"Çok eskiden rastlaşacaktık," der kadın, sevdiği adama. Aşkın imkansızlığının, birbirine geç kalmışlığın bir daha hiçbir Yeşilçam filminde bu kadar güzel, bu kadar sade bir şekilde anlatılamayacağını göstermek istercesine...
Onlarca Yeşilçam filminde imkansız aşk teması işlendiği halde bugün hala belleklerden silinmeyen, üzerine yazılıp çizilmeye devam eden, Sait Faik’in O Menekşeli Vadi isimli öyküsünden yola çıkarak beyazperdeye uyarlanan unutulmaz aşk filmi olan Vesikalı Yarim’den (1968) bahsediyorum. Yeşilçam’ın usta yönetmeni Ömer Lütfi Akad’ın, tam elli yıllık baş yapıtından…
Vesikalı Yarim, pavyonda konsomatrislik yapan Sabiha ile hayatını manavlık yaparak kazanan, evli ve iki çocuk babası olan Halil’in ayrı dünyalarını, buna rağmen yaşadıkları aşkı ve bu aşkın imkansızlığını anlatan bir melodramdır. Konusu itibariyle imkansız aşk temasını işleyen pek çok Yeşilçam filminden farklı değildir aslında. Ne var ki, yönetmenin bu aşkı işlerken kullandığı görsel unsurlar, kamerayı kullanış tarzı (hareketlerin çevrinmelerle sınırlı olması ve optik kaydırma bulunmaması), diyalogların gerçekçi olması ve karakterlerinin dünyalarını usta bir biçimde yansıtması onu diğer filmlerden başka bir yere konumlandırır.* Zaten Lütfi Akad’ın, yalnızca Vesikalı Yarim’de değil, tüm filmlerinde yarattığı karakterlerin inandırıcılığı, bu karakterleri kendi dünyalarında, doğal ortamlarında iyi anlatabilmesi ve toplumsal duyarlılığı Yeşilçam’da kendine özgü bir yer edinmesini sağlar. Öyle ki, Akad’ın sinemasında gösterdiği toplumsal duyarlılık daha sonra Hudutlar Kanunu’nda birlikte çalıştığı Yılmaz Güney’in sinemasını da etkileyecek, Akad’ın tedrisatından geçen Güney, kadrajını toplumsal meselelere çevirecektir.
Lütfi Akad sinemasının en belirgin yanlarından bir diğeri de, onun modernleşme sancılarına ve bu sancıların karakterler üzerindeki yansımalarına yer vermesidir. Bilhassa İstanbul’un çeşitli bölgelerini modernlik/geleneksellik bağlamında plato olarak kullanarak bu modernleşme sancılarını başarılı bir şekilde anlatır. Vesikalı Yarim’de de Sabiha ve Halil ekseninde modern olanın ve geleneksel olanın çatışmasını mercek altına alır. Altmışlı yılların İstanbul’una ve sekenesine yine bu çatışma üzerinden ışık tutar. Nitekim “Çok eskiden rastlaşacaktık,” sözü yalnızca Sabiha ve Halil’in aşkının imkansızlığına değil, aynı zamanda Türkiye’nin modernleşme ile imtihanına dair yönetmenin vardığı bir hükümdür.
Bir sinema filmi ne kadar gerçekçi ve tarafsız olursa olsun, mutlaka yönetmenin dünya görüşünden izler barındırır. Çok yakın zamana kadar Türkiye sinemasında kadın yönetmenler oldukça az, kadınları kadın gözüyle anlatan filmler ise çok daha az olduğu için sinema tarihi ne yazık ki ataerkil bakış açısıyla çekilen filmler silsilesidir adeta. Erkek yönetmenlerin çektiği filmlerde kadınların iç dünyası iyi anlatılsa bile, kadınlar çoğunlukla “edilgen” olarak yani görsel bir obje olarak izleyicinin algısına sunulur. Kadraj, filmdeki erkek karakterin kadına bakış açısını yansıtacak şekilde kullanılır ve kadınların davranış sınırları ataerkil ideoloji üzerinden tanımlanır. Kadın karakterler bu tanımlamayla yaftalanır ve yargılanır. Sinema seyircisinin de bu bakış açısını içselleştirmesi sağlanır.
Lütfi Akad her ne kadar zamanının ötesinde bir üsluba da sahip olsa bu sinemacılık yönteminden vazgeçemez filmlerinde. Nitekim Vesikalı Yarim’de filmin başından itibaren Sabiha’yı seyircinin gözünün önüne bir görsel obje olarak yerleştirir. Film boyunca onun davranışlarını, aşkını, değişimini Halil’in bakış açısıyla aktarır. Seyircinin de bu bakışı içselleştirmesini sağlar. Nitekim önceleri Halil için sadece bir “arzu nesnesi” olarak konumlandırılan Sabiha’nın, duyduğu aşkla birlikte alışkanlıklarından, hayat tarzından vazgeçişi Halil’in ona bakışını değiştirdiği gibi, seyircinin de Sabiha’ya karşı uyanan duygularının değişmesine sebep olur.
Yeşilçam melodramlarında görülen, sevdiği erkekle mutluluğu yakalaması için kendi tercihlerinden vazgeçmesi gereken, “fedakar” kadın imgesi bu filmde de kullanılır. Sabiha’nın, Halil ile birlikte olması için hayat tarzından vazgeçmesi, zaman zaman sevgilisine “Benden memnun musun” diye sorması, buna rağmen sonunda ayrılık kararını Halil’in vermesi onu hikayenin akıbetini tayinden mahrum edilen, “susturulmuş” kadın karakteri haline sokar. Halil’in sevgilisi için evi terk edip günler sonra tekrar eve dönmesinden sonra ona hiçbir şey olmamış gibi davranan, evde onun dönüşünü bekleyen, “kutsal” aile kurumu içinde yüceltilen karısı da Yeşilçam melodramlarında sıkça gördüğümüz başka bir susturulan kadın figürüdür.
Diğer yandan Vesikalı Yarim, pavyonda konsomatrislik yapan kadını, sevilmeyi hak etmeyen, yuva yıkan “dişi bir canavar” haline getiren, evde kocasını bekleyen çocuklarına bakan, her halükarda affeden kadını da ilah kabul eden pek çok Yeşilçam melodramından ayrılır. Sabiha, hem ataerkil bakışa kapılarak filmi izleyen seyircinin hayat tarzını tasvip etmediği, hem de Halil ile mutlu olmasını arzu ettiği aşık kadındır. Akad, bu çelişkiyi filme “Vesikalı Yarim” ismini vererek de vurgular. Sabiha, Halil ve onun bakışını içselleştiren seyirci için hem “Vesikalı”, hem de “Yar”dır.*
Kısaca Akad olmasını arzu ettiğimiz ideal bir dünyadan ziyade, o yılların dünyasını, İstanbul’unu, muhafazakar erkeğin kadına bakış açısını oldukça başarılı ve gerçekçi bir üslupta yansıtır. Halil’in alışık olduğu kadın tiplemesinin dışında olan Sabiha karşısında yaşadığı gerilimleri inandırıcı bir şekilde işler. Kadın karakteri ataerkil bakış açısıyla yansıtmasına, hatta geleneksel unsurlar kullanmasına rağmen ataerkil düzenin çarpıklığını, insanın kimi zaman gelenek karşısındaki acizliğini göstermesiyle radikal değilse bile özgün bir film yaratır.
Vesikalı Yarim, her ne kadar feminist sinema kuramı açısında bazı olumsuzluklara sahip olsa da, sinema sanatı açısından elli yıl sonra dahi değerini hala koruyor. Üstelik “Nerede o eski İstanbul!” diye bağrımıza taşı, betonu bastığımız şu günlerde Sabiha ve Halil’in imkansız aşkıyla birlikte artık mazide kalan bir İstanbul’u adeta sessiz bir kahraman gibi seyretmek nostalji özlemimizi bir nebze hafifletiyor. Sabiha ve Halil’in bizlere “siyah beyaz” gelen imkansız aşkı ise her defasında yüreğimizi burkuyor. (MK/EA)
*N. Abisel, U.T.Arslan, P.Behçetoğulları, A.Karadoğan, S.R.Öztürk, N. Ulusay, Çok Tuhaf Çok Tanıdık Vesikalı Yarim Üzerine, Metis Yayınları, 2004, İstanbul