Cinsiyetler arasındaki akışkanlığın sık sık ifade edildiği çağımızda muhafazakâr zihniyete ait katı cinsiyet klişelerinin altüst edildiğine şahit oluyoruz. Her kadının içinde bir erkeğin, her erkeğin içinde de bir kadının mühim bir alan kapladığını kabul ettiğimiz bu süreçte sadece kadınlar hakkında bir belgesel çekilmesi bile aslında saçma gelebilir. Fransa'nın dünyaya malolmuş rock'n roll'cu kadın sanatçıları kanaatlerini bu yönde ifade etse de feminist olmanın yine de geçerli ve gerekli olduğunu belirtiyorlar.
Françoise Hardy'den Vanessa Paradis'ye, Charlotte Gainsbourg'dan Brigitte Fontaine'e, Imany'den Elli Medeiros'a, isyankâr duruşun temsilcileri erkek egemen bir dünyada, erkeklerin kendilerine öngördüğü rollerden fazlasıyla sıkılmış ve başlarına buyruk duruşlarını çoktan sergilemiş vaziyette.
Geçtiğimiz günlerde Cannes Film Festivalinde yer almış olan, yönetmenliğini gazeteci ve sinemacı François Armanet'nin üstlendiği belgesel Fransa'nın özellikle 60'lı yıllardan itibaren rock'n roll bayrağını devralmış birçok kadınına eğiliyor. Oh les Filles! (Haut Les Filles) adlı Fransa yapımı 80 dakikalık belgesel mevzuyu mümkün olduğunca geniş bir spektruma yayarak irdeliyor. Mücadeleyle kazanılmış kadın haklarının erkekler tarafından hâlâ geri alınabildiği absürt dünyamızda, bilhassa 60'lı yıllardan itibaren alınan yolun uzunluğunu bir kez daha gözümüze sokuyor.
Françoise Hardy’nün yüzü
Fransa'da 60'lı yıllarda Sheila ve Sylvie Vartan'ın ilk kıvılcımlarını ateşlediği kadın rock'n roll sahnesine daha çok Elvis Presley'in ülkedeki yansıması Johnny Halliday'in enerjik repertuarı hâkimdi. Tam da o zamanlar yeni yeni ortaya çıkmakta olan Françoise Hardy köşeli yüzüyle zamanın güzellik sembolleri Brigitte Bardot ve Sylvie Vartan'a göre kendini hiç de çekici bulmuyor, yeterince feminen bir görüntüye sahip olmadığını düşünüyordu. İmdadına İngiltere'nin kendisine atfettiği moda ikonu imajı yetişti, mini eteğinin hakkını veren uzun bacakları bir yana Mick Jagger'ın kendisiyle ilgili ideal kadın betimlemesi özgüveninin bir anda tavan yapmasına sebep oldu. Burjuvazinin sıkıcı estetik kaygıları önemini yitirmeye, yerini olağandışı imajlara bırakmaya çoktan başlamıştı.
Tüm dünyada değişim rüzgârları hızla eserken klişeler altüst oluyor, kadınların özgürleşme hareketi ivme kazanıyordu. Ataerkil düzen tarafından ezilmekte olan kadınlar bedenlerine sahip olduklarını yüksek sesle ifade ediyor, özellikle kürtaj hakkını söke söke alıyorlardı. Cüret etmenin, tavır koymanın, özgürlüğü haykırmanın yolu rock'n roll'dan mutlaka geçiyordu. Dünya adeta yuvarlanıyor, cinsel devrim bu arada gericileri geriyordu. Bilhassa Albert Camus, Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir'ın güdümünde, kurulu düzen sarsılıyordu. Müzik dünyasında Barbara ve France Gall gibi sanatçılar ilham veriyor, kadınlara cesaret aşılıyordu.
Zevkle izlenen belgesel hızla akarken, daha sonraki yıllarda Beatrice Dalle, Niagara ve Les Rita Mitsouko grubundan Catherine Ringer'in nesilleri nasıl etkilediği kısaca da olsa aktarılıyor.
Feministliğe devam...
Röportajlar dışında müzikal performanslarla da yüklü filmde Imany aslında “oğlan çocuğu gibi tınlayan sesi yüzünden” cinsiyetçi şakalara tabi tutulduğunu, ayrımcılığa maruz kaldığını hatırlıyor. Endometriosis hastalığına yönelik tıbbi ilerleme kaydedilmesi için protesto yürüyüşlerinin ön saflarında yürümüş olan Imany mevzubahis rahatsızlığın erkeklerin başına gelmiş bir hastalık olduğu durumda çaresinin çoktan bulunmuş olacağını da belirtiyor.
Çok genç yaşta meşhur olan Vanessa Paradis de o zamanlar sık sık sözel tacize uğradığını, yalnız kadın olduğu için değil, sanatçı kimliğiyle alakalı da hakaretlere uğradığını unutmuyor. Bir yorumcu olarak kendine güvenmesine ikinci albümünde beraber çalıştığı Mathieu Chedid'in sebep olduğunu belirtiyor.
Kalburüstü sanatçılarla dolu ailelerde ve çevrelerde büyümüş olan Charlotte Gainsbourg ile Lou Doillon da kendilerini kanıtlamak için epeyce çaba sarfetmişler. Bu vesileyle Serge Gainsbourg'un Jane Birkin'i kendi planları doğrultusunda nasıl yönlendirip yönettiğini de öğreniyoruz.
Rock'n roll'a punk damarından giren Elli Medeiros müziğin kendisi için kimliğiyle uyumlu olmak anlamına geldiğini, müzik sayesinde kendi olabildiğini, sahnede herhangi bir maske takmadan rahat edebildiğini belirtiyor. Toyluğunda Stinky Toys grubuna dahil olduğunu ve o zamanlar Fransa'da fazla ilgi görmediklerini anımsıyor; tesadüfen karşılaştığı Malcolm McLaren'in uçuk kaçık imajından etkilenip grubu İngiltere'ye davet edişini de. Sex Pistols, Clash, Suzie and the Banshees'le aynı sahneyi paylaşacak olan grubun eksik müzik teçhizatını tamamlamak için Sex Pistols'a yönelttiği talep reddedilecek, imdatlarına Medeiros tarafından centilmen sıfatıyla taçlandırılan Clash elemanları yetişecekti.
Tanrıça Brigitte
Fransa'da kadın haklarının kazanılmasında büyük bir adım olarak kabul edilen manifestoda Brigitte Fontaine'in imzası tabii ki vardı. Sahneye ilk çıktığı andan itibaren kendine has aykırı görünümünde Charles Trenet'nin katkısı büyüktü. Kısacık saçlarıyla hemen farkedilen ayrıksı bir imaj sergilemesi gerekiyordu ve bunu uzun yıllar devam eden kariyerinde başarıyla sürdürdü, hatta dozunu mütemadiyen artırdı. Ağzını bozmaktan, küfür etmekten, tabuları yerle bir etmekten, skandal yaratmaktan, toplumun ve düzenin her türlü ikiyüzlülüğünü dışa vurmaktan, ayıpları afişe etmekten hiçbir zaman yorulmadı, halen de devam ediyor.
İlerlemiş yaşına rağmen, kâh zarifçe salladığı yelpazesinin, kâh koyu renkli gözlük camlarının ardından seyirciyi adeta mimleyen Fontaine, belgeseli özel bir performansla da onurlandırıyor. Hiç yitirmemişe benzediği sertliği, öfkesi ve ironisiyle yepyeni bir şarkı yazdığını, şarkının ekstremist, hatta “terörist” bir şarkı olarak yorumlanabileceğini, ama aynı zamanda absürt derecede komik olduğunu da söylüyor. Bıyık altından gülümserken hırıltılı sesiyle yaşasın silahlı mücadele diyor, kahrolsun erkek cinsiyeti diye de ekliyor. Dünya müzik literatürüne dünya müziği terimin girmesine sebep olan değerli albümü hatırlatlınca: "si…erim dünya müziğini" diyor. Brigitte Fontaine'in ikonluğunu cilalarken gezegenimizin nabzını damardan tutmaya devam ettiğini kesinlikle söyleyebiliriz.
Bu durumda, uzun bir çalışmanın özenli ürünü gibi görünen ve ARTE kanalının da katkıda bulunduğu, adı Ah Kızlar! (Haydi Kızlar) olarak Türkçeye tercüme edilebilecek belgesele göz atmakta fayda var... (RL/AS)