Beklemek… Korkunç bir canavar ya da içinden çıkılamayan uyuşulmuş bir hal midir? Doğduğumuz andan beri bilinmeyen bir sonu bekliyoruz ve bu, hayatın en büyük gerçekliklerinden biri öyle değil mi? Beklerken aynı zamanda birtakım eylemlerde bulunuyor da olabiliriz. Beklemek “durmak” gibi değil çünkü. “Durmak” hareketsizlikle aynı kefeye konabilir fakat beklemek her zaman durağan olmak zorunda değildir. Beklemek kanlı canlı bir şeydir yani. Godot’yu bekleyen Vladimir ve Estragon sadece duruyor gibi görünürken bile bir yandan felsefi bir düşünme sürecinin içindeydiler. Beklemenin nasıl bir şey olduğunu soruyorlardı kendilerine.Neyi bekledikleri mühim değildi, evet yaşam başlı başına bir bekleyişti.
Çölün ortasındaki bir kaktüs dururken yolun kenarındaki insan bekler. Bazen zamanın durmasını bazen hemen akıp geçmesini… Beklemeyi deneyimlerken çeşit çeşit hale girer. Bekleyişini depresif dönemlerde en az enerjiyi harcamaya çalışarak gerçekleştirir. Daha iyi hissettiği dönemlerindeyse yaşamına dair eylemlerde bulunarak… Evet, eylemlerde bulunmak da beklemeye dahil. Büyük bekleyiş kümesinin küçük elemanları eylemlerimiz. Bununla beraber “Acının içinde kalmak” gibi bir tabir var, ruh sağlığı çalışanları olarak pek seviyoruz kullanmayı. Acı içerisinde bekleyerek onun seni nasıl dönüştürdüğünü duyumsamak, acıyı sadece hissetmemek, ona dair düşünmek, varoluşunu onunla büyütmek. Yaşadığın sınır durumlarda nasıl tepkiler verdiğini bilebilir misin yaşamadan mesela? Büyük bir acıda nasıl bir varlığa dönüştüğünü kestirmek çok zor değil mi? Bekleyişin çok ağır geldiği duygu durumlarında; acıda, kayıpta, yasta beklemek… Yürüyerek, konuşarak, anlatarak beklemek… Zor gerçekten. Yine dekarşılaştığın zorlukları bekleyişine katarak genişletiyorsun varlığının sınırlarını. Deneyimleyerek kendini görüyor ve tanıyorsun. Acı yoruyor da olsa, kendinle yeni bir karşılaşma alanı oluşturması açısından pek anlamlıonun içinde bekleyebiliyor olmak.
Bekleyişi çarpıtarak kendimiz için kötüye kullandığımız da oluyor. Bazen bir kurtarıcının berbat kaderimizden bizi çekip alacağına dair karşı konulamaz inancımızı, bazen de sırf seçim yapmamak için olayların ortasında sabit bir pozisyonda duruşumuzu bekleyiş halimiz olarak belirliyoruz. Niçin yapıyoruz bunu? Güvenli ve korunaklı göründüğü için mi? Böyle olunca alınan risk, içine girilen çatışma olmadığı için mi? Her ikisi de olabilir. Beklemek hiçbir şey yapılmayan anların bir toplamı değil, bu anların üstünde ve aşkın bir şey oysa. Sağlam bir bekleyiş varlığını “duruş”uyla gözümüze sokmuyor. Ama beklemek zemininin içini neyle dolduruyorsak hayatı öyle yaşıyoruz işte. Azim göstererek ya da akışa bırakarak, sadece durarak… Bunların dengesini tutturamayarak bazen… Bünyemizde hepsine yer olduğu halde sadece birine göre yaşamak zorundaymışız gibi hissedip kendimizi kısıtlayarak…
Beklemenin insana özgü bir biçimde erdemli oluşu da bir doğum süreci olmasıyla ilgilidir sanıyorum. Beklemek yeni bir sen oluşturuyor çünkü uyum sağlamış bir sen, acıyı, hüznü öğütmüş bir sen, yeni haliyle doğaya karışacak olan bir sen.
Bekleyebilmek tüm duyguları olgunlaştırıyor, kanırtarak da olsa bu böyle. Mutlu son yoktur, diyebiliriz öyleyse, hakkı verilmiş bekleyiş süreci vardır. Beklediğin günlerin seni sarmalayarak, bazen sarsıp bazen tokatlayarak yeniden var edişi. Yeni bir bekleyiş için hazır edişi… Beklemek hayatının geniş bir özeti çünkü doğumdan ölüme dek hikayenin zamana yayılan ve seni içine alan merkezi. Ancak bekleyerek görebileceksin çünkü Godot’nun senin için ne anlama geldiğini. (BK/ÇT)