski değil, 19 Eylül’de Mersin’in Erdemli ilçesine bağlı Kızkalesi’nde su ve mendil satan çocuk işçi Suriyeli Muhammed Hacderviş, defalarca bıçaklanarak öldürüldü. Bu olurken pek çok çocuk, okula başlama telaşı içindeydi, birkaç gün sonra da Birleşmiş Milletler’in (BM) her yıl 21 Eylül’de kutladığı Uluslararası Barış Günü’ydü. Ben bu yazıda gülümseyebilen çocukların söylediklerini ve bana hissettirdiklerini anlatacağım.
Türkiye’de resmi kaynaklara göre 3,5 milyon sığınmacı ve göçmen yaşıyor. Bir kısmı kamplarda, bir kısmı kampların dışında yaşayan, neredeyse yarısı çocuk olan bu insanların çoğu, 6 yıl önce Suriye’de başlayan iç savaş nedeniyle yerlerinden edilen, evlerini terk etmek zorunda bırakılan Suriyeliler.
Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği, 24 Eylül’de Ankara Altındağ Belediyesi Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’nde Uluslararası Barış Günü’nü kutlamak amacıyla bir etkinlik düzenledi. Etkinliğe, derneğin Altındağ Çocuk ve Aile Destek Merkezi ile Mamak Çok Yönlü Destek Merkezi’nin danışanları katıldı.
Etkinlik boyunca beni en çok etkileyen, çocuklarda eksik olmayan mutluluk çığlıkları ve yorulmak bilmeyen alkışlarıydı. Bu etkinlik için düzenlenen resim yarışmasına gönderilen resimlerden tutun da merkezlerden gelen danışanların hikâyelerine kadar, Türkiye’de doğanlar hariç -ki onlar da çatışmaların anlatılarıyla büyüyecekler- çoğunun nasıl kayıplara tanıklık ettiklerini az çok biliyorum. Umudu hep çocuk merakına benzetirim; ne olursa olsun yitip gitmeyen, yeni olan her şeye açık, inatçı bir eylemdir umut etmek. Geçmişlerinde ve şimdilerinde yaşadıkları acılar, onların güzel olanı hayal etmelerine engel olamıyor iyi ki.
“İnsanları ayırt etmeden, eşit ve adaletli yaşamaları için…”
Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği Genel Koordinatörü İbrahim Vurgun Kavlak’ın yaptığı açılış konuşmasından sonra, çocuklar adına konuşan Rache Elavia, savaşın nasıl çıktığını hiç anlamadığını, dilini ve sokaklarını bilmediği bu ülkede bazı insanların onları burada istemediklerini, buna çok üzüldüğünü söyledi: “Mecbur olmasaydık gelmezdik. Savaş biterse biz de ülkemize dönmeyi çok istiyoruz.”
Kocaman bir salonun karşısında arkadaşları adına konuşma yapan küçücük kız çocuğu, yaşadığı ayrımcılığın farkında ve bunun aksini hayal ettiği bir dünya için çalışacağını ifade ediyor:
“Ben ve kardeşim, okullarımız bitince avukat olmak istiyoruz. Hangi ülkede yaşarsak yaşayalım, insanları ayırt etmeden adaletli ve eşit yaşamaları için çalışacağız. Benim sizlerden bir ricam var. Herkes birbirine saygı duysun, kardeşçe yaşasın, savaşlar olmasın, barış olsun.”
Rache Elavia’dan sonra resim yarışmasına katılan Uluslarası Mavi Hilal İnsani Yardım ve Kalkınma Vakfı danışanlarından yarışmanın üçüncüsü Raghad Aboudeil konuştu. Onun konuşması da Rache Elavia’nın konuşmasına benzerdi. Burada olmaktan mutluluk duyduğunu, savaşların olmamasını istediğini söyledi.
Uluslarası Mavi Hilal İnsani Yardım ve Kalkınma Vakfı adına Eda Ayrancı, Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Temsilci Yardımcısı Margarita Vargas Angulo, Ankara Kent Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Abdulkadir Canlı ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Uluslararası Koruma Daire Başkan Vekili Bayram Yalınsu’nun konuşmalarının ardından dernekte çalışmalarını sürdüren Mülteci Korosu kısa bir konser verdi. Koro, barışı temsilen beyaz kıyafetler içindeydi. Anadillerinde şarkılar eşliğinde kimi çocuk dans etti, kimileri de eğlencelerini kahkalara bıraktı.
Başka dilde gurur
Konser sonrası resim yarışmasının kazananları ve mansiyon ödülü alanları için ödül törenine geçildi. Sahneye birer birer çıkan çocukların, hem kendi dillerinde hem de başka bir dilde duydukları gururla salonu başından sonuna izlediklerini gördüm. Orada bulunan tek bir kişinin bile görüntüsünü hafızalarından çıkarmak istemiyor gibiydiler. Nefes alıp verirken heyecandan küt küt atan kalbinin atışlarını duydum sanki beyaz tülden elbise içindeki bir kız çocuğunun. Fotoğraflarını çektiğimi gören bütün çocuklar, en güzel olduklarını düşündükleri hallerini takınıp poz verdiler, gözümü vizörden ayırdığım anda da sıcacık gülümsediler bana.
Çocuklar genelde Türkçe biliyor, anne ve babalarına tercümanlık yapıyorlar hatta ama bütün insanların ortak bir dili de var. Bazen dudaklarından sözcükler dökülmese de gözlerinle anlaşabiliyorsun. Bunu yaşadım, bu deneyimi çok sevdim, çoğu zaman içinde olduğum bütün olumsuzluklardan sıyrılabildim ve bir kez daha “İyi ki,” dedim, “güzel olanı hayal etmemize engel olamıyor hiçbir şey.”
Barış güvercini, dikenli telin iki tarafı ve ölü kuşların arasında bir tank
İlk üçe giren resimlerden biraz bahsetmek istiyorum. 9 yaşındaki Mallah Almallah’ın yaptığı, birinci olan resim, rengarenk parmaklı iki elin arasına yerleştirilmiş, ağzında barış işareti tutan bir beyaz güvercinden oluşuyor. Sahneye çıktığında etrafa öyle kayıtsız bakıyordu ki fotoğrafını çektikten sonra gülümsememe karşılık verir diye gözlerinin içine baktım; olmadı. “Bu bisikleti ne yapacağım şimdi, tablet ne işime yarayacak?” der gibi bakıyordu, içime işledi tuhaf sakinliği. Koca salonda, herkesin odağı olmasına rağmen yüzü asık tek çocuk…
İkinci seçilen resim, yarışmaya İstanbul’dan katılan 9 yaşındaki Aliya Muhammad’ındı. Resmin sağ köşesinde kalın kalın ışıklar saçan bir güneş, içinde kalp olan bir barış işareti var; dikenli tellerle ikiye bölünen resmin bir tarafında yıkık dökük, üzerinden dumanlar tüten evler ve yerde kanlar içinde yatan ölüler, diğer tarafında ise el ele tutuşmuş, çiçeklerin arasında insanlar… Ne kadar çok şey söylüyor zihnini ikiye bölen bu imgeler, değil mi? Ödül törenine katılamadığı için bende hayallerini büyütüp büyütmediğine dair tanımlar oluşmadı ama çizdiği resimden burada mutlu olduğunu düşündüm.
Çocuk konuşmacılardan 10 yaşındaki Raghad Aboudeil, yarışmanın üçüncüsüydü. Yarışmaya İstanbul’dan katıldı. Yaptığı resimde, büyük bir tank namlusunu üzerinde barış işareti olan dünyaya doğrultmuş, kanlar içinde kuşlar yerlere düşüyor. Dünyanın önüne onu koruyor gibi siyah bir şey çizmiş, sanki “Kuşları öldürdüler ama dünyada hâlâ barış var” der gibi. Raghad, sahneye daha önce çıkıp konuşma yaptığı için heyecanı biraz dinmişti ama gözümden kaçmayan bir özgüveni vardı.
Aristophanes’in M.Ö. 421’de sahnelediği “Barış” adlı oyununun sonlarında Koro şöyle diyor:
“Tanrılara bin dua
Zengin etsin Yunanlıları
Kilerler dolsun arpayla
Herkese bol üzüm
Bol incir nasip etsin.
Kadınlara bol çocuk.
Kavuşalım yeniden
Yitirilmiş birliğe.
Kahrolsun silahlar!”
M.Ö. 421’den günümüze temennimiz değişmedi, en çok da çocuklar için, kahrolsun silahlar! (BK/ÇT)