Olağanüstü hal uygulamaları; temel insan haklarını askıya alma, hak ihlallerinde hesap vermekten kaçma, bir toplama ve kapatma rejimini hayata geçirme vesilesi olarak görülüyor. Her hafta yeni bir kanun hükmünde kararname bekler olduk. Acaba bu sefer hangi dernek ya da basın kuruluşunun faaliyetleri durdurulacak? Kimler gözaltına alınacak? Gözaltı kaç hafta sürecek? Sorular ve endişeler çok.
Ancak her durumda olduğu gibi OHAL’de de hep “büyük” hikayeler, “önemli kişilerin” yaşadıkları anlatılıyor. Önemsiz görülen LGBTİ’lerin bu süreçten nasıl etkilendiğini LGBTİ örgütleri dışında kimse yazmıyor, anlatmıyor, çoğu zaman dinlemiyor bile. Kaos GL’nin 2016 Medya İzleme Raporu’na göre Temmuz 2016’dan itibaren basılı medyada LGBTİ haberlerinde inanılmaz bir düşüş var. Senenin son 6 ayında LGBTİ’ler neredeyse görünmez. Hedef gösteren haberler hariç! Temmuz ayında ana konusu LGBTİ’ler olan toplam haber sayısında dramatik bir düşüş yaşandı. Rapora göre bunun nedeni 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından ilan edilen OHAL olarak yorumlanabilir. Darbe girişimi ve ardından yaşanan “büyük ve ulusal medyatik gelişmeler” içerisinde LGBTİ’ler kendisine yer bulamadı. Medyada görünürlük ilk 6 aya göre ciddi biçimde azaldı. Bunda çok sayıda basın organının kapatılması kadar, LGBTİ meselesinin artık hak savunucuları arasında “lüks” olarak görülmesi de var.
Oysaki OHAL ve savaş gibi dönemlerde toplumda en savunmasız bellenen grupların doğrudan şiddetin hedefi haline geldiğini insanlık tarihinden biliyoruz. Amiyane tabirle filler tepişirken ezilen çimenlerin hikayesini kimse anlatmıyor.
Temmuz ve Ağustos ayında iki üzücü haber LGBTİ toplumunu derinden etkiledi. Suriyeli eşcinsel mülteci Wisam Sankari ve trans kadın Hande Kader öldürüldü. LGBTİ’ler şiddete karşı sokağa çıktı. Darbe girişimin ardından yaşanan bu iki cinayette de henüz yasal bir süreç yok. Etkin soruşturma yürütülmedi, yürütülmüyor. Katiller sokakta.
Muhammed Wisam Sankari, Suriyeli eşcinsel bir mülteci. Bir yıldır İstanbul’daydı. Tehdit edildi, kaçırıldı, tecavüze uğradı. Ağustos ayında Yenikapı’da ölü bulundu. Çok sayıda bıçak darbesiyle öldürülen Wisam’ı arkadaşları pantolonundan teşhis edebildi. Suriyeli eşcinsel mülteci Muhammed Wisam Sankari, 23 Temmuz gecesi Aksaray’daki evinden çıktı. 25 Temmuz’da İstanbul Yenikapı’da ölü bulundu. Kafası kesilen ve bedeni tanınmaz hale gelen Wisam’ı öldürenler henüz yakalanmadı. Daha önce tehdit edilen, kalabalık bir erkek grubu tarafından kaçırılan, tecavüze uğrayan Wisam hayatı tehlike altında olduğu için mülteci olarak başka bir ülkeye gitmeye çalışıyordu. Arkadaşı Rayan’ın anlattıklarına Göre Wisam’ın yaşadıkları şöyleydi: “Daha önce başka bir evde kalıyorduk ve sırf gey olduğumuz için o evden çıkmak zorunda kaldık. Çevredeki insanlar sürekli bize bakıyordu. Biz ayıp bir şey yapmadık ki? Bundan beş ay önce de Fatih civarında bir grup Wisam’ı kaçırdı. Arabayla ormanlık bir yere götürdüler, dövdüler, tecavüz ettiler. Öldüreceklerdi hatta ama Wisam kendini yola atarak canını kurtardı. Şikayet ettik Emniyet’e ama hiçbir şey çıkmadı.”
İstanbul’da yaşayan trans kadın Hande Kader Ağustos başında kayboldu. Arkadaşları ve sevgilisi kayıp ilanı verdi. Hande Kader’in yanmış cesedi Zekeriyaköy’de bulundu. Hande Kader cinayeti basında geniş yer buldu. LGBTİ örgütleri Hande Kader için mecliste buluştu. Hande Kader ulusal medyada, Wisam Sankari ise küresel medyada ancak ölümleriyle kendilerine yer bulabildi. Ancak o da en fazla bir hafta sürdü. OHAL’in gürültüsü art arda gelen bu iki nefret cinayetini unutturdu. Oysaki bu cinayetleri OHAL rejiminin yansıması olarak yorumlayabiliriz. Fütursuzlaşan şiddet ve kimsenin “bir ibne ya da dönmenin katilini yakalamakla uğraşmayacağı” bilgisi bu cinayetleri bu kadar işlenebilir kıldı.
Öte yandan KaosGL.org’a her gün bir başka şehirden hak ihlali haberi geliyor. İzmir Alsancak’ta bir süre seks işçisi trans kadınlar polis baskısından dolayı deyim yerindeyse evlerine hapsoldu. Sokaklarda polis kaynaklı şiddet artmış durumda. Ülkenin her yerinde trans kadınlar şiddet sarmalı içerisinde yaşamaya, OHAL’de hayatta kalmaya çalışıyor.
Keyfî polis şiddetinin yanı sıra LGBTİ aktivistleri fikirlerini paylaştıkları için operasyonlarla karşılaşıyor. Avukat Levent Pişkin ve Balıkesir’den Uğur Büber’in yaşadıkları bunun en net göstergeleri. Pişkin, gözaltı sürecinin ardından serbest kaldı. Büber bir süre tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi. Yanı sıra eşcinsel modacı Barbaros Şansal’ın yaşadıkları ortada. Görüşlerini sosyal medyada paylaşan bir kişinin önce medya eliyle hedef gösterilmesi, devamında kolluk kuvvetleri gözetiminde saldırıya uğraması bizim nefret saldırılarından çok iyi bildiğimiz bir matematik! Barbaros Şansal’ın; mevcut Türkiye Cumhuriyeti anayasasının güvence altına aldığı ifade özgürlüğü başta olmak üzere bir dizi hak ve özgürlüğü ihlal edildi, yaşam hakkı tehlikeye atıldı. Adım adım örgütlenen linç girişimine dair zihinlerde birçok soru var. Bu üç olayda da doğrudan cinsel yönelimin hedef alınmadığı söylenebilir ancak Şansal’a linç girişimi örgütlenirken sarf edilen homofobik ifadeler ortada. Aynı şekilde, nefret bazen de kişinin sahip olduğu cinsel yönelimden dolayı daha “kolay hedef” görülmesi, cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliğinden dolayı “daha sert ve farklı bir muamele ile karşılaşması” olarak da kendini gösteriyor.
Bütün bu OHAL rejimi toplumun çoğunu olduğu gibi LGBTİ’leri de korku ve çaresizlik hislerine sürüklüyor. KaosGL.org yazarları arasında mahlasla yazma, fotoğrafını kaldırtma ve dahası siyasi içerikli yazılar yazmama eğilimi yükseldi. İnsanlar haklı olarak bir soruşturma sürecine girmek istemiyor. “Kolay lokma” olarak görüleceğini biliyor. Dahası bu coğrafyadaki herhangi bir eşcinsel ya da trans kolluk ile karşı karşıya geldiğinde başına gelebilecek cinsel istismar, taciz ve şiddeti yakından tanıyor.
Velhasıl-ı kelam, gündelik hayatları zaten senelerdir bir olağanüstü hal rejimine hapsedilen LGBTİ’ler; ilan edilen OHAL ile birlikte katmerlenmiş bir şiddet ve ayrımcılıkla karşı karşıya. OHAL kaldırılmadan bu hak ihlallerinin son bulması da olası gözükmüyor…
Bütün bu iklimde anayasa değişikliğini oylayacağız. Anayasa değişikliğinin oylanması kadar; buraya gelen süreç de demokratik bir toplum ve yönetim anlayışına aykırı. Oylanacak değişiklik önerilerinin hazırlanma süreci bile hem temel haklara uygun değildi. Katılımcı bir yöntem izlenmedi. Süreç adeta bir oldubitti mantığına hapsedildi. Böylesi kapsamlı bir değişiklik önerisi toplumu oluşturan bütün gruplar tarafından tartışılmalı, öneriler alınmalıydı.
Önerilen değişiklikler ise yürütmenin iktidar yapılanmasına dair ve asgari demokrasi ilkelerine bile aykırı. İktidarların ve yürütme organının denetlenmesi, hesap verebilir ve şeffaf olması demokratik bir toplumun vazgeçilmezidir. Bu değişiklikler ile zaten olmayan hesap verme ve denetleme geleneği tamamen çöpe atılıyor. Gücü ve iktidarı tek bir merkezde toplamak, yürütmenin icraatlarını sorgulanamaz kılmak artık kronikleşen toplumsal ve siyasal sorunlarımızı daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmekten başka bir şeye yaramayacak.
Bu sorunlardan birisi genelde toplumsal cinsiyet eşitliği özelde ise LGBTİ hakları konusunda bulunduğumuz konum. Malumunuz, Türkiye Cumhuriyeti anayasası ve ilgili yasalar cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı herhangi bir önlem almıyor. LGBTİ’ler temel insan haklarına ulaşamaz, nefret cinayetleri hız kesmeden LGBTİ toplumunu tehdit ederken; getirilen anayasa değişikliği LGBTİ’lere hiçbir şey vaat etmediği gibi toplumun her kesimi için hava kadar su kadar temel bir ihtiyaç olan demokrasiyi de rafa kaldırma tehlikesi taşıyor.
Kaos GL’nin de katıldığı sivil demokratik özgürlükçü ve de yeni anayasa döneminin kapatılmasının ardından; Ankara’da her yıl yapılan 17 Mayıs Homofobi ve Transfobi Karşıtı Yürüyüş 2016 yılında yasaklandı. İstanbul Onur Yürüyüşlerinin engellenmesi, polis saldırısı, artan hak ihlalleri… Kaos GL’nin “2016 Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Temelli İnsan Hakları İhlalleri İzleme Raporu”na göre 2016 yılında medyaya yansıyan en az 9 homofobik ve transfobik nefret cinayeti var. Tüm temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, şeffaf ve katılımcı olmayan hatta bütün muhalif seslerin baskıyla susturulmaya çalışıldığı bir anayasa yapım sürecinin olduğu, kolluğa çok geniş yetkilerin verildiği bir ortamda “toplumsal değerlere ve genel ahlaka” aykırı görülen LGBTİ’ler daha da korunmasız hale geldi. İhraçlar ve KHK’lar hayatın rutini haline geldi. OHAL’in gölgesi herkesin üzerinde. En ufak bir gün ışığına bile tahammülün olmadığı bir süreçten geçiyoruz. 2013’ten beri Ankara Üniversitesi’nde Kaos GL’nin yürütücüsü olduğu Queer Teori dersi ihraçların ardından yapılamaz hale geldi. Anayasa değişiklik önerisi bu koşullarda tartışılıyor ancak bu koşulların kendisi tartışmaya konu dahi olmuyor.
LGBTİ hareketi ve LGBTİ toplumu bu kadar tehdit altında iken, yürüyüşleri engellenir, nefret suçlarında etkin soruşturma yürütülmezken, toplumsal eşitlik için hazırlanan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini görmezden gelerek LGBTİ’lere ayrımcılık yaparken; anayasa değişikliği adı altında yürütülen tartışma da bir monolog halini almış durumda. Tek sesin monoloğu ile yürütülen bir süreçte daha önce yeni anayasa sürecine katılan diğer kesimler gibi LGBTİ örgütleri ve LGBTİ örgütlerinin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eşitlik talepleri dışarıda bırakılıyor; hatta bu taleplere dönük saldırıya geçiliyor. (YT/AS)