İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, miting meydanında HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ ‘a hitaben söylediği “Biz ona dört tane duvar verdik, şimdi istediği duvara sırtını dayasın!” sözlerini televizyon ekranlarından canlı şekilde izledik.
İçişleri Bakanı bu sözlerini, o gün bir mahkeme tarafından mahkumiyet kararı verilmesi üzerine kurmuştu. Oysa mahkeme kararı henüz kesinleşmiş değil, karar bozulabilir veya yargılamanın sonucu beraat kararı ile de bitebilir.
Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı kuralı, devam eden yargılamaya müdahale niteliğindeki açıklamaların yapılmamasını gerektirir. Ama bundan da önemlisi içişleri bakanının referandum çalışması sırasında , “masumiyet karinesini “ ihlal etmesi ve yargılama konusunu, siyasi propaganda malzemesi yapmasıdır. Yürürlükte bulunan yasal mevzuata göre, suçluluğu kesin olarak kanıtlanmayan herkes masumdur ve kesin bir hükümle mahkumiyetine karar verilmedikçe de masum olarak kabul edilir.
Bakanın “Biz ona dört tane duvar verdik” çoğul cümlesi yürütme ile yargının ortak kararını mı ifade ediyor yoksa bir hükümet kararının yargı tarafından uygulanmasını mı bilemiyoruz. Ama bu cümle Figen Yüksekdağ’ın dört duvar arasında bulunmasının bir mahkeme kararından geniş bir ortaklaşmanın ürünü olduğunu açıklamaktadır.
Anayasa’nın 9. maddesine göre, yargı yetkisi bağımsız mahkemelerce kullanılır, 11. maddesine göre ise Anayasa hükümleri tüm kişileri bağladığı gibi yürütme organını ve dolayısıyla bakanı da bağlar. Anayasa’nın bu hükümleri, herkes gibi bakanı da Anayasa’ya uygun davranarak, yargı organlarının yetkilerini bağımsız şekilde kullanmasına engel niteliğinde davranış ve ifadelerden kaçınmakla yükümlü kılmıştır.
Figen Yüksekdağ’ın mahkumiyet kararı, HDP mitinginde yapmış olduğu konuşma nedeni ile açılan bir davada verildi. Figen Yüksekdağ, bu konuşmayı partisi eşbaşkanı ve milletvekili sıfatı ile yapmıştı. Dolayısıyla ifade özgürlüğü ve yasama sorumsuzluğu kapsamında ele alınması gereken bir dava ve yargılama işlemi söz konusudur.
20 Mayıs 2016 günü Meclis'te yapılan oylama sonucunda “gerekli çoğunluk” sağlanarak kabul edilen geçici bir yasayla ve tek seferde milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılması ile birlikte, HDP milletvekillerinin yargılanması ve tutuklanmasına giden yol açılmıştı. Figen Yüksekdağ’ın ve diğer HDP’li vekillerin yargılanma süreci de bu şekilde başlamış oldu.
Eski Roma’da praetor ve konsüller için uygulanan dokunulmazlığın bilinen şekliyle yasal düzenleme haline gelmesi, İngiliz Parlamentosu'nun 1689'da yayınladığı, egemenliğin artık parlamento tarafından kullanılacağını bildiren “bill of rights” (haklar yasası) ile kabul edildi. Sadece yasama sorumsuzluğu değil aynı zamanda ifade özgürlüğünün gereksiz olarak kısıtlamasını yasaklayan ve ifade özgürlüğü açısından önemli bir devrim niteliğindeki bu yasaya göre; parlamento sık sık toplanacak, parlamento seçimleri serbest olacak, parlamento tam bir ifade özgürlüğüne sahip olacak, parlamentonun kabul ettiği yasa kral da dahil herkesi bağlayacaktır.
Türkiye’de yasama dokunulmazlığı ve sorumsuzluğunun anayasal geçmişi 1876 Kanun-i Esasiye kadar uzanır. Sonraki 1924 ve devamı Anayasalarda yasama dokunulmazlığı mevcut olmuş ve günümüze dek uygulanmıştır.
Parlamento tarihi kadar eski olan yasama dokunulmazlığının bir geçici yasa ile kaldırılması konusunda Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından görüş talep edilmesi üzerine Venedik Komisyonu konuyu ele alarak mevcut değişikliğe ve hakkın özüne ilişkin değerlendirmeler içeren bir rapor hazırlamıştır.
Hazırlanan rapor, yasama dokunulmazlığı/ sorumsuzluğunun kapsamı ve niteliği yönünden önemli tespitler içeren yol gösterici bir metindir.
Venedik Komisyonu, yasama dokunulmazlığının milletvekilleri için kişisel bir imtiyaz olmadığını, kurum olarak parlamentoyu koruduğunu ifade eder.
Milletvekillerinin ifade özgürlüğünün ve ceza tehdidi altında kalmadan temsil görevini yerine getirmelerinin önemine vurgu yapan komisyon raporunda şu ifadelere yer veriliyor:
“Yasama dokunulmazlığı ile ilgili kuralların varlığı her şeyden önce temsili demokrasiyi koruma ihtiyacına dayanmaktadır. Bu türden bir dokunulmazlık, halkın seçilmiş temsilcilerinin, yürütmeden, mahkemelerden ve siyasi muhaliflerden gelebilecek taciz veya gereksiz müdahalelerden korkmaksızın demokratik işlevlerini yerine getirebilmelerini sağlamak için uygun ve gerekli ölçüde haklı gösterilebilir. Bu durum meclisteki muhalefet ve siyasi azınlıklar bakımından özellikle önemlidir.
“Yasama sorumsuzluğu milletvekilinin görevi icrası ile ilişkili olarak kullanılan oylar, bildirilen görüşler ve söylenen sözlere karşı her türlü adli işlem karşısındaki dokunulmazlık, diğer bir deyişle, sıradan vatandaşın sahip olduğundan daha geniş ifade özgürlüğü anlamına gelir.
“139 milletvekilinin meclis üyesi olarak faaliyetleriyle ilişkili söylemlerinden dolayı aşırı ceza alma riskine maruz bırakmaktadır.”
Ayrıca fezlekelerin çoğu ifade özgürlüğü ile ilgilidir. Milletvekillerinin ifade özgürlüğü demokrasinin temel unsurudur. Milletvekillerinin ifade özgürlüğünün geniş tutulması gerekir ve meclis dışında konuştuklarında da bu korumadan yaralanmalıdır.
Ve komisyon raporunda “söz konusu milletvekillerinin dokunulmazlığı iade edilmelidir” görüşü ifade edilmiştir.
Komisyon görüşünde de açıklıkla dile getirildiği üzere dokunulmazlık ve sorumsuzluk ile milletvekilinin ifade özgürlüğünün herkese uygulanandan geniş yorumlanması, milletvekilinin aslında halkın ifade özgürlüğü kullandığı ve halkın haklarının ifade aracı olmasından kaynaklanır.
Figen Yüksekdağ’ın ifade özgürlüğü de sadece ona tanınmış bir hak değil, onu seçen 6 milyon seçmenin, aslında bu ülkede yaşayan herkesin ifade özgürlüğünün tanınması ile ilgilidir. Milletvekilinin görüş açıklamaktan korkacağı bir siyasal iklim, bugün azınlıkta olanların, zamanla büyük çoğunluğun da konuşmaktan korkacağı bir ortam yaratacaktır.
“Ona dört duvar verdik” sözü ve bunun bir seçim çalışmasında dile getirilmesi aynı zamanda ona temsil yetkisi veren seçmenlere de bir mesaj, gözdağıdır.
Dört duvar Figen Yüksekdağ şahsında aslında bu ülkede yaşayan herkese gösterilmiştir. Ama gerçeğin iki yüzü vardır.
Ünlü Fransız yazar Alfred Capus’un dediği gibi: “Fırtınanın şiddeti ne olursa olsun, martı sevdiği denizden asla vazgeçmez.” (SB/ÇT)